Paylaş
Türkiye doğal olarak son cinayeti tartışıyor.
Gerçi her yeni cinayette üzülme, tartışma ve hatırlama düzeylerimiz biraz daha düşüyor.
Her yeni felaketi bir öncekinden çok daha çabuk unutuyoruz.
Her yeni olay bir önceki olayı da tamamen unutturuyor.
Örneğin deprem oldu, Apo'yu unuttuk, cinayet oldu depremi bir süre için bile olsa unutuverdik...
Bakalım bundan sonraki olay ne zaman olacak, şimdi o bekleniyor toplu halde.
***
Bir ülkede nasıl olur da faili meçhul cinayet olur, bu soru herkesin kafasını meşgul ediyor.
Bal gibi olur, hatta bence bizim gibi ülkelerde faili meçhul cinayet olmasa bence tuhaf bir durumla karşı karşıyayız demektir.
Bu diyeceklerim son olayın çözülüp çözülmemesiyle de bağlantılı değil, çünkü sonuncusunun çözülmesi tabii ki geçmişi unutturamayacak bize.
Neden bana doğal geliyor biliyor musunuz bu tür gelişmeler?
Aslında büyük teorilerim yok. Bilimsel bir analiz yapmaya da ihtiyacım yok bu sonuca varmak için.
Sadece gazetelerde çıkan ve minicik kalan haberlere bir bakın, memleketin acıklı durumu orada apaçık ortaya çıkıyor.
O minicik kalan haberler de Türkiye'de nasıl olup da faili meçhul cinayet olabildiğini bana anlatıyor, çünkü siyasi cinayetlerin olabildiği bir ülke geri kalmış, dünya hiyerarşisinde alt plana inmiş, kendisini Avrupalı sansa bile aslında Ortadoğululuktan kurtulamamış bir ülkedir ve o minik haberlerden de böyle bir ülkenin görünümü çıkmaktadır.
***
Ortalık son olayla kaynarken, haberler ağırlıklı olarak bu konudayken tam zamanını şimdi hatırlamıyorum, minicik bir haber daha gözüme çarptı. (Daha sonra Doğan Hızlan da köşesinde bunu yazdı.)
Bir mahkeme Philip Roth'un ‘Portnoy’s Complaint' adlı kitabının Türkçe çevirisinin Türkiye'de satılmasını yasaklamıştı.
Bence bu siyasi cinayetlerin olabildiği bir ülkeye özgü, görünürde minik ama hayat kalitesinin durumunu anlatma açısından acayip büyük bir haberdi.
Bu tür kararlar, yasaklamalar bireyin yaşam kalitesinin köpek pisliği kadar değeri olmadığı ülkelerde alınır.
Çünkü bireyi mutlu edebilecek şeyler o tür ülkelerde sakıncalı olarak damgalanır.
Ve tabii o tür ülkelerde bu nedenle de siyasi cinayetlerin failinin bulunmaması kimseyi fazla şaşırtmaz.
***
Philip Roth dünya edebiyatının en önemli isimlerindendir.
Yasaklandığı belirtilen ‘Portnoy’s Complaint' ile Saul Bellow'un ‘Herzog’ isimli romanı, 1960'lı yıllar Yahudi Amerikan edebiyatının temel taşlarını oluşturan iki edebi başyapıttırlar.
Haber kısaydı, bu nedenle yasaklanma gerekçesini tam anlayamadım. ‘Toplumsal değerlere aykırılık’ gibi kısa bir cümle vardı haberde.
‘Portnoy’s Complaint', bir psikiyatrın kanepesinde uzanmış olan Alexander Portnoy'un psikiyatra takıntılarını anlatmasından oluşur.
Portnoy doktora küçük yaşta mastürbasyona nasıl da bağımlı olduğunu detaylarıyla anlatır.
Anladığım kadarıyla romanın bu bölümleri ahlaka aykırı bulundu.
Öyle ya, bizim gibi harikulade bir toplumda mastürbasyon yapan da katiyen yoktur.
Hatta mastürbasyonun ulusal değerlerimize aykırı olduğu bile iddia edilebilir.
Dolayısıyla bir roman çerçevesinde, bir başyapıt olduğu kabul edilen romanda da anlatılsa, böylesine gayri-ahlaki şeylerin tamamen dışında olan Türk milletinin okumasına katiyen uygun olmayan bir şeydir bu.
***
Absürd, abuk adamlar ve fikirler bu toplumu yönetiyor.
Bir şeyler empoze etmeye, bizi bir şeylerden korumaya çalışıyorlar ama neden ve ne gerekçeyle korudukları da pek belli değil.
Dahası onlara bu koruma görevini kimin verdiği de belli değil.
Ben hayatım boyunca sansürün her türlüsünden tiksindim.
Sansürcüden de tiksinirim.
Bir başyapıtta halkın ahlakını bozabilecek yönler bulunduğunu düşünen bir zekáya saygı duymam.
Roman yasaklayan bir ülkede 21'inci yüzyılın hoş geçmesinin mümkün olmayacağına da eminim.
Paylaş