Gazetenin Murat Bardakçı'nın editörlüğünde çıkardığı tarih dergisinin bu haftaki sayısındaki hamam bahsini okurken aklıma bundan aşağı yukarı yirmi sene evvel tertiplediğimiz bir hamam partisi geldi. Çok eğlendiğimiz bu olayı sizlere anlatmak istedim.
Bendeniz hiç bir zaman yabancı misyon temsilcileriyle yani buraya gelen sefir süfera takımı ile ahbaplık kurmam. Zaten kendi sevdiğim dostlarıma zor vakit bulduğum için gelip geçici ilişkilere maalesef vakit ayıramam. Ancak bazıları ile hasbelkader dost olmuşumdur. Bunlardan birisi de 1980 ile 83 seneleri arasında İstanbul'da bulunan Yunan Konsolosu Aleko ve Helen Philon'du.
Helen ile o kadar çok müşterek enternasyonal dostumuz vardı ki, hem ona benim adımı, hem de bana onun adını salık vererek birbirimizle tanışmamız gerektiği önerisinde bulundular. Helen, sanat tarihçisiydi ve Benaki Müzesi’nde çalışmıştı. Bendeniz ise Sadberk Hanım Müzesi'nin başındaydım. Bütün bu müşterek konular ve ahbaplar bir tarafa, biz birbirimizi çok sevdik ve çok anlaştık. Dolayısıyla aramızda çok hoş bir arkadaşlık başladı. Beraberken aynı şeylere gülüyorduk ve aynı türden uçuk meraklarımız vardı. Helen ve Aleko Philon çifti ile arkadaşlığım hálá devam ediyor. Neyse ki artık Atina'ya döndüler de birbirimize nisbeten daha yakın mesafedeyiz.
Ben, sevgili Helen'in sayesinde ilk defa bir tekkeye gittim. Antalya Kale İçi'ndeki evleri ilk defa onunla gezdim ve orada bir ev sahibi oldum. Kendisinin de Atina'nın eski şehri Plaka'da bir evi vardı ve orada beraber kalmıştık. Akropol'ün arkasında mehtabı seyrederek muhtelif konular üzerinde tartışarak sabahlamıştık.
İstanbul'u Helen'le tanımış ve Helen'le dolaşmıştım. Zaten bu karı kocayı herkes çok sevdi ve biz Türkler'den pek çok ahbapları oldu.
Burada üç sene kaldıktan sonra tayinleri çıktı. Artık İstanbul'dan ayrılma zamanı gelmişti. Gitmelerine bir iki ay kala, Helen ‘‘Bu şehri dolu dolu yaşadım, görmediğim yer, girmediğim delik kalmadı ama yapamadığım bir tek şey kaldı, o da bir Türk Hamamında yıkanmak’’ diye dert yandı. Kocası da ‘‘Ben de Abanoz Sokağı'nda bir eve gidemedim’’ dedi. Aleko'nun problemini ben halledemezdim ama Helen'i buradan ayrılmadan muhakkak bir hamama götürmeliydim ve bizim usul yıkanmalıydık.
Bu konuşma Helen'in doğum gününe yakın bir tarihte yapılmıştı ve Helen'in doğum gününü hanım arkadaşlarımızla beraber bir hamamda kutlamaya karar verdik.
İlk işimiz bütün İstanbul hamamlarını dolaşmak ve kendimize uygun bir hamam bulmaktı. Bu sayede, İstanbul kazan biz kepçe bütün hamamları dolaştık. Kiminin sahibini beğenmedik, kiminin mekánını sevmedik, kiminin saatleri bize uymuyordu. Sonunda Zeyrek'teki Barbaros Hayrettin'in leventleri için Mimar Sinan'a yaptırttığı Çinili Hamama karar verdik. Çinileri hep çalınmıştı ama ne de olsa 16 yy. dan kalmaydı, Mimar Sinan'ın eseriydi ve bize yakışırdı.
Derhal Cağaloğlu'na çıktık, sokakta tebrik kartları satan tezgáhlardan üzeri bol yaldızlı güllerle süslü en kiç kartı bulduk. Bunu davetiye olarak kullanacaktık. Sonra Kapalı Çarşı'dan hamam tasları ve futalar aldık. Hacı Şakir sabunlarının ilk örnekleri olan eski yazılı kalıp sabunlardan ısmarladık ve davetli hanım arkadaşlarımıza davetiye ile birlikte birer sabun yolladık. O gün hamama gelen herkese birer tas ve birer futa hediye edildi.
Hiç unutmuyorum, beline kadar gür saçlı yazar Nermin Bezmen'in başını üç kişi ancak sabunlayabilmiştik. Arkadaşlarımızdan Stella göbek dansı kılığında bizlere çok güzel bir sürpriz hazırlayarak raksetmişti. Limon sorbesi hararetimizi bastırdı. Yenildi, içildi birbirimizin haline gülerek tam eski günlerdeki gibi yaşadık. Çıktığımızda cildim pamuk gibiydi ve bu teravet günlerce sürdü.
Her ne kadar hálá bu güzel dostluk devam ediyorsa da bütün aklımıza, geniş dünya görüşümüze rağmen, konu ülkelerimizin sorunlarına geldiğinde, maşallah ikimiz de dişlerimizi birbirimize geçirmekte hiç sakınca görmüyoruz. İnşallah Avrupa Topluluğu'na gireriz de bu diş gösterme işini de böylece sona erdirmiş oluruz.