Tokat Devlet Hastanesi’nde ameliyata girecek çocuğun psikolojisi dikkate alınıp bu konuda çok güzel bir uygulama başlatılmış. Hastanede çocuk hastalar ameliyathaneye sedye ile değil akülü arabayla giriyorlar. Böylece yaşadıkları korku ve endişe en aza indiriliyor ve ameliyat süreci eğlenceli bir hal alıyor.
Tokat Devlet Hastanesi'ndeki bu uygulamayı sosyal medyadan gören Çerkezköy'deki özel bir hastanenin çocuk servisinde de aynı uygulama ile çocuklar ameliyathaneye gidiyorlar. Çocuğunun sedyede yatarak korku içinde ameliyata gitmesini izlemek yerine akülü arabada güle oynaya gittiğini görmek ailelerin psikolojisi için de oldukça önemli. Dileriz tüm hastaneler bu uygulamayı örnek alırlar ve çocuklar hep bu şekilde korkusuzca ameliyata girerler.
Ebeveynler çocuklarının hasta olmaması için ellerinden geleni yaparlar; ama bazen çocukları hastalıktan korumak hiç de kolay olmuyor. Bunun sonucunda ise bazı hastalıklar için ameliyat kaçılmaz son oluyor. Bu ufak bir operasyon dahi olsa hem ebeveynler için hem de çocuk için endişeli bir dönemdir. Bu dönem de çocuğun psikolojik destek alarak ameliyata hazırlanması son derece önemlidir.
Bu hazırlık aşamasında anne ve babalara önemli görevler düşmektedir. Çocuk ameliyata iyi hazırlanmış ise olumsuzluklardan veya travmadan hafif etkilenmiş olacaktır. Eğer bu durum sağlıklı bir şekilde anlatılmaz ise, çeşitli duygusal ve davranış bozuklukları görünebilir. Bunlarda en belirgini; öfke, depresyon, panik, endişe, ağlama, uyku ve yeme bozukluklarıdır.
Ameliyat öncesinde özellikle ebeveynin duyguları çocuğa geçmektedir. Ebeveyn endişeli ise ister istemez çocukta bu duyguları yaşar. Ebeveynler, bu durumda korkularını ve endişelerini çocuklarına olabildiğince az yansıtmaya gayret etmelidir.
[fotogaleri=1574]
Tokat Devlet Hastanesi’nde ameliyata girecek çocuğun psikolojisi dikkate alınıp bu konuda çok güzel bir uygulama başlatılmış. Hastanede çocuk hastalar ameliyathaneye sedye ile değil akülü arabayla giriyorlar. Böylece yaşadıkları korku ve endişe en aza indiriliyor ve ameliyat süreci eğlenceli bir hal alıyor.
Tokat Devlet Hastanesi'ndeki bu uygulamayı sosyal medyadan gören Çerkezköy'deki özel bir hastanenin çocuk servisinde de aynı uygulama ile çocuklar ameliyathaneye gidiyorlar. Çocuğunun sedyede yatarak korku içinde ameliyata gitmesini izlemek yerine akülü arabada güle oynaya gittiğini görmek ailelerin psikolojisi için de oldukça önemli. Dileriz tüm hastaneler bu uygulamayı örnek alırlar ve çocuklar hep bu şekilde korkusuzca ameliyata girerler.
Ebeveynler çocuklarının hasta olmaması için ellerinden geleni yaparlar; ama bazen çocukları hastalıktan korumak hiç de kolay olmuyor. Bunun sonucunda ise bazı hastalıklar için ameliyat kaçılmaz son oluyor. Bu ufak bir operasyon dahi olsa hem ebeveynler için hem de çocuk için endişeli bir dönemdir. Bu dönem de çocuğun psikolojik destek alarak ameliyata hazırlanması son derece önemlidir.
Bu hazırlık aşamasında anne ve babalara önemli görevler düşmektedir. Çocuk ameliyata iyi hazırlanmış ise olumsuzluklardan veya travmadan hafif etkilenmiş olacaktır. Eğer bu durum sağlıklı bir şekilde anlatılmaz ise, çeşitli duygusal ve davranış bozuklukları görünebilir. Bunlarda en belirgini; öfke, depresyon, panik, endişe, ağlama, uyku ve yeme bozukluklarıdır.
Ameliyat öncesinde özellikle ebeveynin duyguları çocuğa geçmektedir. Ebeveyn endişeli ise ister istemez çocukta bu duyguları yaşar. Ebeveynler, bu durumda korkularını ve endişelerini çocuklarına olabildiğince az yansıtmaya gayret etmelidir.
Ben küçükken çok güldüğümde altıma kaçırırdım hep... Küçükken diyorsam öyle 5-6 yaşlarında falan sanmayın. Liseye başlayana kadar dönem dönem altıma kaçırmaya devam ettim.Tabii bundan aile fertlerinden kimsenin haberi yoktu çünkü ya kimseye görünmeden üstümü değiştirirdim ya da ıslaklık dışarıdan çok farkedilir durumda ise açıklama olarak hep yanlışlıkla ıslak bir yere oturduğumu ya da bir su birikintisine düştüğümü söylerdim. Hatta bazen kaçırmanın ötesinde ne varsa koyverdiğim zamanlarda gerçekten sulu bir yerlerde daha fazla ıslanırdım daha inandırıcı olsun diye. Zaten her gün okuldan eve çamura bulanmış, önlük düğmelerinin yarısı kopmuş, kafadaki beyaz kurdele ya düşmüş ya da griye dönmüş bir vaziyette elimde döndüğüm için annem ıslak dönmeme pek şaşırmazdı. Bu nedenle o yıllarda hep sakar ve yaramaz damgasını yedim. Olsun, yine "sidikli" diye isim takılmasından daha iyidir, varsın öyle bilsinler :)
***
Bizim çocukluğumuzda okul çıkışı sokakta oynanırdı akşam ezanına kadar. Ben de eve çantamı savurup bazen deniz kenarında, bazen terkedilmiş bir evde, bazen çamurun içinde bazen de evlerimizin bahçesinde oynardım arkadaşlarımla. Ama nedendir bilinmez en çok da Sanem'le oynarken başıma geliyordu bu sulu vaka :) En çok onunla oynarken güldüğüm için sanırım. O güne kadar zaten defalarca Sanem'in yanında işemişliğim vardır ama en son ortaokul son sınıftaydım alt kaçırma seanslarının en sonuncusunu yaşadığımda.
Oyuna dalıp çok uzun süre tuvaletimi tuttuğumdan mı, soğuktan mı, çok sıvı tüketmekten mi, yoksa yine macera yaşama hevesinden mi bilinmez ama olayın en büyük suçlusu hep çok gülmekti.
***
Sanem'lerin evlerinin arka bahçesindeki salıncakta sallanmaya dadanmıştık bir ara ama öyle her çocuk gibi sallanmak değil. Farklı sallanalım istiyorduk. Ya ayakta sallanıyorduk, ya birimiz oturuyor diğeri onun omzuna çıkıyordu sonra sırayla yer değiştiriyorduk ve deli gibi gülüyorduk. Gam yok, tasa yok, yarın ne olacak derdi yok, sınavdan kaç puan alacağız derdi yok, kısacası dünya umurumuzda değil, sadece sebebsizce gülüyoruz ve ve neye güldüğümüzü hatırlamıyoruz bile. Sanem'in gülmesi omzunda hissettiği sıcaklığın ne olduğunu anlayınca birden kesiliyor ve bir hışımla atıyor beni omzundan. Yere düşünce daha da gülmeye başladığım için geri kalan idrarı da koyveriyorum oracıkta. Sonrası malum, yine bir su birikintisi bulunuyor, içine oturulup itina ile ıslanılıyor :)
Annem ve babamın konuşmalarını tanık oldum bir gün yine bu minik kazalardan birini yaşadığımda: "Ne olacak bu kızın hali, sürekli düşüyor, bir yerlerini yaralıyor. Acaba bacakları çarpık ondan mı oluyor böyle. bir doktora mı götürsek?
***
Bu hafta çoluğu çocuğu bir kenara bırakıp mutfağa girelim istedim :)
Sizi bilmem ama ben acayip seviyorum her şeyin pratik olanını, özellikle de yemek yaparken vakit kısaltan cinsten olanları... Bir hareketle kendiliğinden dönen çatallar, patatesleri şekilden şekile sokan aletler, soğan doğrayıcılar, sarımsak soyucular vb. aletler çocukluğumdan beri hep çok ilgimi çekmiştir.
Belki size göre bu listede yer alan ürünler "en pratik" denilebilecek ürünler değildir ama siz yine de benim listeme bir göz atın bence mutlaka hoşunuza gidecek birkaç ürün çıkacak karşınıza...
Çay doldurma tepsisi
Listenin bir numarasında bu harika demlik var. Özellikle çok misafir ağırlayanlar için saniyeler içinde 12 bardak çayı doldurmak müthiş bir şey olmalı. Tasarım Mustafa Emre Olur'a ait ve bence Türkler'e özgü en başarılı icatlardan biri. Bu nedenle "Mutfağın Oscarları" yarışmasında benim birincim "12 kollu çay pınarı"
Süzgeçli makarna tenceresi, makarna makası ve kendiliğinden dönen spagetti çatalı
Makarna yapmak dünyanın en kolay işlerinden biri ama tembellikte sınır tanımayanlar için bu 3'lüyü şiddetle tavsiye ediyorum. Makarna makası spagettilerin düzgün bir şekilde kesilmesini sağlıyor. Bu tencere sayesinde süzgece ihtiyaç duymuyor ve çatalınızı defalarca döndürmek zorunda kalmadan afiyetle makarnanızın tadını çıkarabiliyorsunuz.
Benim çocukluğum Karadeniz’in küçük bir sahil kasabasında geçti. Bizim için oyuncak denilen şey ikiye ayrılırdı. Bakkaldan aldığımız plastik bebekler ya da doğada bulunan (özellikle denizden çıkan) her türlü nesne. O zamanlarda “Çocuk nasıl oyuncaklarla oynamalı, yaşa uygun oyuncak seçimi nasıl olmalı?” gibi sorular anne babaların kafalarını şimdiki gibi meşgul etmezdi. Çocuğun oynadığı şey, adı her neyse, ona uygundu zaten :)
Yaşadığımız çevre, içinde o kadar çok oyuncak barındırıyordu ki başka hiçbir oyuncağa ihtiyaç duymazdık biz. Ağzı memeli, altı bezli, gözleri hiç kapanmayan fabrikasyon plastik bebekler hiç ilgimi çekmezdi o yüzden. Evcilik oynarken sahilde bulduğumuz salyangoz kabukları tabağımız, midye kabukları kaşığımız, denizin içinden aldığımız ıslak kum ise o akşamki enfes yemeğimiz olurdu. Kimi zaman da aynı salyangoz kabuklarından kablolu telefon yapardık. İçinden ip geçirmek için çiviyle küçük delikler açardık ortalarına ve ipin uzunluğu kadar uzaklaşırdık birbirimizden. Sonra da dakikalarca sohbet ederdik güya hiç tanışmadığımız mektup arkadaşımızla.
Kimi zaman da marangoz amcanın kullanmadığı tahta parçaları ve talaş kırıntılarına dadanırdım. Bu tahtalar, denizden topladığım taşlar ve evin yanındaki inşaattan arakladığım çimentolar ve ağaç kabukları ile Barbie’nin evine taş çıkartan (!) ne evler yaptım etrafı çitlerle çevrili, bahçesinde hamağı sallanan, dantelli perdeleri olan ve kuyusundan buz gibi su çıkan...
İşte bizim legolarımız, tren raylarımız, arabalarımız, evlerimiz ve daha ismini sayamayacağım onlarca oyuncağımız bu şekilde sokaktan topladığımız malzemelerle kendi imalatımız olarak üretilirdi. Made in SOKAK make with LOVE yani :) Çünkü malzeme boldu ve yaratıcılıkta sınır tanımıyorduk.
Klasik olacak ama evet nesil değişti. Şimdiki çocuklar bu saydıklarımı ancak özel atölye çalışmalarında (daha havalı olsun diye de adına workshop diyorlar) yapabiliyorlar, tabii fırsatını bulabilirlerse...
Günümüzde tüm uzmanlar çocuğun gelişiminde oyun ve oyuncakların çok önemli bir yere sahip olduğu konusunda hemfikir. Bu nedenle çocuğun yaşına uygun oyuncak seçimi aileler için büyük önem taşımakta.
2009 yılında her cumartesi ana gazete ile birlikte ek olarak dağıtılan Hürriyet Çocuk Kulübü gazetesi’ni hatırlayanlarınız vardır aranızda. Bir kovboy, bir süper kız bir de şeytanın kalemiyle ilk yolculuğuna çıkan bu eğlenceli gazeteyi hazırlarken "bahaneyle biz de büyürüz belki demiştik" birbirimize ama üçümüzün de hala büyümediğini tanıyanlar çok iyi bilir. Yaşıtlarımız çoktan evlendi de 3. çocuklarını doğuracaklar neredeyse… Bizse hala doğum haberleri yapıp duruyoruz ya da doğumhanelere girerek yaşamadığımız ve bu kafayla devam ettikçe asla yaşayamayacağımız o inanılmaz heyecana ortak olmaya çalışıyoruz.
O yıllarda gazetenin ilk sayısını hazırlarken yaşadığımız o telaş, köşelerimize isim ararken duyduğumuz o eşsiz heyecan ya da özel haber çekimlerinde verdiğimiz “Ben Saadettin Teksoy” pozlarımız hala dün gibi hafızamda benim. Tabii sayfalarımızı beğenmeyip saatlerce değiştirmek için sayfa tasarımcısına döktüğümüz diller, bu uğurda ettiğimiz kavgalar, baskıya yetişmek için döktüğümüz ecel terleri de cabası :)
O tatlı heyecanımız maalesef 4 yıl önce sona erdi ama o dönemde “Sportif Çekirge” köşesiyle çocuklara seslenen Ömür Kurt, şimdinin “Ömür Abi”si, Hürriyet Çocuk Kulübü tablet uygulamasında çocuklar için harika haberler yapmaya devam ediyor.
İyi ama ben size bu gazeteyi niye anlattım şimdi gereksiz yere derseniz…
Neden bu köşenin adı “Duyduk Duymadık Demeyin”i anlatmak içindi tüm bu girizgah… O dönemde çocuklara dediğim gibi şimdi de sizlere “Duyduk Duymadık Demeyin” diye seslenmek istediğimi belirtmek içindi.
Kendimi bildim bileli gökyüzü beni çok etkilemiştir. Bu nedenle Astroloji hayatıma girmiş ve son nefesimi vereceğim ana kadar da devam edecek. Rabbim izin verdikçe tabii. İlk dönemler tam anlamı ile kâbustu aslında. Osmanlı döneminde altın çağını yaşayan Astroloji, Osmanlı’nın sona ermesi ile unutulmaya yüz tutmuş, eğitimsiz insanların gündemde yerini alması ile; falcısı, medyumu, "Astroloji" adı altında insanlığın yazılı tarihi kadar eski, bu derin sistemi su istimal etmiştir. Ne yazık ki ben de tüm dünyada bilim olarak kabul edilen ve saygı duyulan Astroloji'yi profesyonel olarak yapmaya başladığımda yoğun ve haksız tepkiler aldım. Falcılık ve medyumlukla ilgisi olmadığını, Fen Bilimleri olan Astronomi'den faydalanan sosyal bir bilim dalı olduğunu anlatana kadar sapla saman birbirine karıştı tabii. Ama ben aldığım yoğun tepkilere rağmen ilk günden beri mesleğimin mücadelesini vermekten hiç vazgeçmedim. Bugün de halkımız Astroloji'nin popüler kültürün bir yansıması olmadığını, duymak istediklerinizi değil, gerçeği ortaya koyduğunu, Allah’ın bize çizmiş olduğu ruhsal planı yorumlayan bir rehber olduğunu anlamaya başlamış durumda.
14 yaşımdan itibaren başta rahmetli babaannemin tecrübe ve bilgilerinden yararlandım ancak ilerleyen zamanlarda bunun yeterli olmadığının bilincine vardım. Ülkemizde bu alanda eğitim veren tüm dünyanın kabul ettiği bir kurum olmadığının farkına varınca araştırmalar yaparak profosyonel eğitim alacağım yerleri tespit ettim ve böylece bilgiye giden eşsiz yolculuk başladı. 2003 yılından itibaren Faculte of Astrological Kepler University Dirah Academy ile Astroloji'nin farklı alanlarında eğitimlerimi tamamladım. Şu anda ABD’den online Vedic’’Hint’’ Astrolojisi üzerine doktora yapmaktayım.
Astroloji, Tıp gibi kendi içinde uzmanlıklara ayrılır. Her alanında eğitimlerimi tamamlayarak, doğum haritalarını analiz ederek, çok okuyarak, araştırarak, çalışmalarıma devam ediyorum. Bilginin sonu yok. Hele hele Astronomi ve Astroloji'de bilinen gök cisimlerinin sayısının 86 bini bulduğu bir sistemde sürekli araştırmak, okumak ve gelişmek gerek.
Evet, İngiltere, ABD, Hindistan ve Fransa’da Astroloji üniversiteleri var. Bizde de Osmanlı'da bilinen adı ile İlmi Nücum bugünkü durumundan çok daha iyi durumdaydı. Eğitimli gerçek astrologların çoğalması ve doğru bilgiyi vermesi ile inanıyorum ki önümüzdeki 10 yıl içinde Astroloji, Osmanlı dönemindeki yerini ve önemini tekrar alacaktır.
Malesef ki ülkemiz Astroloji alanında sınıfta kalmıştır. Yukarıda da dediğim gibi eğitimli insanların artması ve bu alanda başlı başına bir üniversitesinin kurulması ya da en azından üniversite bünyesinde eğitimlerin verilmeye başlaması ile gereken önemin kavranacağını düşünmekteyim.
Yıllardır süregelen, yalan yanlış, şehir efsanesi haline gelmiş bilgi kirliliğinin yoğunluğunda Astroloji 12 burca indirgenmiştir. 30 yaşından sonra yükselen burcun etkisi yaşanır gibi gerçeği yansıtmayan yanlışlar, insanların zihnini meşgul ederken, sorunun cevabı kesinlikle hayır! Astroloji çok derin bir sistemdir. 12 burç, 12 tip insan olur. Örneklemek gerekirse Koç burcu biri hayatının en zor döneminden geçerken, bir başka Koç burcuna mensup kişi hayatının en iyi dönemindedir. Yükselen burç, Güneş burcu, Karşıt burç, Ay burcu. Bunlar bir bütündür. Anlatmamız, öğretmemiz gereken çok fazla konu var. Bilenen yanlışları, doğruları ile düzeltmek için… Ayrıca alaylı kavramını kabul edebilmem mümkün değil. Nasıl ki eğitim almadan doktor, avukat olamazsınız, astrolog da olamazsınız.
Asya’nın ilgisi oldukça yoğun, algısı çok açık, bilgiye meraklı bir Merkür çocuğu. Ruhsal planı, bu alana ilgisinin gün geçtikçe artacağını ve başarılı olacağını gösteriyor. Eşim de avukat olmasına rağmen beni bu konuda çok destekliyor. Her pazar 2,5 - 3 saate yakın zamanını benim online derslerime ayırarak, bana yardımcı oluyor. Astroloji'nin engin denizinden de her seferinde şaşkınlıkla bilgilenir. Annem de çocukluğumdan beri benim bitmek bilmeyen sorularım ve ilgimle kendi isteği ile olmasa da Astroloji'ye ilgi duymak ve günlük hayatının bir parçası haline getirmek zorunda kaldı demeliyim. Evde bir astrologla yaşamak çok da kolay olmasa gerek, onlara sormak gerek...
Birçok danışanım var ama buradan hepsinin ismini söylemem mümkün değil çünkü astrolog aynı zamanda danışanlarının iyi bir sırdaşı olmalıdır. Kendi istekleri ile benim ismimi basın ve TV programlarında söyleyen Astroloji'ye ve bana değer veren değerli danışanlarımın isimlerini söyleyebilirim elbette. Cemil İpekçi, Asena, Melek Baykal ve diğerleri diyelim...
Türkiye’de böyle bir üniversite yok malesef. Biz de merkezi ABD’de olan Prof. Gary Gomes kuruculuğunda, "İnstitute of spiritual astrology’" Ruhsal Astroloji enstitümüzü kurduk. Tüm dünyada alanında uzman saygın astrologlar ile Türkiye’de de tüm dünya dillerinde Sayın Yücel Sügen ile birlikte online eğitime başladık.
ABD Başkanı Sayın Barack Obama’nın da astroloğu olan Kepler Üniversitesi kurucularından ABD Vedic Astroloji Konseyi Başkanı, değerli öğretmenim Prof. Gary Gomes ile 4 yıldır süren bir alt yapının hazırlanması ile amacımızı gerçekleştirdik.
Enstitümüzün kuruluş amacı tüm dünyada insanlığın yazılı tarihi kadar eski olan Astroloji'nin ülkemizde de doğru şekilde hak ettiği yeri almasını sağlamaktır. Yine tüm dünyada bilim olarak kabul edilmiş ve üniversitelerin başlı başına eğitim verdiği bu önemli dalı ülkemizde de tanıtabilmek, öğretmek ve ilerleyen yıllar içinde üniversite olabilmektir. Bu konuda uluslararası etkinliği olan astroloji kurumları ile ortak çalışmalar sağlanacaktır. Ancak astroloji derslerinin kaynakları ve esasları, kuruluşumuza özgüdür. Türkiye’de ise tüm astroloji alanlarında çeşitli eserler yazan ve kitapları yüz binin üzerinde okuruna ulaşan Yücel Sügen kurucularımız arasındadır.
İnsanlarımızın doğum anı ile başlayan o müthiş yaşamsal planın şifrelerini çözmeye yardımcı olacak bu özel rehberle, yaşam kalitesini arttırabilmek adına birbirinden değerli ve farklı alanlarda uzman astrologlarla bir araya gelerek bu oluşumu başlatıyor ve toplumun hizmetine sunuyoruz. Enstitümüzde online olarak tüm dünya dillerinde eğitim alma şansını sizlerle buluşturabilmenin mutluluğunu yaşamaktayız.
Amacımız; ülkemizde profesyonel eğitimini almış, gerçek astrologların yetişmesini sağlamaktır. Ülkemizde Astroloji üniversitelerinin olmaması, yeterli ve doyurucu kaynak eksikliği, astrolojiye ilgi duyan birçok insanın da yeterince yararlanmasını engellemektedir. Yurt dışında eğitim imkanı olmayan pek çok insan için bu oluşum büyük bir fırsattır. Online olarak sınıflarımıza bağlanacak, yazılı olarak eğitiminizi alabileceksiniz. Ayrıca 14. yüzyıl başlarında başlayıp 18. yüzyıl sonuna kadar Osmanlı Dönemi'nde bulunan "Müneccimbaşı" sisteminin önemini yeniden hatırlatabilmek ve dönemin padişahları tarafından devlet ve kendi yaşamlarında önemli kararlar alınırken, danıştıkları bu etkili sistemin derinliğini sizlerle paylaşabilmek, bizler için tarihi önem taşımaktadır. Bunların insan kaderi ile ülke kaderleri arasındaki paralelliği göstermesi konusunda büyük katkıları olmuştur. Halen eski Osmanlı sistemindeki pek çok kurum ve uygulamayı benimseyen ABD ayrıca Başkanın danışmanı olarak Astroloji'yi de kullanmaktadır. Astroloji sadece insanların mutluluğu için ortaya çıkmamıştır. Eski Horary (Gökyüzü Zamanı Astrolojisi) çağında en çok devletlerin selameti için kullanılmıştır. Bu nedenle astroloji öğrenmek madde ve canlılar için Tanrının dilini kavramaktır.
Evet, 4 yıllık eğitimini tamamlayan herkes yapılacak sınav sonunda dipolmalı birer astrolog olacak.
Bu okulda Astroloji'nin tüm alanlarında eğitim verilecek. Batı Astrolojisi, Vedic ‘’Hint Astrolojisi, Çin Astrolojisi, Maya Astrolojisi, Jaimini Astroloji, Medikal Astroloji, Horary Astroloji Numeroloji gibi... Türkiye’de Ben ve Yücel Sügen, Numeroloji konusunda ise Özlem Sügen. ABD’de Prof. Gary Gomes, İtalya’da Teresita Pagan Rodriguez İngiltere’de Kenneth D. Mıller başta olmak üzere dünyaca tanınmış pek çok astrolog meslektaşımız bizimle birlikte eğitim verecekler.
Osmanlı’da padişahların Astroloji ilmine verdiği önem ve 14. yüzyıl başında başlayıp 18. yüzyıl sonuna kadar devam eden "Müneccimbaşı" sistemine olan saygım ve araştırmalarım Hint Astrolojisi sayesinde tanıştığım, öğrendiğim "Yantralarla" dikkatimi tılsımlı gömleklere çekti. Türk İslam kültüründe EBCED, Avrupa’da ise numerolojiye göre yapılan hesaplamalarla ortaya çıkan sembollerden oluşan bir uygulama yantralar.
Doğum haritalarımız da bizi zorlayan, engelleyen, aynı olay ve enerjilerin yaşamımızda sürekli tekrar eden, gezegensel enerjilerin yaşamımıza olumsuz yansımalarını, iyileştiren enerjilerini yükselten sembollerden oluşan bir uygulama. Araştırmalarıma devam ederken tılsımlı gömleklerle yantraların aynı hesaplamalarla yapıldığını fark ettim ve tılsımlı gömlekler üzerinde çalışmaya başladım. Topkapı Sarayı'nda yakından inceleme şansını elde ettiğim tılsımlı gömlekler ve Sanat Tarihçisi Doçent. Hülya Tezcan’ın araştırma kitabı başta olmak üzere pek çok kaynaktan yaptığım araştırmalarım var.
Osmanlı padişahlarının müneccimbaşılar ve hattatlarla birlikte hazırladığı "Tılsımlı gömleklerlerin" İ.Ö 2852 tarihlerine kadar inen bir geçmişi olduğunu öğrenmemle çok daha ilginç bir hal aldı. En erken yapılan yantra Pa Kua 8 trigram Çin imparatoru Fu His tarafından taş ve bronz üzerine çizilen çizgilerdir. Bunlar birinden diğerine geçtiğinde, sihirli gücün temelini oluşturarak doğadaki pozitif güce karşı korunma sağlamış.
Türklerde ise İslamiyet’den önce de tılsımlı gömleklere ilgi duyulduğu yine birçok araştırmacının eserleri ile ortaya konmuştur. Dede Korkut hikayelerinde kurşun işlemeyen, kılıç kesmeyen, mutluluk getiren koruyucu gömleklerden bahsedilir. Kuran-ı Kerim’in Yusuf 12. ve 93. surelerinde bir tılsımlı gömlekten bahsedilir. Yusuf Peygamber'in Mısır’ın azizi bulunduğu zamanlarda, kardeşleri ile babası Yakup Peygamber'e gönderdiği bir gömlek vardır. Yakup Peygamber'in bu gömleği yüzüne sürdüğünde oğlunun ayrılığı ile ağlamaktan görmez olan gözlerinin açıldığı 12. ve 96. ayetlerde yazılıdır.
Bunlardan çıkardığım sonuç ise Hindistan’da Türk hakimiyeti sırasında HİNT İSLAM kültürünün oluştuğu ve bu özel öğretinin Osmanlı Döneminde titizlikle devlet yönetiminin bir parçası olduğunu ortaya koymaktadır. Gömlekler üzerinde Mikail, Cebrail ve İsrafil adlı 4 büyük meleğin adları ve Esma-Ül Hüsna Allah’ın 99 ismi ve Kuran-ı Kerim’den belli başlı ayetler sıklıkla kullanılır.
Astrolojik olarak ayın evreleri, gömleğin yapıldığı sultanın doğum zamanına göre astrolojik uygun zamanın o dönemki adı ile Eşref saatinin baz alınması pek çok astrolojik veriyi ve astrolojik sembollerin sıklıkla kullanıldığı gömleklerle ilgili çalışmalarım titizlikle devam etmekte. Bu konuda yaptığım araştırmalarımdan dolayı geciken kitabımda detaylı bir şekilde okuyucularımızla buluşacaktır.
Küçük tüyoları paylaşalım okuyucularımızla. 3 Kasım’da Akrep burcunda gerçekleşecek Güneş tutulması, Akrep burcu olan ülkemizi çok da olumlu etkilemeyecek. 15 Ekim - 15 Kasım Türkiye için çok kritik bir dönem. Gökyüzü ülkemiz için 2014 Mayıs ayına kadar olan zaman diliminde oldukça zorlayıcı etkilere sahip. Tutulma etkisi 6 ile 12 ay boyunca; gizli örgüt ve yapılanmaların etnik kökenli grupların terörist saldırıların ardı ardına yaşanmasına sebep olabilir. Özellikle 23 Aralık ve sonrası etnik köken ayrılıklarına bağlı silahlı çatışmalar ve saldırılarla karşı karşıya kalabileceğimiz konusunda uyarıcı.
Türkiye için komşu ülkelerle yaşadığımız sorunların üzerine iç kaosun başlaması zaten zor olan süreci daha da içinden çıkılmaz bir hale büründürebilir ve bu olayların akabinde Askeri hukukla kısa bir süre yönetilme durumu ile karşı karşıya kalabiliriz. 2014-2015 haritaları iç ve dış düşmanların yoğun saldırıları ile karşı karşıya kalacağımıza işaret etmekte. Hükümetler ve liderleri ilgilendiren konularda sarsıcı gelişmelerde yine bu dönemin getirileri arasında. Birçok ülke büyük siyasi ve ekonomik sorunlar yaşayacak. En belirgin ülkeler ise Çin ve Hindistan. Türkiye yılın ilk 3 ayı ekonomik anlamda yoğun dalgalanmalarla karşı karşıya kalabilir. Bu dönemde özellikle Astroloji'den faydalanmanın fazlası ile önemli olduğunu düşünmekteyim.
Son derece sağduyulu olunması gereken bir dönem. Gökyüzünün bizlere mesajı ise; doğanın dengesini bozan insanoğlu, onun yeniden yapılanmasına katkıda bulunmazsa iktidar hırsı, sahip olma kitleleri, yönlendirme güdüsünün esiri olup ben merkezli yoldan ilerlemeye devam edip “biz” olma olgusunun temelini kavrayamaz ve bu bilince erişemezsek her birimiz yaptıklarımızın bedelini olumlu ya da olumsuz olarak öderiz. Dünyamızın yeni bir çağa girdiği bu süreçte tercihlerimizi ruhumuzun verdiği mesajları dikkate alarak yapmalıyız. Seçimlerimizin sonuçlarını da tüm dünyaya yansıtmalıyız. Yeniçağ süreci, seçimlerimiz doğrultusunda şekillenecektir.
Bir dönem bitip yeni bir dönem başlarken gelen bu yüksek enerjiyi iyi değerlendirebilmeniz dileklerimle…
Gökler rehberimiz yolumuz ışık olsun…
Kendimi bildim bileli gökyüzü beni çok etkilemiştir. Bu nedenle Astroloji hayatıma girmiş ve son nefesimi vereceğim ana kadar da devam edecek. Rabbim izin verdikçe tabii. İlk dönemler tam anlamı ile kâbustu aslında. Osmanlı döneminde altın çağını yaşayan Astroloji, Osmanlı’nın sona ermesi ile unutulmaya yüz tutmuş, eğitimsiz insanların gündemde yerini alması ile; falcısı, medyumu, "Astroloji" adı altında insanlığın yazılı tarihi kadar eski, bu derin sistemi su istimal etmiştir. Ne yazık ki ben de tüm dünyada bilim olarak kabul edilen ve saygı duyulan Astroloji'yi profesyonel olarak yapmaya başladığımda yoğun ve haksız tepkiler aldım. Falcılık ve medyumlukla ilgisi olmadığını, Fen Bilimleri olan Astronomi'den faydalanan sosyal bir bilim dalı olduğunu anlatana kadar sapla saman birbirine karıştı tabii. Ama ben aldığım yoğun tepkilere rağmen ilk günden beri mesleğimin mücadelesini vermekten hiç vazgeçmedim. Bugün de halkımız Astroloji'nin popüler kültürün bir yansıması olmadığını, duymak istediklerinizi değil, gerçeği ortaya koyduğunu, Allah’ın bize çizmiş olduğu ruhsal planı yorumlayan bir rehber olduğunu anlamaya başlamış durumda.
14 yaşımdan itibaren başta rahmetli babaannemin tecrübe ve bilgilerinden yararlandım ancak ilerleyen zamanlarda bunun yeterli olmadığının bilincine vardım. Ülkemizde bu alanda eğitim veren tüm dünyanın kabul ettiği bir kurum olmadığının farkına varınca araştırmalar yaparak profosyonel eğitim alacağım yerleri tespit ettim ve böylece bilgiye giden eşsiz yolculuk başladı. 2003 yılından itibaren Faculte of Astrological Kepler University Dirah Academy ile Astroloji'nin farklı alanlarında eğitimlerimi tamamladım. Şu anda ABD’den online Vedic’’Hint’’ Astrolojisi üzerine doktora yapmaktayım.
Astroloji, Tıp gibi kendi içinde uzmanlıklara ayrılır. Her alanında eğitimlerimi tamamlayarak, doğum haritalarını analiz ederek, çok okuyarak, araştırarak, çalışmalarıma devam ediyorum. Bilginin sonu yok. Hele hele Astronomi ve Astroloji'de bilinen gök cisimlerinin sayısının 86 bini bulduğu bir sistemde sürekli araştırmak, okumak ve gelişmek gerek.
Evet, İngiltere, ABD, Hindistan ve Fransa’da Astroloji üniversiteleri var. Bizde de Osmanlı'da bilinen adı ile İlmi Nücum bugünkü durumundan çok daha iyi durumdaydı. Eğitimli gerçek astrologların çoğalması ve doğru bilgiyi vermesi ile inanıyorum ki önümüzdeki 10 yıl içinde Astroloji, Osmanlı dönemindeki yerini ve önemini tekrar alacaktır.
2012 senesi Nisan ayında faaliyet göstermeye başlayan NUNU'nun kurucularından Zeynep Boyner Amerika'da okuduğu sırada bu işi yapmış, diğer kurucu Hanzade Teke ise kurumsal bir temelden gelmiş, yeğeni Kerem'in bakıcılarla ilgili yaşadığı problemleri gözlemleme fırsatı bulmuştu. Uzun araştırmalar sonunda Türkiye'de saatli çocuk bakıcılığının olmadığını gözlemleyen iki girişimci, üniversitelerde bu işi part-time yapabilecek Çocuk Gelişimi ya da Psikoloji okuyan öğrencilerden bir ekip oluşturarak onlara danışman pedagogları Elif Ocak tarafından eğitim olanağı sağladılar. Şu anda 30 kişilik bir ekipleri var. Otellere ve evlere saatlik hizmet veriyorlar, taleplere göre haftalık ve aylık programlar yapıyorlar.
NUNU'nun kurucuları Zeynep Boyner ve Hanzade Teke ile NUNU'nun kuruluş hikayesi, verilen hizmetin kapsamı ve daha birçok konuda keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Öncelikle NUNU isminin özel bir anlamı var mı?
NUNU'nun herhangi bir sözcük anlamı olmasa da, farklı kültürlerde ve ülkelerde çocuğu çağrıştıran bir isim, bazı yerlerde çocuğun bakıcısına sesleniş şekli, farklı arap toplumlarında bir çocuğu severken hitap şekli olarak karşımıza çıktı. Fransız toplumunda çocukla ilgili alanlarda karşılaştık. Dilimize ve kulağımıza bıraktığı samimi hali, isim olarak seçilme sebebi oldu.
Acil bir iş yemeğine çıkmam gerekiyor ve çocuğumu bırakacağım kimse yok. NUNU’yu aradığımda kaç saat içerisinde birisini gönderebiliyorsunuz?
Normal şartlarda 1 gün öncesinde talepleri alıyoruz. Bizden istenen oyun ablasının tam ihtiyaca yönelik olanını yönlendirmemiz açısından önemli, yalnız acil ihtiyaç anlarında hizmet verilecek yerin mesafesini göz önünde bulundurarak en kısa sürede ihtiyaca cevap vermeye çalışıyoruz.
NUNU’da çalışmak isteyen kişilerin nasıl kriterlere sahip olması gerekiyor? NUNU ablaları nasıl bir eğitimden geçiyorlar? Bünyenizde kaç NUNU ablası çalışıyor?
Kriterlerin en başında çocuk sevgisi geliyor, bu olmazsa olmazımız. Sonrasında bir çocukla ne kadar zaman kesintisiz ilgilendiği, bakımını üstlendiği gibi sorularımız oluyor. Bunun gibi bazı elemelerden geçtikten sonra danışman pedogoğumuz Elif Hanım gözetiminde eğitim ve sertifika sürecine geçiyorlar. Gelen adayların birçoğu Boğaziçi üniversitesi gibi köklü eğitim kurumlarının Psikoloji,Okul Öncesi Öğretmenliği gibi bölümlerinin öğrencileri olması bilinçli bir takımımızın oluşmasını sağlıyor.
NUNU ablaları neden üniforma giyiyorlar? Bugüne kadar ailelerden ve çocuklardan bu konuda olumlu ya da olumsuz nasıl tepkiler aldınız?
Üniforma, kurumsal kimliğimizi yansıtması açısından önemli ve çocuğun gelen oyun ablasını, logomuz olan fil amblemli tulumla özdeşleştirmesi çocuğun daha kolay rahatlamasını ve oyun ablasına kısa sürede adapte olmasını sağlıyor. Ailelerden bu konuyla ilgili pozitif tepkiler alıyoruz.
NUNU ablalarının oyun çantaları içerisinde neler var?
Hizmet verilecek aileye gitmeden önce çocuğun yaşını ve cinsiyetini öğreniyoruz. Bu bilgilere göre çocuğa uygun eğitici ve öğretici oyunlar seçiyoruz. Çantada ayrıca oyun ablamızın üniforması olan tulum bulunuyor.
Kaç yaş aralığındaki çocuklar için bu hizmetten yararlanılıyor?
Şimdiye kadar 9 aylık ve 13 yaş arasında birçok çocuğa hizmet verdik.
Çocukla baş başa kalındığında herhangi bir sorun yaşandığında (sürekli ağlaması, anne babasını istemesi vs. ) nasıl bir yol izleniyor?
Danışman pedogoğumuzla düzenli eğitim çalışmalarımızda, bahsettiğiniz ve benzeri durumlar karşısında yapılacakların eğitimi oyun ablalarımıza veriliyor. Ayrıca ilk 1 saat içinde çocuğun oyun ablasını reddetmesi, sürekli ağlaması ya da sakinleştirilemeyen hali var ise, (şimdiye kadar hiç karşılaşmadık) aile ile irtibata geçilip durumu kendilerine aktarıyoruz. Ailenin isteği doğrultusunda hizmetimizi sonlandırıp çocuğu aileye teslim ediyoruz. Belirttiğim gibi böyle bir durumla şimdiye kadar hiç karşılaşmadık.
Aileler için çocuklarını tanıdık biri bile olsa başka bir insana emanet etmek çoğu zaman çok zordur. Ailelerin güvenini kazanmak için neler yapıyorsunuz?
Çocuk ve aile gibi konularda güven en önemli faktördür. NUNU olarak hizmet verdiğimiz ailelerin yakınlarındaki diğer çocuklu ailelere bizi tavsiye ediyor olmaları bizim yapacağımız her türlü güven kazanma çalışmalarından daha etkili oluyor. Hizmet vermeye başladığımız andan itibaren aile ile irtibatımız devam etmekte olup, ailenin isteği doğrultusunda web camera sistemi ile ellerindeki akıllı telefonlarla oyun ablamızı ve çocuklarını denetleyebiliyorlar. Ayrıca hizmet öncesinde seçilen oyun ablamızın CV'sini yollamaktayız.
Başarılı kadın girişimciler olarak, girişimci bayanlara yönelik nasıl tavsiyeleriniz olabilir?
Farklı olanı yapmaya çalışmak lazım. Eğer orjinal bir fikriniz var ise daha önce yapılmadığından emin olun. İlk adımı attıktan sonra zamanla ve tecrübelerle işi geliştirme firsatı buluyor, öğreniyorsunuz.
Röportaj: Sedef Batı
2012 senesi Nisan ayında faaliyet göstermeye başlayan NUNU'nun kurucularından Zeynep Boyner Amerika'da okuduğu sırada bu işi yapmış, diğer kurucu Hanzade Teke ise kurumsal bir temelden gelmiş, yeğeni Kerem'in bakıcılarla ilgili yaşadığı problemleri gözlemleme fırsatı bulmuştu. Uzun araştırmalar sonunda Türkiye'de saatli çocuk bakıcılığının olmadığını gözlemleyen iki girişimci, üniversitelerde bu işi part-time yapabilecek Çocuk Gelişimi ya da Psikoloji okuyan öğrencilerden bir ekip oluşturarak onlara danışman pedagogları Elif Ocak tarafından eğitim olanağı sağladılar. Şu anda 30 kişilik bir ekipleri var. Otellere ve evlere saatlik hizmet veriyorlar, taleplere göre haftalık ve aylık programlar yapıyorlar.
NUNU'nun kurucuları Zeynep Boyner ve Hanzade Teke ile NUNU'nun kuruluş hikayesi, verilen hizmetin kapsamı ve daha birçok konuda keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Öncelikle NUNU isminin özel bir anlamı var mı?
NUNU'nun herhangi bir sözcük anlamı olmasa da, farklı kültürlerde ve ülkelerde çocuğu çağrıştıran bir isim, bazı yerlerde çocuğun bakıcısına sesleniş şekli, farklı arap toplumlarında bir çocuğu severken hitap şekli olarak karşımıza çıktı. Fransız toplumunda çocukla ilgili alanlarda karşılaştık. Dilimize ve kulağımıza bıraktığı samimi hali, isim olarak seçilme sebebi oldu.
Acil bir iş yemeğine çıkmam gerekiyor ve çocuğumu bırakacağım kimse yok. NUNU’yu aradığımda kaç saat içerisinde birisini gönderebiliyorsunuz?
Normal şartlarda 1 gün öncesinde talepleri alıyoruz. Bizden istenen oyun ablasının tam ihtiyaca yönelik olanını yönlendirmemiz açısından önemli, yalnız acil ihtiyaç anlarında hizmet verilecek yerin mesafesini göz önünde bulundurarak en kısa sürede ihtiyaca cevap vermeye çalışıyoruz.
Çocuğunuza ilk günden itibaren verdiğiniz sevgi, onun yetişkin bir birey olduğunda sorunlarla daha iyi başa çıkmasına yardımcı oluyor, onu stresten hatta hastalıklardan bile koruyor.
Söylenenlerin aksine ilgi ve sevgi bebekleri şımartmaz. Bebeklerin özellikle anneler ile bağ kurmaya ihtiyaçları vardır. Bebeğinizin doğumundan itibaren ona sevginizi göstermekten, öpmek ve kucaklamaktan asla endişe duymayın. Böyle yaparak bebeğinizin ilerideki yaşantısından insalarla iletişimine katkıda bulunmuş olacaksınız.
Örnek Araştırma
Amerika’nın Rhode Island Eyaleti’nde araştırmacılar yaklaşık 500 anne ve 8 aylık bebeklerinin katıldığı geniş kapsamlı bir araştırma ile anne ve bebekleri arasındaki duygusal bağı incelediler.
Psikologlar annelerin bebeklerine davranışlarını inceleyip değerlendirdiler ve çocuklarının duygusal ihtiyaçlarına nasıl tepki verdiklerini gözlemlediler. Araştırma sonucunda her 10 anne-bebekten yaklaşık birinde annenin bebeğine gösterdiği ilgi ve şefkati "az", yaklaşık yüzde 85'inde "normal", yüzde 6'sında ise "fazla" buldular.
Bu araştırmaya bebekken katılan kişiler 30 yaşında tekrar teste tabi tutuldu. Bebekken annesinden yeterli şefkati ve ilgiyi gören kişilerin stres, kaygı ve saldırganlık düzeyinin diğerlerine oranla daha düşük olduğu belirlendi.
Ayrıca bu kişilerin hayatla mücadele edebilme yeteneklerinin ve zorlukara karşı direnebilme güçlerinin yeterli ilgiyi görmemiş bireylere göre daha fazla olduğu saptanmıştır.
Bilim adamları, bebeğin hayattaki ilk anlarını temel alarak yaptıkları bu araştırmada erken çocukluk döneminin yetişkinlik dönemine etkilerine dikkat çekiyor ve bebeklik anılarının ilerideki yaşantılarından onları hayata karşı daha dirençli ya da hassas hale getirebildiğini vurguluyorlar.