Google'ın haksız rekabete neden olduğu gerekçesiyle rekabet kurumunca cezaya çarptırılması Google'ı harekete geçirdi. Teknoloji devi, iş ortaklarına mektup yollayarak yeni telefonlar için Android lisansı verilmeyeceğini paylaştı. Bu oldukça önemli bir gelişme.
Önce Google'ın konuyla ilgili yaptığı açıklamayı okuyalım sonra da yorumlarımızı paylaşalım:
"Ağustos ayında Rekabet Kurumu'nun kararı doğrultusunda Android iş ortaklarımızla yaptığımız anlaşmalarda değişiklikler yapmıştık. Kasım ayında, Rekabet Kurumu bu değişikliklerin uygun olmadığı ve bu anlaşmalarla operasyonlarımızı sürdüremeyeceğimiz yönünde karar verdi. Türkiye’deki kanunlarla uyumlu bir şekilde çalışabilmemiz için iş ortaklarımızı Türkiye’de yeni çıkacak Android telefon modelleri ile ilgili anlaşma yapamayacağımız konusunda bilgilendirdik.
Tüketiciler mevcut cihaz modellerini satın almaya devam edebildikleri gibi, halihazırda mevcut cihazları ve uygulamaları da normal şekilde çalışmaya devam edecektir. Google’ın diğer ürün ve servisleri durumdan etkilenmeyecektir. Rekabet Kurumu ile bu konunun olabilecek en hızlı şekilde çözümü için çalışmayı sürdürmekteyiz."
Bu açıklama, satışta olan mevcut Android telefonlarda bir sıkıntı olmayacağını ortaya koyuyor. Yani şu an Android telefon kullanıyorsanız herhangi bir sorun yaşamayacaksınız; güncellemeleri almaya devam edeceğiniz gibi Google servislerini de sorunsuz bir şekilde kullanacaksınız. Ancak alacağınız yeni bir telefon için bu durum geçerli değil.
Yani satışa sunulacak yeni bir akıllı telefon modelini satın aldığınızda Google Play uygulama mağazasını telefonunuzda göremeyeceksiniz. Aynı zamanda YouTube, Gmail gibi Google servisleri de telefonlarda yüklü olmayacak. Android'i Android yapan bu uygulamaların olmaması kullanıcılar için büyük bir sorun. Peki Google Play Store'un olmadığı bir telefon ne anlama geliyor? Örneğin Samsung'un bir telefonunu satın aldınız. Uygulamaları mecburen Samsung'un kendi uygulama mağazasından kurmak durumundasınız. Google Play Store'un geniş uygulama yelpazesini kullanabilmek elbette mümkün değil. Google servislerini kullanabilmek için de web tarayıcı üzerinden ilgili servislere erişmek durumundasınız.
Huawei'nin ABD ambargosu nedeniyle yaşadığı sorunun tüm Android cihazları kapsadığını düşünün. Elbette Türkiye sınırları içinde... Huawei Mate 30 serisi, Google Play mağazası olmadığından Türkiye dahil pek çok ülkede satışa sunulmazken, yaşanan bu son gelişme büyük Android markalarını tehdit ediyor.
Ancak bu konuda henüz açık olmayan noktalar var. Örneğin Google Play uygulama mağazasını sonradan telefonlara yüklemek mümkün olacak mı? Kimine göre ilgili APK'yı internetten indirerek Google Play Store'u telefonlara yüklemek mümkün olacak. Bu da sıkıntıyı ortadan kaldıracak. Ancak Google'ın buna izin vermeme durumu da söz konusu. Ki bu senaryo kullanıcılar için büyük bir sıkıntı doğuracak.
Elektrikli scootler'ları artık İstanbul sokaklarında da rahatça kullanabiliyoruz. Elbette İstanbul'un her yerinde değil, belli noktalarında. Zira tasarımı gereği düz zemin gerektiren yerlerde rahatça bu araçlardan faydalanabiliyoruz. Bisiklet kullanımı Avrupa'da hayli yaygın, elbette bunda Avrupa'nın düz bir coğrafyaya sahip olması oldukça etkili.
Hindistan'ın elektrikli motosiklet kiralama girişimi Bounce'u ele alalım. Şirket, geçtiğimiz ay 2.1 milyon müşteriyi geçtiğini duyururken, elektrikli scooter kiralama girişim Lime, operasyon alanını genişleterek tüm kıtalarda faaliyet göstermeye başladı. Hindistan'daki bu yoğun ilgi de markaların iştahını elbette kabartıyor.
Elektrikli scooter ve bisikletlerin sayısındaki artış, özellikle yurt dışında gözle görülür seviyeye geldi. Pek çok marka, kendi ürünlerini bir bir ortaya koyuyor. Ancak son zamanlarda özellikle de otomotiv markalarının bu alana kaydığı gerçeği karşımıza çıkıyor. Araç kullanımının geleceği yavaş yavaş e-scooterlar, e-bisikletler ve e-motosikletlere doğru yol alırken, otomobil şirketlerinin bu yeni pazardan pay almak istemesi gayet doğal bir gelişme. Şimdiye kadar başta BMW, VW, GM, Audi, Peugeot ve Skoda olmak üzere birçok otomobil şirketinin elektrikli scooter, elektrikli motosiklet ve elektrikli bisiklet üretimine odaklandı. Ancak üretim, bununla sınırlı kalmayacak ve diğer büyük markalarda kendi hazırlıklarını yapmaya başladı.
SEAT'ın ürettiği yeni 125 CC'lik elektrikli scooter motosiklet, 11 kW bir motora sahip. 3.8 saniyede 50 km'ye çıkabilen yeni elektrikli motosiklet, saatte 100 Km ile seyahat etmenizi sağlıyor. Bunun yanı sıra tek bir şarj ile 115 km yol alabiliyorsunuz. İki kişinin rahatlıkla seyahat edebildiği motor, koltuğun altında kasklar için bir depolama alanı da barındırıyor. Bu markanın sadece bildiğimiz araçlardan öte elektrikli scooter'lara ciddi bir yatırımı söz konusu.
SEAT dışında Alman otomotiv devi Audi de boş durmuyor ve şirket 2 bin euroluk elektrikli scooter'ı Audi e-tron Scooter ile ses getirmeyi başarıyor. Bir diğer marka, Peugout ise tüketicilerin beğenisini kazanan elektrikli bisiklet serisiyle öne çıkıyor. Skoda'nın da sıra dışı elektrikli bisiklet ve scooter modelleriyle gündeme geldiğini hatırlatmak gerekiyor.
Yakın gelecekte otomotiv pazarındaki rekabetle birlikte artık büyük markaların e-scooter ve e-bisiklet pazarındaki pay kapma savaşına da tanıklık edeceğiz gibi görünüyor.
Öncelikle Apple bu kez gerçekten de bir ilki yapıyor ve üç kameralı tasarıma sahip ilk telefonuyla karşımıza çıkıyor. Böylece son dönemde yoğun olarak görmeye alıştığımız 3 kameralı akıllı telefonlardan biri olarak yer alan iPhone 11 Pro Max, 12 MP, 12 MP ve 12 MP şeklinde, kare şeklinde bir platformda yan yana getirilmiş 3 kamera sahibi. iPhone 11 Pro ve iPhone 11 Pro Max modelleri, kamera konusunda iPhone 11 Pro ile aynı yeteneklere sahip.
iPhone 11 Pro Max'in 12 MP ölçüsündeki ana kamerası, geniş açılı fotoğraflar çekebiliyor ve f/1.8 diyaframa sahip. 26 mm'lik bu kamera, telefoto kamerayla birlikte dual optik imaj stabilizasyon özelliğine sahip. 2x optik zum, 10x dijital zum yeteneğiyle beraber gelen kamera sistemi, çift tonlu dörtlü LED flaş ile destekleniyor ve 4K'da 60 kare, 1080p'de ise 240 kare kayıt alabiliyor.
12 MP'lik ikinci kamera telefoto olarak işlev görüyor. 52 mm'lik lens, f/2.0 diyaframa sahip. Üçüncü kamera da ultra geniş açılı olarak karşımıza çıkıyor ve bu da f/2.4 diyafram değeriyle geliyor.
DEEP FUSION İÇİN GERİ SAYIM
iPhone 11 Pro'nun en önemli özelliklerinden biri bu 3'lü kamera dizilimi olurken, telefonlar Deep Fusion özelliğine sahip olacak. Yazılım güncellemesiyle (iOS 13.2) beraber gelecek olan bu özellik neticesinde, iPhone 11 Pro Max ile 9 fotoğraf birleştirilerek normalde "mümkün olmayan" kalitede bir kare oluşturulacak. Bunu merakla bekliyorum...
Çok değil, 15-20 sene öncesine kadar filmleri, MP3'leri satın alır, sanatçıların albümlerinin çıkışını bekleyerek bir dükkana gidip satın alma yoluna giderdik. Ancak Spotify ve Apple Music gibi müzik platformları bakış açımızı tamamen değiştirmeye başladı. Spotify, uygun bir ücret ile kullanıcılardan aylık bir ücret karşılığında tüm müzik arşivini kullanıcıya sunuyordu. Bunun ilk etapta yerleşmesi kolay olmadı; ancak müzik parçalarına tek tek para verip dinlemektense uygun ücreti ödeyerek tüm arşivin elinin altında olma fikri ağır basmaya başladı. Ve bugün gelinen noktada Spotify'in milyonlarca üyesi bulunuyor. Apple Music'in de Spotify'dan geri kalır yanı yok.
Benzer şekilde televizyonlar da son teknolojiye uydu, akıllandı. Akıllı televizyonlar, bildiğimiz standart yayıncılığı değiştirmeye başladı. İnternet üzerinden dizi, film izlemeye başladık. Derken Netflix ortaya çıktı; Spotify'da olduğu gibi aylık bir ücret karşılığında hem bu platformun özel yapımlarını izleyebiliyoruz, hem de tek tek yapımları satın almak zorunda kalmıyoruz. Aylık ücret ödendiği sürece tüm arşiv kullanıcıların elinin altında. Netflix, bu başarıyı yakalayınca Amazon, Disney başta olmak üzere pek çok dev şirket bu alana yatırım yapmaya başladı; internete özel proje geliştirmeye başladılar. Digitürk de benzer şekilde filmleri satın almak yerine kiralama yolunu izleyicisine sunuyor.
Ancak kiralama akımı bununla sınırlı kalmayacak elbette. Adobe'un 999 dolara verdiği bir yazılımı düşünün. Şirket, kullanıcılardaki bu tutum değişikliğinin satışlarına olumlu yansıması için özel bir çalışma yürütüyor ve bu fiyat yerin aylık 19.99 dolar karşılığında söz konusu yazılımını kullandırmaya başlıyor. Hem de yazılımın sürekli güncel kalma garantisiyle. Kullanıcının en büyük kozu ise istediği zaman bu abonelikten çıkabilmesi. Yani bir şeye sahip olmayan kullanıcı, o yazılıma veya platforma kendini bağımlı hissetmiyor ve tercihini daha rahat bir şekilde değiştirebiliyor ve maliyet kullanıcılar için çok daha düşük.
Aynı şekilde Nike'ın da benzeri bir pilot çalışması bulunuyor. Şirket, 6-9 yaş aralığındaki çocuklar için satın alınan ayakkabılara aylık abonelik uygulaması getiriyor. Yani çocuğunuz için alacağınız ayakkabıya 20 dolar veriyorsunuz, ama bu ayakkabıyı Nike her sene çocuğunuz büyüdükçe ya da ayakkabı eskidikçe değiştiriyor. İyi fikir gibi görünüyor.
Peki kiralama yöntemi şirketlerin satış hacmini nasıl etkiliyor? Adobe'un 999 dolara verdiği yazılımdan elde ettiği gelir ilk etapta elbette kiralama yöntemine göre yüksek kalıyor. Ancak abone sayısının artması ve düzenli ödemelerin yapılması da bu şirketlerin kısa vadede değil, uzun vadede kârlı hale geleceğini ortaya koyuyor.
Aynı şekilde operatörlerin şimdilik kurum çalışanlarına telefon kiralama dönemini başlattığını da biliyoruz.
Evet dünya, artık sahip olmak değil, kiralamak istiyor ve yakın gelecekte arabalarımız dahil pek çok şeyi sadece kiralayacağız. Bu bize özgürlük sağlarken, tercihimizi değiştirdiğimizde bunun maliyeti bize çok daha düşük seviyede olacak.
Şimdi size soruyorum: Bir yazılıma 500 dolar para vererek sahip olmak mı istersiniz yoksa 19 dolara kiralamak mı? Seçim sizin...
1860 yılında tarihteki ilk ses kaydı alınmıştır. İlk ses kaydı ses dalgalarının gaz lambasının çıkartmış olduğu is ile karartılmış kâğıda işlenmesi ile birlikte ortaya çıkmış bir Fransız halk şarkısıdır.
Müzik kayıt sisteminin en önemli dönüm noktası ise, 1877 yılında Thomas Edison tarafından ses titreşimlerini, silindir şeklinde olan ince bir kalay levhaya işlenerek kaydedilip daha sonra sesleri dinlemek için silindiri tersine çevirip “konuşan makine” adını verdiği bir fotoğrafı icat etmesi ile başlamıştı.
Ses kaydında kullanılan bu silindir zamanla şekillendirilerek plak olarak bildiğimiz müzik aleti ortaya çıkarılmıştır. 1887 yılında Gramofon icadı ile birlikte bu durum gittikçe daha da ilginç ve güzel bir hal almaya başlamış. Günümüzde ise Gramofon koleksiyoncuların en önemli parçalarından biri halini almıştır.
1960 yıllar ile beraber Fransızcadan dilimize geçmiş olan Kaset adını verdiğimiz cihazlar ortaya çıkmaya başlamıştır. 1960 yılından 1990’lı yıllara kadar hükmünü sürmüş olan kasetler günümüzde yavaş yavaş nostalji parçaları halini almaya başlamıştır.
Kaset döneminin başlaması ile beraber her evin içerisinde büyük bir yer kaplayan kasetçalarlar yer almaya başlamıştır. 45’lik, 60’lık, 90’lık kasetler, kasetçalarlar, walkman yavaş yavaş yaygınlaşarak her bireyde bulunan müzik aletlerinden birisi halini almıştır. Kaset ile beraber teknoloji biraz daha ilerlemiş oldu ve böylelikle kaset üzerinden para kazanma devride başlamış oldu.
Eski günlere dönmek adına bir süre kullandığım Sony Walkman-FS555, gerçekten de o döneme göre oldukça yenilikçi bir cihaz. Kaseti çıkarmadan ön ve arka tarafını tek tuşla dinleme şansına sahip olmamız oldukça faydalı bir özellik. FM radyosu da olan ve suya, toza karşı da hayli dayanıklı olan Walkman-FS555, bugün satışta olan bir ürün değil elbette. Zaten kaset kullanan da artık yok; ancak nostalji yapmak isteyenler için göz ardı edilemeyecek bir ürün. Ancak Walkman'i kullanırken elbette bugünün teknolojisinin hayatımızı ne denli kolaylaştırdığını da daha iyi anlayabilme şansına sahip oluyoruz.
FaceApp, son zamanlarda gördüğümüz en ilginç uygulamalardan biri. Aslında yeni bir uygulama değil ve yayınlanma tarihi 2017 yılına kadar uzanıyor. Ancak her geçen gün uygulama gelişmeye devam etti ve yeni güncellemelerle bugünkü halini aldı. Kullanıcıların yüzü söz konusu olduğunda pek çok açıdan analiz edip üzerine yüzünüzü gençleştirebilir, yaşlandırabiliyor, bıyık ekleyebiliyor veya bunun gibi yüzünüzde pek çok işlemi yapabilme şansına sahip.
Ancak kullanıcılar özellikle de yaşlandırma özelliğini çok sevdi ve ünlü isimler dahil pek çok kişi yaşlılık halini yoğun bir şekilde paylaşmaya başladı. FaceApp'in burada vurucu olmasının en önemli sebebi gerçeğine oldukça uygun bir şekilde filtre uygulayabilmesi denilebilir. Kullanıcılar kendi yaşlılık hallerini gördüklerinde gelecekte böyle olacaklarına gerçekten inanıyor; bu anlamda oldukça başarılı bir uygulama.
Siz bir fotoğrafta gülmüyorsanız bile, gülme efekti ile FaceApp sizin yerinize yüzünüzü güldürebiliyor. Yani hem eğlenceli, hem de gerçekten tedirgin edici!
Tüm bunlar olurken FaceApp'in pek de güvenilir olmadığına dair haberler görmeye başladık. Siber güvenlik uzmanları, FaceApp'in yüz verilerini topladığını açıkladı ve uygulamanın eğlendirirken, böyle bir karanlık yönünün de bulunduğunu savundu. Uygulamanın verilerinizi depolamadığını iddia etmek güç; ancak uygulamaya yöneltilen bu eleştiri tek başına zayıf kalıyor.
Facebook, Instagram, WhatsApp, Twitter ve SnapChat gibi uygulamalar yıllardır hayatımızda. Özellikle Instagram ve SnapChat gibi yoğun olarak fotoğraf paylaşımı yapılan platformlarda her gün bize dair bir şey paylaşıyoruz. Sizce Facebook'un ve diğer sosyal medya kanallarının yaptığı FaceApp'ten çok mu farklı?
Bu kanalları kullanırken de bilgilerinizi paylaşıyor, fotoğraflarınızı kendi elinizle bu platformlara yüklüyorsunuz. Ve hiçbir zaman bu platformlara yüzde yüz güvenilmeyeceğini herkes gibi siz de iyi biliyorsunuz. Dolayısıyla FaceApp'in yaptığı da aslında Facebook'un yaptığından farklı bir şey değil.
Hatta Facebook'un veri paylaşımı skandalı nedeniyle geçtiğimiz günlerde 5 milyar dolarlık cezaya çarptırıldığını da hatırlayalım. Elbette bu rakam Facebook için çok küçük bir para ve caydırıcılığı tartışılır; ancak elimizde yaşanmış ve cezası kesilmiş bir Facebook vakası bulunuyor.
Bu nedenle telefonunuzda kullandığınız pek çok uygulamanın, özellikle de sosyal medya araçlarının sizin verilerinize erişim yetkisi var. Fotoğraflarınıza, dosyalarınıza olan erişimi mecburen kendiniz vermek durumundasınız. Bu nedenle FaceApp'in güvenliğini sorgularken, diğer yandna yıllardır elimizin altındaki mecraları bir gözden geçirelim.
Huawei, dünyanın en çok satan telefon markalarından biri ve özellikle fiyat konusunda rakiplerine göre daha uygun modelleri geliştirmesi, şirketi bir adım öne çıkarıyor. Birkaç sene öncesine kadar adını telafuz etmekte zorlanan pek çok kullanıcı, artık bu ismi duyduğunda markayı çok daha iyi tanıyor. Elbette bunda markanın yoğun olarak tanıtımının yapılması ve yatırımların artarak devam etmesi etkili oluyor.
Her şey Huawei lehine giderken, ABD ile olan anlaşmazlığın şirketi vurması ise hesapları alt üst ediyor. Huawei'nin kurucusunun yaptığı açıklama ise yaşanan krizin bir özeti gibi: 30 milyar dolar kayıp bekliyoruz. Bu rakam Huawei için ne kadar büyük bilinmez; ancak ortada azımsanmayacak bir kaybın olduğu muhakkak. Ancak bu işten sadece Huawei değil, ABD de zararlı çıktığından Huawei iki tarafın da çıkarlarına uygun olarak bu sorunun bir an önce hallolmasını bekliyor.
Nihayetinde G20 zirvesinde konuyla ilgili kısa bir konuşma yapan ABD Başkanı Donald Trump, Huawei'ye yeşil ışık yakarken, ABD merkezli şirketlerin Huawei ile çalışmayı sürdürebileceğini kaydetti. Peki bu açıklama ne ifade ediyor?
Trump'ın açıklamasının satır aralarını iyi okumak gerekiyor. Elbette Trump, Google'ın adını konuşmasında anmadı; ancak bir nevi 'barış' yönünde atılan bir adım olarak da değerlendirebileceğimiz bu gelişme, Google'ın Huawei ile lisansının süreceğinin ilk sinyallerini veriyor. Ancak bu konuda yine de net konuşmamak gerek; zira Trump'ın bir sonraki açıklamasının tüm tabloyu değiştirebilmesi mümkün.
Diğer yandan Huawei, benzer bir riski tekrar göze almamak adına kendi işletim sistemine iyiden iyiye ağırlık vermiş durumda. HongMeng OS adını taşıyan (kimileri Ark OS olarak da anıyor) ve tamamen Huawei'ye ait olan bu işletim sistemi, Android'den Huawei'yi kurtarabilecek en büyük silah.
Ancak Huawei için uzun ve zorlu bir yol var. Sadece işletim sistemi geliştirmek tek başına bir şey ifade etmiyor. Öncelikle işletim sistemiyle birlikte ekosistemi de oluşturmak ve markaları bu işletim sistemi altında toplamak gerekiyor. Bunun sağlanmaması halinde Huawei'nin işletim sisteminin pek bir esprisi kalmayabilir. Bu da zaman isteyen bir süreç. Bir aksilik olmazsa HongMeng OS'u Ağustos ayı başında Çin'de yapılacak etkinlikte ilk kez resmen görmüş olacağız.
Peki Android güncellemeleri ne olacak? Google ile sorunun çözülme ihtimali yüksek göründüğünden güncellemelerle ilgili Huawei telefon sahiplerini ilgilendiren olumsuz bir durum yok. Android Q, bilindiği üzere Google'ın en yeni işletim sistemi ve çok yakında telefonlara dağıtılmaya başlanacak. Huawei'nin de pek çok telefonu Android Q güncellemesini alacağından kullanıcıların telaş edeceği bir durum, en azından şimdilik, bulunmuyor.
Bakalım ilerleyen haftalarda bizi Huawei ve Google cephesinde ne gibi sürprizler bekliyor? HongMeng OS nasıl görünüyor?
Tek kameralı telefonlara yavaş yavaş veda ediyoruz. İki kameralı bir telefon gördüğümüzde ilk zamanlar tuhaf karşılarken, şu an gayet normal bir durum olduğunun farkındayız. Bir telefonun ana kamerası ile birlikte ikinci kamerası da varsa, o telefonla derinlik yaratıp portre fotoğraflar çekebiliyoruz.
iPhone X'lerle birlikte Apple iki kameralı telefona halihazırda geçiş yaptı bile. Samsung, Huawei, Xiaomi, LG dahil pek çok telefon markası da iki ve hatta üç kameralı telefonlarıyla dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor. Hatta gelecek aylarda tanıtılacak iPhone 11'in de üç kameralı olacağı iddia ediliyor. Elbette bugünden bir şey söylemek zor.
Üç kameralı telefonlara geldiğimizde ise üçüncü kameranın mucizesi aslında geniş açılı lens kullanıyor olması. Üç kameralı telefon gördüğünüzde geniş açılı fotoğraf çekebileceğinizi düşünebilirsiniz. Geniş açılı fotoğraf çekerken ışığı iyi alan bir ortamda olmanız gerekiyor; çünkü loş ışıkta çok da başarılı sonuçlar elde edemiyorsunuz.
ToF nedir? (Time-of-Flight)
Bu sensör kızılötesi ışığın nesneye ulaşması ve yansıyarak geri dönmesi için gereken süreyi ölçüyor ve böylelikle objelerin derinliğini hesaplayabiliyor. Portre fotoğraflardan güzel sonuçlar alabiliyoruz.