Çocuklar öldürünce

Şu sıralar gazete okuyan, televizyon seyredenler, birdenbire öğrencilerin okul içi ya da çevresinde birbirini yaralamaya, hatta öldürmeye başladığı ve bunun dalga dalga ülke geneline yayılmakta olduğu sonucuna varabilirler.

Halbuki okulda şiddet yeni bir olgu değil. Zincir, bıçak, hatta ateşli silahla okula gelen öğrencilerin bulunduğunu, bahçede bira, esrar içildiğini, çetelerin oluştuğunu, kayıtlara "kız yüzünden" diye geçirilen, ancak gerçek nedeni bu olmayan çatışmaları hem yetkililer biliyor, hem de bu alanda çalışan, bizim gibi akademisyenler yıllardır farkındalar.

Okullarda şiddetin istatistiksel anlamda artıp artmadığını tartışacak değilim. Esasen, resmi kayıtlarda yer almayan "kara sayıların" fazlalığı nedeniyle, bunu yapmak zaten mümkün değil. Sadece şiddetin (bu kavramın neleri kapsadığına bağlı olarak) dünyanın her okulunun her sınıfında görülebileceğini, kamuoyunun ve siyasilerin ilgisinin, medyanın ilgisine ve yansıtma biçimine bağlı olarak, bir inip bir çıktığını, bir öğrencinin öldürülmesi ya da intiharında doruğa çıktığını belirtmek isterim. Tıpkı 2002’de Erfurt Almanya’da 18 öğrencinin katliamından ya da Japonya’daki akran zorbalığına bağlı "Ijime" intiharlarından sonra yaşandığı gibi. Bir süre sonra ortalık durulur. Şiddet sürdüğü halde ilgi kaybolur, ta bir sonraki ölüme kadar. Umarım basınımız okuldaki şiddete ilgisini yitirmez ve sadece olayları sansasyonel biçimde yansıtıp, günah keçileri aramakla yetinmez.

ŞİDDETİN SORUMLUSU KİMLER YA DA NELER

Bir meclis araştırma komisyonu kurduracak boyutlarda, faili ya da mağduru öğrenci olan saldırı haberleri ile çalkalandığımız şu günlerde, okullarda yaşanan şiddetten sorumlu tutulanlar arasında, çocuklarına ilgi göstermeyen ya da şiddet uygulayan aileler, yeterli önlemleri alamayan okul yönetimleri, güvenliği sağlayamayan emniyet güçleri, bilgisayar oyunları ya da Kurtlar Vadisi gibi diziler de var.

Öğrencinin iletişim becerilerinin gelişmediği, şiddetten başka çatışma çözme yöntemi bilmediği, stresle başa çıkamadığı, problemini çözemediği sıralanan nedenler arasında. Bunlara gençlerin alkol, uçucu madde, uyuşturucu madde kullanmasını, her türlü istismarını, kesici-delici, ateşli silahlara ulaşabilmesinin kolaylığını, okulların altyapı eksikliğini, sınıfların kalabalıklığını, ders kitaplarından ayıklanamayan cinsiyet ayırımcılığını, göç, yoksulluk, yeni ceza yasası ve daha nice parametreyi eklemek mümkün.

Kısacası, dünyanın her yerinde geçerli olan ve etkileri bilimsel araştırmalarla defalarca kanıtlanmış, kişinin kendisinden, ailesinden, arkadaşlarından, okuldan, toplumdan kaynaklanan ne kadar etken varsa, hepsi sayılıyor. Takdir edersiniz ki, bu "risk faktörleri"nin bir bölümünü, "sıfırlamak" mümkün olamaz. Bu durumda, okulda şiddeti, azaltmak için ne yapmalı?

DAHA ŞİDDETİN TANIMI NET DEĞİL

Her suç tipiyle mücadelede olduğu gibi, önce "okulda şiddet" kavramından ne anladığımızda uzlaşmalıyız. Çünkü "şiddet" bir algıdır. Okullarda hangi davranışların kabul edilebileceği, hangilerinin reddedileceği; kültüre, toplum değerlerine ve sosyal normlara göre değişip farklılaştığından, dünyanın her ülkesinde geçerli, bilimsel bir tanımı yoktur. Örneğin falaka, geçmişte kabul edilebilir bir disiplin uygulaması olduğu halde, şimdi bir öğretmenin cetvelle ele vurması ya da kulak çekmesi bile "şiddet" olarak kabul edilir. Okulda şiddeti, dar anlamda, bir öğrenci ya da öğretmenin beden gücü ya da sopa, bıçak, silah gibi bir alet kullanarak verdiği fiziksel zarar biçimde tanımlayabilir ya da çerçevesini, laf atma, sataşma, lakap takmayı dahi içerecek biçimde genişletebilirsiniz.

Kriminologlar, "İyi tanımlanmış bir problem, yarısı çözülmüş bir problemdir" der. Ülkemizde henüz "okulda şiddet" kavramında anlaşabilmiş değiliz. Bu nedenle daha yolun çok başındayız.

SARA MODELİNİ İŞLETEMİYORUZ

Tıpkı diğer tüm suç tipleriyle mücadelede olduğu gibi, okuldaki şiddeti önlemenin başarısı, fail, mağdur ve olay yerine ilişkin güvenilir bilgi toplanmasına, bu verilerden yola çıkarak durumun analizine, bu analize dayanarak bir cevap verilmesine ve verilen cevabın işe yarayıp yaramadığının ölçümüne dayanır. Uluslarararası literatürde SARA (Scanning, Analysis, Responce, Assessment) olarak bilinen ve mücadele stratejilerinin temelini oluşturan bu sürecin hiçbir aşamasını işletemiyoruz.

Bir yandan "okulda şiddet"in neleri kapsadığında anlaşamamak, diğer yandan mağdur olanların, değişik nedenlerle okul yönetimine ya da emniyet birimlerine başvurmadaki çekingenliği nedeniyle oluşan "kara sayıların" fazlalığı, şiddetin gerçek boyutunu ve nereden gelip, nereye gittiğimizi görmemizi engelliyor.

Fail, mağdur ve olay yeri ile ilgili gerekli ayrıntıları toplayamıyoruz, bu nedenle "suç üçgeni"ni kıramıyoruz. Suç işlenmeden önlem alamadığımızdan, işlendikten sonra bir cevap vermeye çalışıyor, verilen cevabın işe yarayıp yaramadığını, maliyetini, verimliliğini objektif kriterlerle izleyemiyoruz.

BİZİ NELER BEKLİYOR

Yekililerin aklına gelen ilk çözüm, şiddetin yüksek olduğu okullarda, özel güvenlik önlemlerinin alınması. Yılbaşından bu yana, ardı ardına medyaya yansıyan şiddet olayları, hatta ölümler, Türkiye’de de, okulların önüne MOBESE kameralarının yerleştirilmesi, kapı girişlerine metal detektörlerin konması, hatta okul içerisinde polislerin görevlendirilmesi gibi önlemlere yol açıyor. Medya, konuya duyarlılığını sürdürürse, ülke genelinde yaşanacak panik, büyük bir olasılıkla şunları da gündeme getirecek.

Tuvaletler dahil olmak üzere okul binalarının her yerinin kapalı devre televizyon kameraları ile izlenmesi.

Giriş kapılarında elektronik kimlik kartlarının kullanılması.

Sınıfların metal ve narkotik dedektörü köpekler ile taranması.

Servis araçlarının hatta öğrencilerin GPRS ile uzaktan izlenmesi.

Şiddete eğilimli çocukların belirlenerek, ayrı sınıflarda özel eğitimler uygulanması.

Bütün bunlar, özellikle Amerika’daki okullarda yaygın olarak başvurulan yöntemler. Konuyu tartışma fırsatını bulduğum kişiler arasında, suç işleme riski yüksek ya da evvelce suç işlemiş çocukların kent dışındaki etrafı duvarlarla çevrili yatılı okullara gönderilmesi, hatta okula devam etmeyen, üstelik bali ya da tiner kullananların, sokaklardan, tıpkı başıboş kedi ve köpekler gibi toplanarak, gözden uzak bir mekana yerleştirilmesini önerenler dahi var. "Okulda şiddeti önleyeceğiz" derken, bizi nasıl bir kabusun beklediğini düşünmek bile istemiyorum.

Şiddet, intihar gibi bulaşıcı mı

24 Mart 1998 günü saat 12.35’te Arkansas’ın bir okulunda yangın alarmı çalmaya başladı.

Öğrenciler, bunun her zamanki gibi bir tatbikat olduğunu düşünerek, bahçeye koştular. Birden, silah sesleri duyulmaya başladı.

Saat 12.39’u gösterdiğinde, sayıları 15’i bulan öğrenci ve öğretmen, bir kan gölü içinde yerde yatıyordu. 4 öğrenci ve 1 öğretmen öldü.

Ateş edenler çelik yelek giymişti. Uzunca bir süredir planladıkları katliama, çalıntı bir minibüs, 10 tüfek ve tabanca, çok sayıda mermi ile gelmişlerdi. Biri 11, diğeri 13 yaşındaydı.

Bu olay, ABD’de bir yıl içinde yaşanan 7. okul katliamıydı. Ertesi yıl 20 Nisan’da, tam Hitler’in doğum gününde, sporcularla azınlıklardan hoşlanmadığı bilinen "Trençkot Mafyası"na üye, biri 17, diğeri 18 yaşında iki öğrenci, 4 tüfek ve 30 kadar bombayla Colorado’daki Columbine Lisesi’ni bastı. 14 öğrenci ve bir öğretmeni öldürdükten, 27 öğrenciyi yaraladıktan sonra, intihar ettiler.

Yerel ve ulusal TV kanallarının hemen her haber bülteninde, okullardaki şiddet dile getirildi. Saatler süren açık oturumlarda nedenleri ve çözüm önerileri tartışıldı. Gazeteler, okulda şiddetle başa çıkabilmek için kampanyalar düzenlediler.

Ülke genelinde öğrenciler ve aileler öylesine korktu ki, devamsızlıklar nedeniyle eğitim durma noktasına geldi. Çok kısa bir süre içerisinde Columbine okulunda yaşananların kopyaları ortaya çıktı.

Kanada’da 14 yaşında bir erkek öğrenci, 0.22 kalibrelik bir tüfekle okulu bastı. 17 yaşında bir öğrenciyi öldürdü, diğerini ağır yaraladı. Oklahoma, Fort Gibson Lisesi’nin 2. sınıfının en başarılı öğrencisi sınıf arkadaşlarının beşini ağır yaraladı.

İntihar haberleri ile birlikte, özellikle 18 yaşından küçüklerin intiharında artış görüldüğü, haberi izleyen 6. günde tepe noktasına ulaştığı, 10. günden sonra azaldığı bilinir. Kısacası, intihar bulaşır.

Aynı durumun şiddet için de geçerli olup olmadığını söyleyecek yeterli veri yok. Ancak, 20 Nisan 1999’daki Columbine Lisesi katliamından sonra gözlenenleri dikkatle değerlendirmekte fayda var.

Olayın ardından, okul müdürleri, polis ve medya, öğrenci ya da öğretmen öldürüleceğini belirten tehditler almaya başladı. 20 Nisan öncesinde, benzeri tehditler yılda 1-2’yi geçmezken, Columbine saldırısını izleyen 50 gün içerisinde, sadece Pennsylvania okulları 354 kez tehdit edildi. Yarısı (yüzde 56), olayı izleyen ilk 10 gün içerisinde gerçekleşti. Hafta sonu ve tatillerde azaldı. Eğitim düzeyi düşük mahallelerdeki okullar, daha fazla tehdit edildi.

Penn State Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği’nden Dr. Spencer Kostinsky ve arkadaşları 2001 yılında yayınlanan araştırmalarında, katliamın medyada yer alma sıklığı ve biçimi ile tehditler arasında doğrudan ilişki bulunduğunu açıkladılar ve intihar haberlerinin verilişindeki duyarlılığın gösterilmesini istediler. Belki ders almamız gerekir diye aktarmak istedim.

Suçluluk ve genetik

1920’li yıllarda ikizlerin incelenmesiyle başlayan çalışmalar, 1961’de Dr. Avery A. Sandberg’in, 44 yaşında, 183 cm boyunda bir erkekte, Jacob ya da "süper erkek" adı verilen bir sendromu bulmasıyla, farklı bir boyuta taşındı.

İnsanın 23 çift kromozomundan biri, cinsiyeti belirler. Kız çocukları, anneden ve babadan birer X kromozumu alır, erkek çocuklar ise anneden X, babadan Y kromozomunu alırlar. Jacob sendromlu erkekler, babalarından bir yerine, iki Y alarak, XYY özelliği gösterirler. Bu sendroma cezaevlerinde ve yüksek güvenlikli akıl hastanelerindeki erkeklerde sıklıkla rastlanması, ayrıca 8 hemşireyi öldüren Richard Speck adlı bir mahkumun da XYY olması üzerine, şiddete yol açan genetik kusurun bulunduğu sanıldı. Daha sonraki yıllarda, yaklaşık her bin erkekten birinin XYY sendromu gösterdiği ve şiddetle ilişkisinin sanıldığı kadar güçlü olmadığı ortaya çıktı.

Şiddetten sorumlu bir DNA bölgesine yönelik arayışlar bütün hızıyla sürüyor. Son aday, monoaminoksidaz A (MAO-A) adlı enzimi kodlayan gen. Genin L ve H tipleri var. L-tipi gen taşıyanların MAO-A’sı, stresle karşılaşıldığında salgılanan serotonin, norepinefrin ve dopamini parçalamakta gecikiyor, kişi zor sakinleşiyor. 2006 Mart’ında nörobilimci Andreas Meyer-Lindenberg, manyetik rezonans görüntüleme tekniği yardımıyla, L-tipi kişilerde, duyguları ve tepkileri denetleyen beyin bölgesinin daha küçük, ayrıca şiddetten sorumlu beyin bölgesinin daha aktif olduğunu kanıtladı.

Şiddet genini arayan çalışmalar, ister istemez şu soruları akla getiriyor. Yeni doğanda bazı kalıtımsal hastalıklar taranır. Acaba gelecekte bunlara L-tipi MAO-A ya da bulunacak bir başka genin taranması eklenir mi? L-tipi MAO-A taşıyan çocuklara ne yapılır? Ya da bu genin varlığı, okul bahçesinde arkadaşını bıçaklayarak öldüreni savunacak bir delil olarak kullanılabilir mi?
Yazarın Tüm Yazıları