Paylaş
Dün bir süpermarkete gittim. Aslında anti-emperyalist karakterde bir insan olarak bakkala gitmem gerekiyordu.
Ama ne yapayım yani, kapitalizmin garip bir cilvesi sonucunda süpermarkette fiyatlar daha ucuz.
Bana da yakışmıyor bu yerlere gitmek, ama başka çare de yok.
Rahşan mutfak giderlerimizin ortalama bir köylü ailesinin bütçesini aşmasına izin vermiyor. Yemek pişirirken bile halkı hatırlamak zorundaymışız. Bu nedenle dikkatli harcama yapmak zorundayım.
Süpermarkette ekmek reyonuna yöneldim. Aman Tanrım, o da ne öyle! Neredeyse yüzlerce çeşit ekmek vardı. Soğanlısı, zeytinlisi, çavdarlısı, Fransız bageti, dolmuş taşıyordu etraf. Birden afakanlar bastı üstüme. İnsanlık onurunun bu şekilde ayaklar altına alınmasına dayanamazdım tabii. Ben halkçı bir insanım, ne işim var zeytinli ekmekle.
Fırladım çıktım o tüketim cehenneminden. Bizim köşedeki fırıncıya koştum. Halkımın alın teriyle yapılmış sıcak bir somun ekmeğini elime aldım. Böldüm ortadan. Buram buram memleketim kokuyordu. Alın teri vardı bu ekmekte, kan vardı, gözyaşı vardı.
ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA
O KÖY BİZİM KÖYÜMÜZDÜR
GİTMESEK DE, GÖRMESEK DE
O KÖY BİZİM KÖYÜMÜZDÜR
LALALALA LAAAAAAA
LALALALA LAAAAA
LA LA LA LA LA LA LA LA LAAAAAAAAAAAAAAA.
Rahşan'la her gece yatmadan önce eğlenmek için söylediğimiz bu şarkı, işte o anda beynimde yankılanmaya başladı.
***
Memleketime bakarken, zaman zaman gözlerim dalıp gidiyor.
Nerede ah o eski güzel günler, ahhhh.
Bir zamanlar televizyon filan yoktu ortada.
Mahalle insanı birbiriyle sohbet edebiliyordu.
Zaten gün boyu bakkal önünde sıra beklerken koyulaşıyordu sohbet, akşam da evlerde misafirlikte devam ediyordu.
Çay demlendikten sonra ortaya tek bir adet küp şeker getiriliyor, herkes sırayla bu şekeri emip, kıtlama yaparak çayı içiyordu.
Gerçi ikinci bardak çaylar içilirken elden ele dolaştırılan şekerin görünümü hiç de iç açıcı olmuyordu.
Evet, belki bu fazla sağlıklı bir olay da değildi, ama sonuçta da insanlarda paylaşma hissi öyle bir gelişiyordu ki, aklınız durur. Tek bir şekeri paylaşarak çay yudumlayan bu insanlar, sosyal demokrat hareketin doğal oy tabanıydı. Biz Rahşan ile hâlâ daha aynı âdeti sürdürüyoruz. Gece mütevazı yemeğimizden hemen sonra akşamüstü demlemiş olduğumuz çayı ziyan olmasın diye tekrar ısıtıp içerken yine tek bir şekeri ortaya koyuyoruz.
İlk önce ben kıtlama yapıyorum, sonra da emdiğim şekeri ona veriyorum, o çayını yudumluyor. Böyle, bir ona, bir bana gece sürüp gidiyor.
Radyoda TRT kanalında bir de ‘‘Yurttan Sesler Korosu’’ var ise, işte o zaman gece unutulmaz anılarla dolup taşıyor.
Romantizmin en kıyağını yaşıyoruz biz, siz ne diyorsunuz ya?
***
Bu devlet protokol görevlilerinden nefret ediyorum. Ben neden istediğim araçla Başbakanlığa gidemeyim ki? Bunu anlamak mümkün değil.
Neymiş efendim, Başbakanlık önüne ahır inşa etmeleri mümkün değilmiş.
Eşeğimi Başbakanlık önünde öylesine açık bir yere bağlamam da yakışık almazmış.
Türkiye'nin imajı zedelenirmiş.
Neyse o zedelenecek şey, anlamadım ya... Halkım eşekle dolaşıyorsa, ben de bu ulaşım aracını kullanırsam, Batı'nın buna diyeceği ne olabilir ki?
Halktan kopuk bürokrasi öylesine engeller çıkarıyor ki, insanın içi kinle doluyor vallahi billahi.
***
Yabancı şarabı tercih edenler mutlaka faşisttir, ben buna samimi bir şekilde inanıyorum.
En muteber insanlar da rakı içenlerdir.
Onlar şarap içeceklerse de 70 bin liradan satılan plastik kapaklı şarapla tatmin olmasını bilirler.
Çünkü, halkçılık bir içsel tutarlılığı olan düşünce sistemidir ve halkçılar hayattaki her adımlarında istikrarlıdırlar.
Acı bir şey, ama bizim milli olması gereken basında da yabancı şarap hayranları var.
Allah'tan geçen gün rakıcı cephe onlardan bir tanesine ağzının payını verdi.
Penis yazarı diye adamı bir güzel haşladılar.
Basında hâlâ benim gibi halkı seven, milliyetçi ve demokrat insanların var olduğunu görmek beni nasıl da sevindirdi, bilemezsiniz.
Hasan Pulur ve onun gibi basın emekçileri de olmasa, yemin ediyorum ki medya, faşistlerin eline tamamen geçecekti...
***
Size bir şey söyleyeyim mi?.. Benim gibi bir insanın bulunduğu kabinede Ekonomi Bakanı'nın hayatında bir kez bile Türk sigarası içmemiş olması ve ağzında sürekli puroyla dolaşması bilim-kurgusal, fantastik bir olay vallahi.
Yani adamda tek bir halkçı nosyon yok ya... İnanılacak gibi değil.
Halkla en son yakın ilişkisini Etiler'deki dükkânda Küba purosu satın alırken kurmuş bulunan bir bakandan bu ülkeye hayır gelir mi, bilemiyorum.
Bence bir Ekonomi Bakanı'nın halka hizmet edip etmeyeceğinin en net göstergesi ‘‘Yerli Malları Koruma Haftası’’na inanıp inanmadığıdır.
Bizimki, yerli mallarını koruma deyince , Türkiye'de üretilen diyet kolalara sübvansiyon vermeyi anlıyor.
Hayatında bir kez bile kalabalık bir odada insanlarla toplu halde incir ve fıstık yememiş, onlarla aynı şekeri emmemiş bir insandan halka yararlı iş gelebilir mi Allah aşkına?
Paylaş