Hibakuşaların acısı 62 yıldır dinmedi

Bundan 62 yıl önce, tam bu haftaydı. Önce beyaz bir ışık gördüler, sonra kara bir yağmur döküldü üzerlerine.

Aldanmışlardı, yağan yağmur değil, küldü. 140 bin Hiroşimalı ve 70 bin Nagazakilinin külü. Atom bombasından sağ kurtulan, ancak etkilerini taşıyan yüz binlerce kişi, yani hibakuşalar, kurtulmuş değil aslında. Yanıklar, iltihaplar, radyasyon hastalığı, kanser... Ve en acısı, dışlanıp unutularak ne kadar ve nasıl yaşanırsa, öyle yaşadılar ve yaşıyorlar işte.

Manhattan Projesi’nde çalışanların sayısı 130 bini, araştırmalara sarf edilen para 2 milyon doları bulmuştu. General Leslie Groves, "Elini çabuk tut, Bob" diye sıkıştırıyordu fizikçi Oppenheimer’i, "Elini çabuk tut, yoksa Hitler, bizi mahvedecek." Böyle bir tehdit yoktu aslında, Hitler’in elindeki kadroların atom bombası üretmeleri söz konusu değildi.

2. Dünya Savaşı’na katılalı beri, ölen Amerikan askerlerinin sayısı 400 bini bulmuştu. Bunların neredeyse 50 bini Okinava amfibik harekatında kaybedilmişti. Tek çözüm, Japonları teslime zorlayacak çapta bir hava saldırısıydı. İngilizlerin ve Kanadalıların desteğiyle üretilen dünyanın ilk atom bombası, 16 Haziran 1945 günü Amerikan topraklarında denendi, sonuç başarılıydı, Savunma Bakanı Henry L. Stimson’un önüne, bazı Japon kentlerinin listesi kondu. Kyoto’nun üzerini çizdi bakan "Olmaz" dedi, "Balayımızı orada geçirmiştik!" Bir hafta sonra, Pasifik’teki Stratejik Hava Kuvvetleri Komutanı General Carl Spaatz’a emredildi. "3 Ağustos’tan itibaren, Hiroşima, Kokura, Niigata ve Nagazaki bombalanacak."

6 Ağustos 1945 sabahı, Albay Paul Tibbets, annesinin adını taşıyan B-29 tipi uçağı ile Hiroşima’ya doğru yola çıktı. "T" harfi şeklindeki Aioi-Başi Köprüsü’nün üzerine geldiğinde, yüzbaşı Thomas Ferrebee 60 kilo Uranyum-235’i serbest bırakacak düğmeye bastı. Saat 8.15’ti. Bundan sonra olanlar, Nazım Hikmet’in sözcükleri, Zülfü Livaneli’nin notalarıyla hep aklımızda:

"Kapıları çalan benim, kapıları birer birer. Gözünüze görünemem, göze görünmez ölüler. Hiroşima’da öleli, oluyor bir on yıl kadar. Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar. Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu."

Düğmeye basan yüzbaşı, 1980 yılında öldü. Pilot Paul Tibbets 92 yaşında ve sağlığı yerinde. Yaptıklarından hiçbir zaman pişman olmadılar. "Bir emirdi ve yerine getirdik" dediler.

BİR BOMBA YETMEDİ

Benzeri olay, 9 Ağustos’ta Kokura’da tekrarlanacaktı. Hava durgundu. Kentin üzerini kaplayan kocaman bulut bir türlü çekilmiyordu. Yüzbaşı Kermit Beahan, B-29’un burnunu, alternatif hedef Nagazaki limanına çevirdi. Orası da bulutluydu. Tam geri dönecekken, bir an için açılan bulutların arasından Mitsubishi silah fabrikasını gördü. Kararını verip düğmeye bastı. Saat 11.02’de, 6.5 kilo kadar plütonyum-239 içeren bomba, toprağa 500 metre kala patladı.

Yüzbaşı, hedefi ıskalamıştı. Bomba, silah fabrikasının değil, Japonya’nın en büyük Katolik kilisesi, Urakami Katedrali ve hemen bitişiğindeki, tek mahkumu bile sağ kalamayan cezaevinin üzerinde patladı.

Nagazaki’deki ölü sayısı Hiroşima’dan daha azdı. Kentin 240 bin sakininden 70 bini hemen o anda öldü, 60 bini yaralandı. Birkaç ay içinde, Nagazaki kurbanlarının sayısı 80 bini bulacaktı.

Japonlar, 12 Ağustos’ta teslim oldular. Böylelikle dünya, savaşın bittiğini sandı. 2. Dünya Savaşı bitmişti ama, artık "soğuk savaş" adını alacak yeni bir döneme giriliyordu.

B-29’ları kullananlar, Atlantik’ten Pasifik Okyanusu’na, 400 bin silah arkadaşı ölmüş genç askerlerdi. Hiçbirinin ne atom bombasından haberi vardı, ne de verebileceği zararlardan. Sadece onlar mı? Manhattan Projesi’nin pek çok çalışanı da, bir tek bombanın bu kadar kişiyi aynı anda öldürebileceğini, radyasyon kirliliğinin kuşaklar boyu vereceği zararı hesaplamamıştı.

Patlamalardan birkaç hafta sonra, Hiroşima ve Nagazaki’yi işgal eden ve azımsanmayacak düzeyde radyoaktiviteye maruz kalan 70 bine yakın Amerikan askerinin sağlık durumu da, hiçbir zaman ciddi biçimde izlenmedi.

Yaşama tutunan kız çocukları

11 yaşındaki Kiyoko İmori, Nazım Hikmet’in "Kız Çocuğu"ndan daha şanslıydı. 6 Ağustos 1945 sabahı, en sevdiği arkadaşıyla buluştu, birlikte okula yürüdüler ve ilk işleri bodrum katına inerek ayakkabılarını değiştirmek oldu. Kenti saran yangından, yakınlardaki nehre atlayarak kurtulabildiler. Okulun 620 öğrencisinden sadece ikisi hayatta kalmıştı. İmori yaşadı, arkadaşı bir hafta sonra, kollarında öldü.

Keiji Nakazava, babası ve kardeşlerini bombanın patladığı sırada kaybettiğinde 6 yaşındaydı. Hamile annesi, bombanın şokuyla doğurdu. Kız bebek Tomoko dört ay yaşayabildi. Daha sonra Nakazava, ailesinin öyküsünü Çıplak Ayaklı Gen (Hadaşi no Gen) adıyla çizgi roman haline getirdi. Roman, atom bombasının etkilerini en iyi anlatan eserlerden biri olarak edebiyat dünyasında yerini aldı.

Sakue Şimohira 10 yaşındaydı. Yerdeki kapkara kadın, annesi olmalıydı. Bir altın dişi vardı çünkü. Sakue elini uzattı dokunmak için. Daha dokunamadan, kül oldu siyah kadın. Sakue’nin kız kardeşinin saçları dökülmeye başlayınca, çocuklar alay etmeye başladılar ve kız kardeşi kendisini trenin altına attı. Sakue, 10 yıl boyunca, başka öksüzlerle birlikte küçük bir kulübede yaşadı. Bir gün kız kardeşi gibi ölmek istedi. Son anda vazgeçti ve rayların yan tarafına düştü. "İki tür cesaret varmış" diye anlattı yıllar sonra, Oscar ödüllü belgeselci Steven Okazaki’ye, "Ölmeye cesaret ve yaşamaya cesaret. Ben yaşamayı tercih ettim."

RADYOAKTİF TERÖRİZM

Nükleer silahların kullanımı, nükleer güç santrallarındaki kazalar, her zaman korkulu bir rüya olmuştur ama, bir santrala yönelik intihar saldırısı, önlenmesinin zorluğu nedeniyle çok daha fazla kaygı uyandırıyor. Ancak, nükleer enerji yanlıları, "Bir nükleer santralın üzerine uçak düşerse ne olur diye, dert etmeyin. İlk anda ölenlerin sayısı, Hiroşima ve Nagazaki’deki kadar yüksek olmaz. Çünkü oradakileri kül eden radyasyon değil, 300 bin derece santigradı bulan sıcaklıktı" diyerek teselli ediyor.

23 Kasım 2006 günü, Rus gizli servisinin eski üyesi Litvinenko’nun, Londra’nın Millenium Oteli’nde içtiği çaya Polonyum-210 katılarak öldürülüşüne benzer cinayetlerin artmasından da korkuluyor. Litvinenko’yu nerede, nasıl, kimin öldürdüğünün aydınlatılmasında karşılaşılan güçlükler bir yana, radyoaktivite yayan cenazenin otopsisini kimlerin, nasıl yapacağına karar vermek bile günlerce sürmüştü.

Bir diğer tehdit, "radyoaktif terörizm." 2003’te İngiliz karşı istihbarat teşkilatı MI5’in başkanı Eliza Manningham-Buller, "Bir Batı ülkesinin radyoaktif terörizmle karşılaşması an meselesi" dediği bu eylemlerin iki örneği biliniyor. İlki, 1995’te Moskova’nın İzmailovski parkına Çeçenlerin gömdüğü iddia edilen Sezyum-137, ikincisi 1998’te Çeçenistan’da Argun yakınlarında bir mayına takılı bulunan teneke kutudaki radyoaktif maddeler. Ancak hastane, fabrika ve araştırma laboratuvarlarından çalınan radyoaktif madde öylesine çok ki, Bayan Buller pekala haklı çıkabilir.

İnsan içine çıkmaya utanıyorlar

Hiroşima ve Nagazaki’nin hibakuşaları, her geçen yıl beşer bin eksilerek günümüze kadar ulaştı. Sayıları 250 bin dolayındaki bu mağdurların ortalama yaşları 70’in üzerinde ve en gençleri 62 yaşında, yani bombanın düştüğü gün henüz ana rahminde olanlar. Kimileri hálá hastanede, kimileri her an bir bomba daha patlayacak korkusuyla yıllardır evinden çıkmıyor. Onlar da öldüğünde, öykülerini kim anlatacak?

Hiroşima’ya atılan bombanın hedefi "T" şeklindeki köprüydü. Bulunduğu yerde, bugün benzeri bir köprü var. Çevresini kuşatan Barış Parkı’nı ve içindeki müzeyi gezmeye ya da hemen karşısındaki, bir bölümü patlamadan sonraki harabe haliyle korunan Atom Bombası Kubbesi’ni görmeye gelen öğrencilerin sayısı gün geçtikçe azalıyor.

Çocuk Anıtı’nda biriken milyonlarca kağıttan turna kuşu da, birkaç yıl önce, "Geçmiş karın doyurmuyor. İşsizim" diyen üniversiteden yeni mezun biri tarafından yakılmıştı. O rengarenk kağıt turnalar ki, bin tane yaparsa ölmeyeceğine inanan ve sadece 644’üne ömrü yeten lösemili küçük kız Sadako Sasaki’nin anısına, dünyanın dört bir yanındaki ilkokul öğrencileri tarafından katlanmış ve sergilenmek üzere buraya gönderilmişti. O kuşlar ki, küçük Sadako sayesinde kağıt katlama sanatı Origami’nin olmazsa olmazına dönüşmüştü.

HASTA DOSYALARI DELİL OLACAK

Aslında, hibakuşaların fiziksel acılarına eklenen başka sorunları da var. Şekli bozulan, hatta tanınmaz hale gelen yüzleri, elleri, ayakları, dökük saçları, zayıf ve hastalıklı görünümleriyle insan içine çıkmaya utanıyorlar. Üstelik sadece onları değil, çocukları ve torunlarını bile "belki bulaşır" korkusuyla işe almayan kör cahiller bile var. Mağdurlar, Japon hükümetinden yeterince destek alıncaya dek çok mücadele ettiler ve hálá sürdürüyorlar. Hele, Hiroşima ve Nagazaki’deki fabrikalarda zorla çalıştırılırken ölen 20 bin kadar Koreli savaş esiri var ki, değil destek görmek, atom bombası kurbanları için dikilen anıtlara adlarını bile 25 yıl sonra yazdırabildiler.

1947’de, ABD Başkanı Harry Truman’ın emri üzerine kurulan Atom Bombası Zararları Komisyonu’nun görevi, radyasyonun sağ kalanlar üzerindeki uzun vadeli etkilerini araştırmaktı. Bu çerçevede Hiroşima ve Nagazaki’de görevlendirilen Amerikalı ve diğer yabancı doktorların, en az 15 bin hibakuşayı tedavi edip izlediği ve 28 yıl boyunca bu hizmeti Japon hükümetinden bağımsız yürüttüğü biliniyor. Atom bombası mağdurları ve yakınları şimdi, büyük bölümü hálá gizli tutulan bu hasta kayıtlarının peşinde. Belgeler, hem Japon hem de Amerikan hükümetleri aleyhine açılan bireysel tazminat davalarında delil olarak kullanılacak.

MİLYONLARCA HİBAKUŞA VAR

Aslında radyasyonun etkisiyle yaşamları kararan, sadece 62 yıl önce atılan atom bombalarının mağdurları değil. 1945’ten bu yana, bir daha hiçbir savaşta atom bombası kullanılmasa da, artık ABD’nin yanı sıra, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore’nin de nükleer silahı var. Resmen kabul edilmemekle birlikte, İsrail’in de elinde nükleer silah bulunduğu sanılıyor. Öte yandan ABD, İran’ı, bu tip silahları geliştirmekle suçluyor.

Geçen yıllar içinde yeraltında, yerüstünde ve atmosferde, gösteri ya da deneme amaçlı patlatılan iki bin kadar nükleer silah, Hiroşima ve Nagazakili hibakuşalara milyonlarca yenisini kattı.

Örneğin 1949 ile 1990 arasında, Doğu Kazakistan’ın Semipalatinsk bölgesini nükleer deneme alanı olarak kullanan Sovyetler Birliği, gerçekleştirdiği 600 kadar nükleer denemeyle, en az 1,5 milyon kişiyi, Hiroşima bombasının 20 bin katı radyasyona maruz bıraktı. Su kaynakları, nehirler ve tarım toprakları kirlenince, radyoaktivite besin zincirine girdi ve kanser, kısırlık, sakat bebek doğumları, intiharlar dünya ortalamalarının kat kat üzerine çıktı.

1986’daki, Ukrayna’nın kuzeyinde, Kiev’e 100 kilometre uzaklıktaki Çernobil nükleer reaktöründeki patlama, bir nükleer silah denemesi değil, kazaydı. Nükleer tarihin, bilinen 100 kadar kazasının en büyüğüydü ve açığa çıkan radyasyon, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının toplamından 200 kat fazlaydı Uluslararası Atom Enerjisi Komisyonu ve Dünya Sağlık Örgütü’ne göre radyasyon, Türkiye’yi de kapsayacak biçimde, geniş bir coğrafyada 6.6 milyon kişiyi ciddi biçimde etkiledi ve bunların en az 4 binini kanserden öldürecek.
Yazarın Tüm Yazıları