Paylaş
Şimdi ‘Hocam nereden çıktı bu bağırsak muhabbeti’ diyebilirsiniz. Merakım yeni. Bu sene bizim bölümdeki araştırma seminerlerini ben yürütüyorum. Bu işin en güzel tarafı her hafta alanında çığır açmış isimleri kampusta ağırlamak, onlardan çalışmalarını doğrudan dinlemek. Bu haftaki konuğumuz Columbia Üniversitesi’nden Dr. Bridget Callaghan’dı. Kendisi son dönemin belki de en popüler konularından biri olan beyin-bağırsak eksenini çalışıyor.
BEYİN-BAĞIRSAK EKSENİ NEDİR?
Beyin-Bağırsak Ekseni sağlık bilimlerinden psikolojiye son dönemin en popüler araştırma sahalarından biri. Bu teze göre şimdiye kadar tek başına olan beynin kontrol sistemine benzer bir ikinci kontrol mekanizması daha var. Yani beyin her şeyi tek başına yapmıyor. Çoğu durumda beyin ile bağırsaklar birbirini etkiliyor. Eğitimde başarıdan depresyona, Parkinson hastalığından otizme pek çok farklı alanda beyin kadar bağırsakların da belirleyici bir rolü var. Örneğin, eskiden ruhsal sorunu olanların sindirim sisteminde zorluk yaşadığına dair veriler var iken, bugün sindirim sisteminde sıkıntı yaşayanların ruhsal sorunlar yaşadığından söz ediliyor. Yani neyin, neyi etkilediği, sebep-sonuç ilişkisi tamamen yön değiştirmiş durumda yeni verilerle. Hal böyle olunca da bağırsaklara eskiden olduğu gibi, pasif bir organ olarak değil, aktif ve belirleyici ‘ikinci beyin’ olarak bakılıyor.
TRAVMANIN ETKİSİ 3 KUŞAK SÜRÜYOR!
Bridget’in yaptığı bir deney beyin-bağırsak ekseninin ortaya çıkardığı mekanizmaları anlamamıza ışık tutuyor. Deneyin amacı erken yaşta maruz kalınan travma ve stresin beyin-bağırsak ekseni üzerindeki etkisini araştırmak. Deney düzeneği çok basit. Rasgele seçilen fare yavrularının yarısı annesinden zorla ayrılarak bir travmaya maruz bırakılıyor, diğer yarısı da aynı süreyi annesinin yanında geçiriyor. Çıkan sonuçlar tahmin ettiğiniz gibi. Annesiyle farklı kafesi paylaşan fareler hem beyin hem de sindirim sistemi bakımından diğer farelere göre daha sorunlu hareket ediyor. Ama daha önemli sonuç şu: Travmaya maruz kalmış farelerin yaşadığı tahribatın sindirim sisteminde bıraktığı etki tam üç kuşak sonra bile fark edilebiliyor. Yani doğum sonrası kritik gelişim döneminde travma yaşayan farenin torunu bile o travmanın izlerini taşıyor! Böyle bir deneyi insanlar üzerinden yapmak etik olarak mümkün değil elbette ancak Bridget’in aileleri tarafından terk edilerek bir bakımevine bırakılmış çocuklar üzerinde yaptığı çalışmalar travma izlerinin uzun vadede kalıcı olduğunu ve bunların izinin de hem zihinsel hem de sindirimsel olduğunu gösteriyor. Bu tahribatı gidermenin bir yolu var mı?
EVET, KEFİR...
Bridget ve arkadaşları travmaya maruz kalmış farelerin diyetini değiştirerek onların sindirim sistemindeki dengeyi normale dönüştürmenin yollarını da araştırmış. Tıpkı bir önceki deney gibi bu sefer de travma yaşamış fareleri iki gruba ayırıp birinci gruba literatürde bağırsakları düzenleyici etkisi olduğu bilinen ‘probiyotik’ veriliyor, ikinci gruba ise normal diyet veriliyor. Sonuç çok dramatik. Probiyotik, yani bizim kefir ve yoğurtta bulunan kültürlerden muhteva ilacı alan fareler diğerlerine göre travmanın izlerini daha az gösteriyor. Umut veren bu ve benzer deneyler daha çok yeni ama çalışmaların vardığı nokta çok net: Yediğimiz gıdalar hem fiziksel hem de ruhsal olarak bizim hayatımızı etkiliyor. Yani kimi gıdalar yerken bizi bunalıma sokabiliyorken kimi gıdalar da yerken bizi iyileştiriyor. Daha şimdiden elimizdeki veriler örneğin yoğurt ve kefirin depresyon ve kaygı bozukluğunu azalttığını gösteriyor. O nedenle önümüzdeki dönem bizi iyileştiren yiyeceklerin, yani terapötik gıdaların dönemi olacak.
HAYATIM EĞİTİM: BİR TÜRKİYE HİKÂYESİ
BU hafta posta kutumdan tanıdık bir hikâye çıktı. Hayatım Eğitim, Enver Yücel’in otobiyografisi. Doğrusu memleketten gelen kitaplar epey biriktiği için bu kitabı sonraki bir tarihte okuyacaktım ancak meraktan birkaç sayfa karıştırınca duramadım ve bir oturuşta bitirdim. Bunun birkaç sebebi var. Bir kere hikâye bizim hikâyemiz. Saatlerce yürüyerek gidilen köy okulu... O okul yolunda tenekeyle çamurda top koşturan çocuklar... Sonra acaba dağın öte yanında ne var diye merak eden gençlik yılları... Köyden okumak için gelinen büyük şehir... O şehirde ikmale kalınca utanarak köye dönen delikanlı... Baba izniyle kâğıt kamyonuna atlayıp İstanbul’da daha öğrenci iken başlanan ilk girişim...
BAŞARININ FORMÜLÜ
Kitap her ne kadar eğitimi merkezine almış olsa da aslında anlatılan bir girişim hikâyesi. Lise yıllarında öğrenci olarak gittiği dershaneyi satın alan kaç öğrenci tanıyorsunuz? Benim kitabı okurken fark ettiğim bir önemli nokta da Enver Bey’in girişimci olarak daha ilk baştan yaptığı işin merkezine öğretmen ve pazarlamayı koyması. Yaptığı her atılımda bu formülün sonucunu aldığını kitabı okudukça anlıyorsunuz. Daha ilk yıllarda star öğretmen transfer ederken altındaki arabayı şoförüyle yeni transfer ettiği öğretmenin emrine veren bir vizyon... Arkadaşlarını kalabalık otobüslere yollayıp Laleli durağına gelince ‘Uğur Dershanesi’nde inecek var!’ diye bağırmayı akıl eden bir detay... Bugün hem Türkiye’de hem başta Amerika olmak üzere Almanya ve Gürcistan’da pek çok noktada yer alan bir markanın kuruluş kodlarını bu ilk yıllarda hayata geçen formülde bulmak mümkün.
Türkiye’nin köyden kente göç ettiği dönemde geçen hikâye tahmin edeceğiniz gibi iniş-çıkışlarla dolu. Utangaç, köylü delikanlının kendine güveni tam bir şehirli kız olan müstakbel eşiyle tanışması, ardından 12 Eylül gölgesinde geçen düğün hazırlıkları ve o sırada ailenin yaşadığı derin acılar... Genç yaşta hem babasını hem de iki ağabeyini kaybetmenin tarifsiz kederi... Baba hasretiyle geçen ilk gençlik yılları ve babanın göremediği zirve yılları...
İYİ HİKÂYE DÜZ OLMAZ!
Bulundukları sahada zirveye çıkmış kişilerin oraya nasıl geldiklerini anlatan hikâyeler Batı’da çok. Neredeyse herkesin bir başarı hikâyesi var burada. Spordan sanata, girişimcilikten bilim dünyasına, sanattan siyasete her alanda ileri giden isimler oturup başlarından geçen macerayı bütün içtenliğiyle paylaşıyor. Başta gençler olmak üzere dileyen herkes de bu hikâyenin detaylarını o biyografi kitaplarından okuyor. Bizde ise zirveye çıkanlar nerelerden geçerek oraya çıktıklarını paylaşmayı pek sevmiyor... Keşke daha çok paylaşsalar...
Paylaş