Bu ayak izi senin, Dr. Watson

Baker Sokak 221b adresinde, Bayan Hudson’un kiracısı olarak oturan zayıf, uzun boylu, ince dudaklı, kartal burunlu, keskin bakışlı, ara sıra kokain kullanmaktan ve evini paylaştığı doktoru anlayışsızlıkla suçlamaktan başka kusuru bulunmayan özel dedektifin ünü Londra’yı çoktan aşmış, Avrupa’nın dört bir yanına yayılmıştı. Ayrıntılara düşkün, kimya, fizik, biyoloji, anatomi, botanik bilgisi engin dedektifin müşterisi hiç bitmezdi. Ne de olsa 1800’lerin sonlarıydı ve henüz hiç kimse olay yerini onun gibi inceleyemiyor ve adli bilimlerin gücünden onun kadar yararlanmasını bilmiyordu. Keşke Bay Sherlock Holmes gerçek olsaydı da, Londra polis müdürü Karındeşen Jak’ı bir türlü bulamadığından istifa etmek zorunda kalmasaydı.

Tıp fakültesinden yeni mezun olmuştu. Bir gün polis geldi ve bir hastasının tedavisinden şikayetçi olduğundan bahisle onu sorguya çekti. Yeterli delil olmadığında, masumiyetin kanıtlanmasının ne denli güç olduğunu bizzat yaşayan doktor, gerçek suçlunun bulunabilmesi için polislerin nasıl düşünmesi ve davranması gerektiğini gösteren bir öykü yazmaya karar verdi.

Yaratacağı dedektif, Edinburgh’taki cerrahi hocası, Kraliçe Viktorya’nın özel doktoru Joseph Bell gibi düşünmeliydi. Dr. Bell, elleri yumuşak, kolları güçlü kadın hastasının çamaşırcı olduğunu anlar, ayakkabılarındaki çamurun rengine bakar, hangi yoldan geçtiğini söylerdi. İşte, Sir Arthur Conan Doyle, efsanevi dedektif Sherlock Holmes’u böyle yarattı.

İlk öykü, "A Study in Scarlet", 1887’de yayınlandı. Bunu 60’a yakın macera izledi (Bazıları, farklı yıllarda, farklı adlarla Türkçe’ye de çevrildi. Kafanızı karıştırmamak için sadece orijinal adlarını vereceğim).

POE’NUN DUPIN’İ

Bu ilk öyküde Sherlock Holmes’un, uzun yıllar birlikte çalışacağı Dr. John Watson’u gördüğünde "Doktor tipli bir beyefendi. Ancak askere benzer havası da var. Öyleyse, askeri tabip. Yüzü yanık, el bileklerinin iç kısmı ise açık renkte, demek ki çok güneşli bir bölgeden geliyor. Yorgunluğuna bakılırsa, bir hastalık geçirmiş olmalı. Sol kolunun duruşu doğal değil. Anlaşılan yaralanmış. Bir İngiliz askeri tabibi, bol güneşli hangi ülkede hastalanmış, zor şartlarda çalışmış ve yaralanmış olabilir? Hiç kuşkusuz Afganistan’da" biçiminde mantık yürütmesi, yazarın Dr. Bell’den ne kadar çok etkilendiğinin küçük bir kanıtıdır.

Sir Arthur Conan Doyle’un dedektifi için model olarak kullandığı başkaca gerçek ve hayal kahramanlar da var. Amerikalı Edgar Allen Poe’nun "Morg Sokağı Cinayeti"nde karşılaştığımız Fransız özel dedektif Chevalier C. Auguste Dupin, Sherlock Holmes’ten 50 yıl kadar önce gün ışığına çıkmıştı. Her iki dedektifin pek çok özelliği paylaştığı görülse de, aralarındaki en temel fark, Dupin’in "düşünce okuyabilme" becerisine karşılık, Holmes’un her zaman, bilimsel delillere dayalı sonuçlar çıkartmış olmasıdır. Aradan geçen 100 yıla rağmen, adli bilimciler arasında çok özel bir yeri olmasının, adına kulüpler, dernekler kurulmasının, ödüller verilmesinin nedeni budur.

FRANSIZLARIN VIDOCQ’U

Kılıktan kılığa girerek, en yakın dostu Dr. Watson’u bile aldatabilen Sherlock Holmes, bu açıdan incelendiğinde, tüm zamanların en ünlü dedektiflerinden Eugene François Vidocq’a da benzetilebilir. Aslında, Edgar Allan Poe’nun dedektifi Dupin de büyük bir olasılıkla Vidocq’tan esinlenmiş olsa gerek. Cezaevine girmemek için muhbir olmayı seçen ve "suçluyu, ancak suç işlemiş olan yakalar" görüşüne yürekten inanan Vidocq, 1812’de hırsız, dolandırıcı, katil arkadaşlarından oluşturduğu çekirdek bir kadroyla Paris polis teşkilatı içerisinde ilk ceza soruşturması birimini kurmuş, 8 yıl içinde, Paris’teki suç oranını yüzde 40 azaltmayı başarabilmişti. La Sûrete Nationale (Ulusal Güvenlik) adıyla bilinen birim, Scotland Yard ve FBI dahil olmak üzere, dünyanın birçok ülkesinin polis teşkilatına model oluşturmuştur.

Conan Doyle’un Vidocq’a hayranlık duymaması mümkün değildi. Nitekim Sherlock Holmes’un zaman zaman eski suçlulardan yararlanarak olayları aydınlatmaya çalışması da buna bağlanabilir.

İLK SUÇLU PROFİLİNİ SHERLOCK HOLMES ÇIKARDI

Sherlock Holmes, peşinde olduğu katilin düşünce sistemini anlamaya çalışır, buna dayanarak profilini çıkartır ve bunda öylesine başarılı olurdu ki, katilin fiziksel, sosyal ve ruhsal özelliklerini öngörebilir, böylece onu yakalayabilirdi. Günümüzde profilleme adı verilen, başta cinsel motifli şiddet suçları olmak üzere seri suçların soruşturulmasında yararlanılan ve pek çok güvenlik teşkilatı içerisinde özel birimleri bulunan bu alandan, Sir Arthur Conan Doyle’un yaşadığı yıllarda kimsenin haberi yoktu.

New Yorklu psikiyatri uzmanı Dr. James Arnold Brussel’in dünyada ilk kez profilleme tekniğini kullanarak "Deli Bombacı Davası"nı aydınlatması için 60 yıl geçmesi gerekecekti. 1940-56 arasında New York’un tiyatro binalarına, tren istasyonlarına, telefon kulübelerine bıraktığı bombalar ile dehşet saçan failin kim olduğunun bulunabilmesi için, olay yeri fotoğraflarını ve gazetelere gönderilen tehdit mektuplarını inceleyen Dr. Brussel, aranacak kişinin, 40-50 yaşlarında, iri yarı, beyaz, bekár, Connecticut’ta kardeşleriyle birlikte oturan, annesine hayran, babasından nefret eden, Katolik, kalp hastalığı geçirmiş, elektrik teknisyeni bir Slav göçmeni olması gerektiği sonucuna varmıştı. 1957 Ocak’ında George Metesky yakalandığında, profile tıpatıp uyuyordu. Üzerindeki düğmeli kurvaze cekete kadar.

Howard Teten’in kurduğu ve pek çok televizyon dizisi ile filme konu olan FBI’ın Davranış Bilimleri Birimi’nin faaliyete geçmesi için 70 yıl, Bernt Turvey’in adli psikologların ve cinayet masası polislerinin eğitiminde yaygın biçimde kullanılacak davranış delillerine ilişkin ilk ders kitabı olan "Criminal Profiling: An Introduction to Behavioural Evidence Analysis"i yayınlaması için 100 yıl beklemek gerekecekti. Gerçi profilleme tekniğinin hatasız olduğu söylenemez ama, eldeki diğer bilimsel delillerle desteklendiği takdirde işe yaradığı defalarca kanıtlanmıştır.

Sherlock Holmes, bir sonraki olay yerinin neresi olacağını da öngörebilirdi. Kanadalı polis Dr. Kim Rossmo’nun coğrafi profilleme adı verilen bu soruşturma tekniğini bilimsel bir tabana oturtması, bilgisayar destekli suç haritaları oluşturarak seri katil ve seri kundakçıları bulabilmesi için gine 100 yıl beklendi.

DAKTİLO ŞERİDİNİN PATENTİ YENİ ALINIRKEN HOLMES, DAKTİLO YAZISINDA DELİL BULUYORDU

Sherlock Holmes, el yazılarının kişiye özgü olduğunu biliyordu. Ayrıca kağıt, mürekkep, mühür, pul, filigranları da değerlendirebilirdi. "The Man with the Twisted Lip"te, aynı siyah mürekkeple yazılanların, farklı zamanlarda kaleme alındığını saptamış, "A Study in Scarlet"te "A" harfinin biçimine bakarak, yazanın bir Alman olmadığı sonucuna varmıştı.

Gerçi yazar Sir Artur Conan Doyle’un yaşadığı dönemde el yazısı incelemeleri soruşturmalarda kullanılıyordu ama, henüz kuralları tam olarak belirlenmediğinden, yanılmalar oluyordu. Sherlock Holmes öykülerini ders kitabı olarak öğrencilerine öneren ve antropometrinin temellerini atan Alphonse Bertillon’un, 1890’da Fransız Yahudisi Yüzbaşı Dreyfus’un haksız yere suçlanmasına yol açan el yazısı incelemesi, bu tarihi hatalardan biridir. Günümüzde bir başvuru kitabı olarak hálá yararlandığımız Albert Osborn’un ünlü "Questioned Documents" adlı eseri 1922’de 1. baskısını yaptı. El yazısının incelenmesindeki hatalar da nispeten azalmaya başladı. Aradan 80 yıl geçti, tamamen sıfırlandığı söylenemez.

Sherlock Holmes, 1888’de yayınlanan "A Case of Identity"de daktilo yazısını delil olarak kullanmıştır. O tarihte, daktiloların delil niteliği ile ilgili hiçbir uygulama yoktu. "Bir daktilonun, tıpkı el yazısı gibi kişisel özelliklerinin olması ne garip" der Holmes, "çok yeni olmadıkları takdirde, birbirinin aynı biçimde yazan iki daktilo yok. Birinin harflerinin bu yanı, diğerinin öbür yanı aşınıyor. ’e’ ve ’r’ harflerine dikkat edin Bay Windibank, bunun gibi 14 karakteristik daha var. Bu zarfın üstü sizin daktiloda yazılmış."

Conan Doyle’un, bir yandan harflerdeki aşınmanın delil değerini, diğer yandan rastlantıyı ortadan kaldırabilmek için tıpkı parmak izi karşılaştırmalarında yapıldığı gibi çok sayıda benzerliğin (bu örnekte 14) bulunması gerektiğini öğrettiği yıl, Jacob L. Wortman, daktilo şeridinin patentini yeni alıyordu.

AYAK İZLERİ

Sherlock Holmes, ayak izleri konusunda da uzmandı. "The Boscombe Valley Mystery"de, "Bu içe basan sol ayak izleri sana ait Dr. Watson" diyebilecek kadar bir bakışta ve çıplak gözle değerlendirebilirdi. Halbuki suçların aydınlatılmasında ayak izlerinin kullanımı henüz yeni gelişiyordu. Patoloji uzmanı Dr. Charles Meymott Tidy, 1882’de basılan adli tıp ders kitabında ayak izlerinden söz ediyor, çamura, alçıya, katrana, kuma basan ayağın, oluşturduğu izlerin birbirinden farklı olduğunu, bu konuya dikkat edilmesi gerektiğinin altını çiziyordu.

Ayak ve ayakkabı izi tartışmaları yıllarca sürdü. Uyanık suçluların büyük ya da küçük numara ayakkabılar giymesi, ayaklarına bez sarması işleri iyice karıştırdı. Hatta, doktorların ayakkabı izi incelemekten vazgeçmesini, "akıllı bir ayakkabıcı"nın onlardan çok daha güvenilir olduğunu yazacak kadar işi ileri götürenler oldu. Bugün FBI gibi ellerinde veri tabanları olanlar, ayakkabı izlerinden yola çıkarak numarasını, markasını, hatta imal edildiği yeri dahi söyleyebiliyor. 1995’te eski eşi ve aşığını öldürmekten yargılanan zenci sporcu Orenthal James Simpson’un davasında, cesetlerin bulunduğu bahçedeki kanlı ayakkabı izlerinden alınan kalıpları inceleyen FBI uzmanı William J. Bodziak, ayakkabının, 46 numara, İtalyan yapımı, Lorenzo model, bir Bruno Magli olduğunu saptamıştı.

KÖPEKLER

Köpek burnunun hayranlık veren yeteneği yüzyıllardır bilinir. Sherlock Holmes da onların bu özelliklerinden pek çok kez yararlanmıştır. Ayrıca İngilizlerin köpek sevgisi de, Holmes öykülerinin üçte birinde bir köpeğin yer almasının başlıca nedenidir. Örneğin "The Adventure of the Missing Three Quarter"da köpek Pompey, anason kokusunun izini sürebiliyordu. "The Adventure of Shoscombe Old Place"deki köpek, yabancılarla tanıdıkları birbirinden ayırabiliyor, "The Sign of Four"daki köpek Toby, katilin izini sürebiliyordu.

"Köpek burnu yanılmaz, Dr. Watson" diyordu Holmes. Belki dedektif için öyleydi de, polislerin bu beceriden yararlanabilmesi için çok uzun yıllar gerekecekti. Londra’yı dehşete düşüren Karındeşen Jak’ın ortalığa çıktığı 1888’de, kentin polis müdürü Sir Charles Warren’ın kiraladığı Barnaby ve Burgho adlı av köpekleri, katili yakalayamadıkları gibi, sisin içinde kaybolduklarından, onları aramak üzere yüzlerce polis görevlendirilmiş, müdürün bu başarısızlığı günlerce gazetelerin birinci sayfasında manşetten verilmişti. Yeri gelmişken belirtmekte fayda var, müdür, Karındeşen Jak’ın yakalanamamasının nedenini, altı çivili olduklarından kaldırımlarda ses yapan polis çizmelerine bağlamış ve binlercesini lastik tabanlılarla değiştirtmişti. Müdürün parlak fikirleri sadece bunlarla kalmadı. Büyük bir olasılıkla katilin elinden çıkmış olan bir duvar yazısını, "Yahudiler boş yere suçlanacak adamlar değildir" dilbilimcilere ve el yazısı uzmanlarına inceletecek yerde, halk arasında Yahudi düşmanlığı yaratabilir korkusuyla görür görmez sildirtmiş, böylelikle delilleri de yok etmişti. Müdür, katili bulamadığı için istifa etti. Aradan bir asır geçti, kadın katilinin kim olduğu hálá aranıyor.

KAN LEKELERİ

Daha ilk macerasında Sherlock Holmes, elindeki tüplerle, "Buldum, buldum, sadece hemoglobini çöktüren bir ayıraç buldum. Artık lekelerin kan mı, çamur mu, pas mı, meyve mi olduğunu kolaylıkla anlayabileceğim" diye bağırarak koşuşturduğunda, bu soruları yanıtlayacak yöntem henüz keşfedilmemişti. Hele kan lekesinin insana mı, hayvana mı, insansa kime ait olduğunu saptayacak yöntem, sadece hayal edilebilirdi. Karl Landsteiner’in A, B, AB, O kan gruplarını bulması (bu çalışması için Nobel almıştır) ve Max Richter’in aynı yöntemi kan lekelerine uygulaması 20 yıl, İtalyan Leone Lattes’in bir cinayet davasını lekedeki kan grupları ile aydınlatarak, şüphelinin beraatini sağlaması 35 yıl sonradır. Lekelerde kan grubu ile alt gruplarının belirlenmesinde kullanılacak yöntemlerin standardize edilmesi için 70 yıl, bunların DNA düzeyinde analizi için 100 yıl beklemek gerekmiştir.
Yazarın Tüm Yazıları