21 ülkeden 270 kişiyi öldüren facianın üzerinden sadece birkaç gün geçmişti. Yetkililer, uçağın düşmesine, el yapımı düzenekteki yüksek güçte plastik patlayıcının neden olduğunu bildirdiler.
Birkaç hafta sonra, saatli bombanın uçağın neresine yerleştirildiği saptandı. Birkaç ay sonra da, bombayı kimin yerleştirdiği. Eski bir istihbaratçının yargı önüne çıkması 10 yıl sürdü. Verilen ömür boyu mahkûmiyetin sahte delillere dayanan siyasi bir karar olduğu iddiaları ise hiç bitmedi. Şimdilerde özel bir komisyon, üzerinden neredeyse 20 yıl geçen Pan Am 103 patlamasının delillerini ve binlerce tanık ifadesini yeniden inceliyor. Gerek duyulursa, dava yeniden görülecek.
21 Aralık 1988 akşamı saat 7.03’te, Pan American Havayolları’nın Londra-New York arası 103 sayılı seferini yapmakta olan bir Boeing 747-121, İskoçya’nın Lockerbie kasabası üzerinde infilak etti. Saatte 190 kilometre hızla esen rüzgar, yolcu, mürettebat, uçak ve yükünü 130 kilometrelik bir koridor boyunca, büyük ölçüde tarla ve ormanla kaplı 2 bin kilometrekarelik bir alana yaydı. Saatli bomba öyle ayarlanmıştı ki, Pan Am 103, 25 dakika gecikerek kalkmasaydı eğer, her şey Atlantik Okyanusu’nun karanlık sularına gömülecek, gerçeklere belki de hiçbir zaman ulaşılamayacaktı.
8-10 kişilik gruplara ayrılan binin üzerinde polis ve asker, kızılötesi kameralarla donatılmış askeri ve özel helikopterlerin yönlendirmesiyle, kendilerine verilen "Taş ve ot dışında ne bulursanız toplayın, plastik torbalara koyun, bulduğunuz noktayı belirtecek biçimde etiketleyin, kömürleşen örneklere özel olarak dikkat edin" talimatına uygun şekilde aylarca çalıştılar ve İskoçya’nın güneyindeki tarla ve ormanlardan on binin üzerinde ceset, ceset parçası, uçak ve yük kalıntısı toplayarak, bir okulun spor salonunda kurulan merkeze teslim ettiler. Toplanan her cismin röntgeni çekildi, gaz kromatografisiyle patlayıcı kalıntısı arandı ve bulgular İngilizlerin HOLMES (Home Office Large Major Enquiry System) bilgisayar sistemine kaydedildi. Lockerbie’de İskoçlara yardım eden sadece İngilizler değildi. Amerikalılar ile Almanların federal soruşturma büroları FBI ve BKA da birer merkez oluşturmuş, uçak kazalarından anlayan uzmanlarını, terörle mücadele birimlerindeki istihbaratçılarını buraya yerleştirmişti.
AVE4041 KODLU KONTEYNER
Uçağın parçaları, gövdenin yeniden oluşturulması için havacılık ve savunma sanayiinin merkezi Farnborough’a götürüldü. Gövdenin sol alt ön kısmında, uçağın navigasyon ve iletişim sistemlerinin hemen altına ve yolcu valizlerinin yer aldığı konteynerlerin yerleştirdiği ön kargo bölümüne denk gelen yerde, is ve küçük çukurcuklarla kaplı yarım metrekarelik bir kısmın, dışa doğru yıldız patlaması şeklinde parçalanmış olduğu görüldü.
Araziye saçılan konteynerlerin hepsi, 9 bin metre yükseklikten yere çarpmanın bulgularını taşımakla birlikte, AVE4041 kodlu metal ve AVN7511 kodlu fiber konteynerlerdeki zarar, diğerlerinden çok daha fazlaydı. Yükleme planı incelendiğinde her ikisinin yan yana ve gövdedeki yıldız patlaması şeklindeki parçalanmaya yakın bir konumda bulunduğu anlaşıldı. FBI’ın bomba bölümünün şefi James "Tom" Thurman, "yüksek enerjili bir olay"ın, AVE4041’in ortalarında bir yerde, tabandan 30 santim yüksekte, uçağın gövdesine 60 santim uzaklıkta gerçekleştiği sonucuna vardı.
İngiliz Savunma Değerlendirme ve Araştırma Kurumu’ndan (Defence Evaluation and Research Agency, DERA) Alan Feraday ve Dr. Thomas Hayes, AVE4041’in üzerinde pentaeritrol nitrat (PETN) ve siklotrimetilen trinitramin (RDX) bulunca, patlamaya, Çekoslovakya’nın Semtin kasabasında imal edilen Semtex-H adlı bir plastik patlayıcının yol açtığı kesinleşti.
KASETÇALARDA PATLAYICI
Fazla geçmeden, patlamanın AVE4041’e yüklenen sert kapaklı, kahverengi Samsonite marka Silhouette 4000 modeli bir valizde gerçekleştiği ve valizde bir Toshiba radyo-kasetçaların bulunduğu ortaya çıktı.
Ardından Dr. Thomas Hayes, 106 numaralı delil poşetinden çıkan Slalom marka gömlek yakasına, tırnak büyüklüğünde bir baskılı devre parçasının (Printed Circuit Board-PCB) saplanıp kaldığını fark etti. Hemen her elektronik cihazda bulunan baskılı devre, bir yandan elektronik bileşenleri bir arada tutar, diğer yandan bunlar arasındaki elektriksel bağlantıyı sağlar. Plastik patlayıcı Semtex, Toshiba kasetçalar ve baskılı devre, akıllara iki ay kadar önce Alman polisinin, Neuss’taki bir ev baskını sırasında ele geçirdiği saatli bombayı anımsattı. Gömlek yakasına tutunmuş baskılı devre parçası, soruşturmayı yürütenleri bombayı koyana götürecek ve dizleri üzerinde tarla ve ormanlarda delil arayanlardan kimin bulduğu bir türlü kesinlik kazanmamakla birlikte, iddia makamının en önemli delilini oluşturacaktı.
Almanya’da ele geçen Toshiba’lı düzenek Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne aitti. Medyaya göre, Pan Am 103 suikastının sorumlusu da onlar olabilirdi.
LİBYALIYA GÖTÜREN LOGO
Halbuki soruşturmayı yürütenlerin ilgi odağı, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi değil, 1975-1981 arasında Çekoslovakya’daki Omnipol şirketinden 700 ton Semtex aldığı bilinen Libya’ydı. Gerçi Omnipol Suriye, Kuzey Kore, Irak ve İran’a da Semtex satmıştı ama, Libya’ya yönelmenin bunun dışında çok daha önemli bir nedeni vardı.
FBI’dan Tom Thurman, baskılı devre parçasını, 10 ay kadar önce Senegal’in Dakar havaalanında 40 kilo Semtex, çok sayıda TNT içeren paket ve 10 detonatörle yakalanan Muhammet Marzuk’un çantasındaki devreye benzetmişti. İsviçre firması MEBO’nun logosunu taşıyan devre, MST-13 tipi bir saati kontrol ediyordu. Pan Am 103 enkazındaki baskılı devre parçasının da üzerinde MEBO logosu vardı ve Muhammet Marzuk, Libyalıydı.
İskoç polisi MEBO yetkilileriyle temas kurdu. Bu özellikteki az sayıda devreyi, sadece Doğu Alman istihbarat servisi Stasi’ye verdiklerini, Libya ordusuna satabilmek amacıyla birkaç prototipini Kaddafi’nin akrabası olduğunu sandıkları bir yüzbaşıya teslim ettiklerini söylediler. "Yüzbaşı" dedikleri, Zürih’e geldiğinde işlerini şirketin ofislerinden sürdüren eski bir istihbarat subayı, Libya Havayolları’nın güvenlik sorumlusu ve Trablusgarp’taki Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Abdülbaset Ali Muhammed El Megrahi’den başkası değildi.
MADE IN MALTA ETİKETİ
Alan Feraday ve ekibi, binlerce delil arasından 24’ünün, Samsonite valiz patladığında içinde ya da çok yakınında olabileceğini saptadı. Slalom marka iki erkek gömleğinin, Babygro Primark marka mavi bebek tulumun ve kareli erkek pantolonun üzerindeki küçük kağıt parçacıklarının, Toshiba RT-SF 16 Bombeat modeli kasetçaların kullanım kitapçığına ait olduğunu belirleyince, bu giysilerin bombalı valizde bulunduğuna karar verdiler.
Abanderado marka tişört, krem rengi pijama, Puccini etiketli yün kazak, balıksırtı desenli kahverengi erkek ceketi ve 34 beden Yorkie marka erkek pantolonuna, Toshiba kasetçalar gövdesine ve hoparlörüne ait parçacıklar takılmıştı. Kömürleşmiş siyah şemsiyenin üzerinde bebek tulumuna ait mavi lifler bulundu. Bunların da valizde olduğu sonucuna varıldı.
Ancak en önemlisi, balıksırtı ceketin lifleri arasındaki mavi bebek tulumuna ait iki iplikçik ve bunlara takılı kalmış "Made in Malta" etiketiydi. Yorkie marka pantolonun da Malta’da imal edildiği anlaşılınca, İskoç polisi Malta’ya gitti ve Lockerbie bombacısı olduğu düşünülen Libyalıyı orada aramaya başladı.
MALTA’DAKİ DÜKKAN SAHİBİ
Malta’da, Yorkie marka eşyaları satan en büyük dükkan, adanın kuzeydoğu kıyısındaki Sliema’daydı. Tony Gauci de dükkanın sahibi. Uçağın düşüşünden iki hafta kadar önce temiz tıraşlı, yapılı bir Libyalı’nın, mavi bebek tulumu, siyah şemsiye, balıksırtı ceket, bej pijama ve daha bir sürü eşyayı marka, model, renk ve bedene bakmaksızın satın aldığını anlatan Gauci, adamı daha önce de, uçağın düşüşünden sonra da Sliema’da gördüğünü anlattı. Tarifi üzerine robot resmi çizildi.
Gauci’ye birkaç ay aralıklarla onlarca fotoğraf gösterildi. Sonunda Libyalı Megrahi’yi teşhis etti. Megrahi’nin, Malta’nın Luqa Havaalanı’ndaki Libya Havayolları ofisinin müdürü Emin Halife Fimah’ın yakın arkadaşı olması, İskoçya başsavcısının öngördüğü senaryoyu destekliyordu. Savcının iddianamesine göre Megrahi, belirli bir süre sonra patlayacak biçimde imal ettiği saatli bombayı kasetçalara yerleştirmiş, kasetçaları da eşyalara sarıp Samsonite valize koymuştu. Müdür Fimah, valizin Luqa-Frankfurt-Londra-New York bagaj etiketiyle Malta Havayolları’nın KM 180 sayılı Frankfurt seferine yüklenmesini sağlamıştı. Yolcu beraberinde olmayan valiz, Frankfurt’tan Londra’ya gelmiş, orada da Pan Am 103’ün AVE4041 konteynerine konmuştu.
13 Kasım 1991’de Megrahi ve Fimah, 270 kişinin ölümüyle suçlandı. FBI’ın en çok arananlar listesinde yerlerini aldılar ve yakalanmalarına yardım edecek olana 4 milyon dolar ödül vaat edildi.
General Kaddafi her ikisini de uzun yıllar İskoç makamlara teslim etmemekte direndi. Ama Birleşmiş Milletler’in ekonomik yaptırımları yüzünden 2000 yılı baharında Hollanda’daki Amerikan Hava Üssü Camp Zeist’te İskoç polisine teslim etti. Aynı yerde kurulan bir İskoç cezaevinde tutulan iki Libyalı, yine aynı yerdeki İskoç mahkemesinde yargılandı.
36 hafta sonra, 31 Ocak 2001’de Fimah, delil yetersizliğinden beraat etti. Megrahi, suçlu bulundu, denetimli serbestliğe 27 yıl sonra hak kazanmak kaydıyla ömür boyu hapse mahkûm edildi ve Glasgow yakınlarındaki Greenock Cezaevi’ne nakledildi. Megrahi’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de dahil olmak üzere yaptığı başvurular bir değişiklik yaratmadı. Libya, mağdur ailelerinin her birine 8 milyon dolar tazminat ödedi.
SON SÖZ HÁLÁ SÖYLENMEDİ
23 Ekim 2005’te, Lockerbie soruşturmasını yürüten ve Megrahi’nin tutuklanma emrinin altında imzası bulunan Lord Peter Fraser, The Sunday Times gazetesine verdiği beyanatta, Megrahi’yi teşhis etmiş olan Maltalı dükkan sahibi Tony Gauci’nin, kolay etki altında kalan biri olduğunu, ayrıca yargılamayla ilgili kaygıları bulunduğunu söyledi.
Pan Am soruşturmasında görev yapmış emekli bir İskoç polisiyle yine emekli bir CIA çalışanının, baskılı devre parçasını CIA’in olay yerine yerleştirmiş olabileceği iddiaları, bilet aldığı halde Pan Am 103’e binmemiş bir CIA ajanının bulunduğuna ilişkin dedikodular, Alman polisinin patlamadan iki gün sonra Filistinli Abu Talip adlı bir kişinin banka hesabına, İran’ın milyon dolar düzeyinde para yatırdığını gösteren istihbaratının bilindiği halde göz ardı edilmesi, mahkûmiyeti tartışmalı bir duruma getirdi.
Bütün bu sorunları 2004 yılından bu yana mercek altına alan İskoç Ceza Davaları İnceleme Komisyonu, davanın yeniden görülmesinin gerekli olup olmadığına bir türlü karar veremezken, Megrahi, suçsuz olduğunu iddia ediyor ve geçen haftaki yazımda belirttiğim gibi, Kaddafi, Bingazi’deki bir hastanede yatan 400 kadar çocuğa AIDS bulaştırdıkları iddiasıyla ölüm cezasına çarptırılan 5 Bulgar hemşirenin hayatına karşılık, "siyasi tutuklu" olarak nitelendirdiği vatandaşını geri istiyor.
Üç bilirkişi olmayan deliller ürettiler dedikodusu hep sürdü
1997’de FBI bünyesinde yürütülen bir disiplin soruşturması sonunda, değişik birimlerde çalışan bazı uzmanların, polisin kurgusunu destekleyecek delilleri üretmek nedeniyle görev yerleri değiştirilmiş, hatta erken emekli edilmişti. Görev yeri değiştirilenler arasında Pan Am 103 soruşturmasının yıldızı Tom Thurman da vardı. Gerçi patlamayla ilgili raporlarında yanıltıcı bir bulguya ulaşılmadı ama, Megrahi ile Fimah’ın yargılanmaları sırasında, savunma avukatlarının sorularıyla karşılaşmaması için mahkemeye çağrılmadı ve sadece verdiği bilirkişi raporunun okunmasıyla yetinildi.
Benzer şekilde DERA’dan Alan Feraday’in, 1990’lı yılların başında verdiği bazı bilirkişi raporlarında yer alan analizlerin, başka laboratuvarlarca tekrarında tamamen farklı sonuçlara ulaşılması ve bu durumun tutuklananların salıverilmesine yol açması nedeniyle, Pan Am 103’teki bilirkişiliği ciddi yara aldı.
Bunlar yetmiyormuş gibi, baskılı devre parçası üzerinde patlayıcı aramayan ve bunu parçanın küçüklüğüne bağlayan Dr. Thomas Hayes’in, evvelce şüphelilerin tırnak altlarında bile patlayıcı artığı aradığı ve rapor verdiği ortaya çıktı. Bu nedenle, Tom Thurman’a ek olarak, Feraday ve Hayes de mahkemeye çağırılmadı. İddia makamının dayandığı en önemli raporların altında imzası bulunan bu üç bilirkişinin, var olmayan delilleri ürettikleri dedikodusu hep sürdü.