Paylaş
Örneğin, Ege’de geçen hafta yılın ilk yaş üzüm ihracat yolculuğu Alaşehir’den Rusya ve çeşitli Avrupa ülkelerine başlarken, hedeflerin hayli iddialı olduğu dikkat çekiyordu. Üreticiler Yunanistan’a kaptırılan sofralık üzüm pazarının bu yıl geri alınacağını söylerken, uçak kargosuna verilen teşvikin önemine dikkat çekiyordu. İncir ve kuru üzümde dövizin hayati önem taşıdığı şu günlerde Avrupa pazarlarından Türk ekonomisine kaynak getirmeye hazırlanıyor. Seçim sonrası ekonomide yeniden dengeler kurulmaya çalışırken, Ege’nin tarım ürünleri ihracatından gelecek dövizlerin katkısı büyük olacak.
Bu arada TL’nin değer kaybının ihracat açısından yeni fırsatlar yarattığını da unutmamak gerek. Türk ziraat ürünleri yurtdışı piyasalarda rakiplerine göre daha avantajlı fiyatlarla satılabildiği için pazar payı artabilir. Nitekim bu durumu Manisa Şehzadeler Ziraat Odası Başkanı, “Doların yüksekliği bir çok sektörü olumsuz etkilerken biz bu kez çiftçiye olumlu şekilde yansıyacağını düşünüyoruz. Geçen yıl üzüm ihracatında sıkıntılar yaşadık. Dolardaki artıştan dolayı bugünlerde kuru üzüm fiyatları 7 lirayı aştı. Bunun aşağıya düşmeyeceğini umuyoruz” diyerek özetlemiş.
Bu sözler bana Cumhuriyet tarihinin büyüğü, iktidarlar deviren ünlü 2001 ekonomik krizindeki bir sohbetimi hatırlattı. Bir turizmci arkadaşım, “Bizim burada Antalya’da kriz yok. Turizm gelirleri euro olduğu için TL değer kaybettikçe daha çok kazanıyor, en karlı günlerimizi yaşıyoruz” demişti.
MADALYONUN ÖBÜR YÜZÜ
Tabii, bunlar madalyonun sadece bir yüzü. Kısa vadede bazı sektörler için karlı gibi görünse de döviz fiyatlarındaki istikrarsızlık başta petrol olmak üzere maliyetleri artırıyor. Bu da sonunda ekonominin üzerine enflasyon kabusu şeklinde çöküyor. Enflasyonun ise kazançları euro olanlar dahil Türkiye’de yaşayan herkesi az ya da çok etkilediğini yakın tarihimizdeki siyasi ve ekonomik gelişmelerden çok iyi biliyoruz. O nedenle ekonomiden sorumlu bakan Berat Albayrak, öncelikli hedefin enflasyonu tek haneye indirmek olduğunu söylüyor.
Güzel haberler
GEÇEN hafta bir yakınım tıpta gelişen teknolojinin yardımıyla kapalı ameliyat oldu. Ne kesme ne biçme ne kan ne pansuman. Vücudunda sadece küçücük bir delik, ertesi sabah hastaneden yürüdü gitti. Bir uçta mikroskop başındaki doktorlar, diğer uçta delikten uzatılan borunun içindeki mikroskobik aletlerle yaklaşık 3 saat süren bir operasyonla bel fıtığını temizleyip günlerdir süren dayanılmaz acıya son verdiler.
Tıpta öylesine önemli gelişmeler oluyor ki, insan geleceğe çok daha umutla bakabiliyor. Geçen hafta Hürriyet Ege’nin manşetindeki bir haber de çok etkileyiciydi. Ege Üniversitesi’nde genetik hastalıkların tesbitinde kullanılan genetik tarama testi 30 günden 3 saate indirilmiş. Hem de tamamen yerli bir sistemle. Yeni doğanlarda 10 genetik hastalık 3 saatte belirlenebiliyormuş. Dünyada bu alandaki en hızlı test kitini geliştiren Doç. Hüseyin Onay, hedeflerinin 2 saat ve 50 hastalık olduğunu söylemiş.
Bu köşede her fırsatta İzmir’in bilim, teknoloji ve sağlığın dünyadaki önemli merkezlerinden biri olabilecek altyapıya ve potansiyele sahip olduğunu dile getiriyorum. O nedenle bu son haber İzmir’in geleceğiyle ilgili umutlarımı daha da artırdı. Türkiye, geçmişte kaybettiği yılları ancak bilim ve teknolojide yapabileceği sıçramalarla kapatabilir. Bir zamanlar ekonomisi Türkiye’nin gerisinde olan Kore bunu başardı. Ama önce büyük bir eğitim seferberliği başlatarak. Türklerin, Korelilerden daha az zeki olmadığını düşünürsek, uçurumu kapatmak hiç de zor değil. Ama önce eğitim seferberliği. Ege Üniversitesi’ndeki başarı bunun bir örneği.
Paylaş