Üretkenliğinin sırrı: ‘Gündüzler devletinse, beyaz geceler benimdir’

Değerli tarihçi ve büyükelçi Bilal Şimşir’e veda ettik

Haberin Devamı

BULGARİSTAN vatandaşı olarak Gimnaziya’da, yani lisedeki kayıtlı ismi biraz uzundu: Bilal Niyaziyev Mehmed Eminov Paşov...

Kısaca Paşov derlerdi.

Peki neden Paşov?

Anlattığına göre, büyük dedesi 1853-56 Kırım Harbi’ne katılmış ve cephede bir Osmanlı Paşası’nın yanında görev yapmıştı. Askerden Bulgaristan’da yaşadıkları kasabaya bir gümüş madalyayla döndüğünde, Paşa’nın yanında görev yapmış olmasının da havasıyla aile Paşalar diye anılmaya başlanmıştı.

Üretkenliğinin sırrı: ‘Gündüzler devletinse, beyaz geceler benimdir’

Bulgarlar da bugünkü Tırgovişte, yani Osmanlı dönemindeki adıyla Eski Cuma şehrine bağlı Osmanpazarı (Bulgarcasıyla Omurtak) kasabasında yaşayan aileyi nüfusa kaydederken, Paşa’yı Bulgarca versiyonuyla Paşov’a çevirmişlerdi.

Haberin Devamı

Jivkov döneminde 1980’li yılların ortalarında Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığı hedef alan isim değiştirme kampanyasının başlamasından çok zaman öncesinden söz ediyoruz. Şimdi aktaracağımız olay yaşandığı sırada komünist bir rejim iş başındadır Bulgaristan’da.

Türkiye’deki Demokrat Parti hükümeti 1950 yılında Amerika’nın yanında Kore Savaşı’na katılınca, Gimnaziya’da üçüncü sınıf öğrencisi 17 yaşındaki Paşov’un başı birden derde girer.

Kendi anlatımıyla her gün arkadaşlarıyla birlikte yakaları kapalı tek tip “Komünist Stalin üniformaları” giyerek okula giden Paşov, sınıf arkadaşlarının ve hocalarının hışmına uğrar.

Bilal Şimşir, başına gelen olayı kendisiyle Türk Tarih Kurumu’nun “Yaşayan Tarih” dizisi için yapılan söyleşide şöyle anlatıyor:

“Sanki benmişim gibi üzerime yürüdü öğrenciler. Zaten ‘bu Türk nereden aramıza girdi’ diye hiç tahammül edemiyorlardı. Fakat bir kusur da bulamıyorlardı. Biri dışında hocalar da beni kaçırmak, okuldan defetmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Sonra gerekçeyi buldular. Türkiye Kore Savaşı’na asker gönderdi diye suçlu ben oldum. Üzerime yürüyorlardı. Dayanamayacak hale geldi. Babama ‘Ben gidiyorum baba’ dedim. Sonunda eğitimim yarım kalmış olarak Türkiye’ye geldik.”

ÇANAKKALE LİSESİ’NDE AĞIRINA GİDEN SÖZLER

Haberin Devamı

Zaten Türkiye’ye göç etmek eskiden beri aklındadır. Çocukluğundan beri babaannesinin “Atamadık kendimizi Edirne’nin kırına...” diye sızlanmalarını dinleyerek büyümüştür.

Aile Türkiye’ye göç eder. Türkiye’ye ayak bastıklarında iskânlı göçmen olarak Gelibolu’ya gönderilirler.

Burada çıkan sorun, 1950 yılında Gelibolu’da lise olmamasıdır. Bunun üzerine Çanakkale Lisesi’ne kaydını yaptırırlar. Burada Çanakkale Erkek Sanat Enstitüsü Okulu yatakhanesinde kalır. Gelibolu Belediyesi de ayda 15 TL burs bağlar kendisine.

Peki Bulgaristan’daki lisede dışlanan Türk öğrenci, anavatana geldiğinde sıcak bir karşılama görecek midir?

Bu kez muhacir olmasından kaynaklanan bazı tavırlarla karşılaştığı anlaşılıyor.

Haberin Devamı

Bir gün teneffüs arasında sınıf arkadaşı olan bir kız öğrenci Bilal’e dönerek, “Aaa, gelir gelmez Türkçeyi ne kadar çabuk öğrendiniz” der.

“Siz de fena konuşmuyorsunuz” diye yanıtlar Bilal.

“Evet, ben Türküm” diye üste çıkar sınıf arkadaşı.

Bunun üzerine, “Ya ben neyim, gavur muyum?” diye karşılık verir göçmen öğrenci.

Bilal Şimşir’de yer etmiş bir olaydır bu. Yaşı 90’a yaklaşırken verdiği iki ayrı mülakatta da bu olaya değinir. “Ben böyle sarsıldım, çok ağırıma gitti” diyerek anlatır. Hiç unutmamıştır bu diyaloğu.

Üretkenliğinin sırrı: ‘Gündüzler devletinse, beyaz geceler benimdir’

ŞAİR OLMAK MI ZOR, YOKSA ŞAİR KALMAK MI?

Sonradan kendisini kabul ettirecektir sınıf arkadaşlarına. Bu arada, Çanakkale Lisesi’ndeki yıllarında şiire de meraklıdır; hece vezniyle şiirler yazar. Arkadaşlarına şöyle şıklıklar da yapar. Onlardan sevdikleri kızların adlarını alıp, adı yukarıdan aşağı yazıp, sonra her dizeyi ismin bir harfinden başlamak üzere kurgulayarak şiirleştirir. Yani “akrostiş” yapar. Bunun sonucu “Beni el üstünde tutuyorlardı” diye anlatıyor.

Haberin Devamı

Yine de şairlik içinde bir ukde olarak kalmıştır. Yıllar sonra “Gençlikte şairdim. Şair olmak kolaydır ama şair kalmak zordur” diyecektir.

Ayrıca, donanımı ile kısa zamanda çevresinde fark yaratacaktır. Bir kere, Bulgaristan’da aldığı sıkı eğitim nedeniyle Makedonca, Rusça, Sırpça da bilmektedir. Ayrıca ilkokul ve ortaokulda eski Türkçe okuyup yazmayı da öğrenmiştir. Kiril alfabesi ve eski yazıya Türkiye’de öğrendiği Latin alfabesi de eklenir.

VE MEKTEB-İ MÜLKİYE

Derken, 1953 yılında Çanakkale Lisesi’nden mezuniyeti ile birlikte diplomat olmaya karar verir ve kendisini aynı yıl Mekteb-i Mülkiye öğrencisi olarak Ankara Cebeci’de bulur. 1957 yılında Mülkiye’nin diplomatların çıktığı Siyasi Şube’sini bitirir. Ancak önce akademik kariyere yönelir. Okulda siyasi tarih kürsüsünde Mülkiye’nin efsane hocalarından Prof. Ahmet Şükrü Esmer’in yanında asistan olarak göreve başlar.

Haberin Devamı

Ve ardından 1960 yılında Dışişleri Bakanlığı’na ayak basar. Bir arkadaşını görmek için gittiği Dışişleri’nde karşılaştığı siyasi şube genel müdürü (daha sonra Dışişleri Bakanı) Vahit Halefoğlu, “Burada senin gibi insana ihtiyaç var, hemen otur çalışmaya başla” diyerek kendisini bakanlığa girmeye teşvik eder.

Gelgelelim tam bu noktada bir sorun patlak verir. Mülkiye’de İçişleri Bakanlığı’nın bursuyla okumuştur. İçişleri Bakanlığı, onu bursun karşılığı olarak kendi teşkilatında istihdam etmek ister. Yani kaymakamlık ve ardından valilik yolu açılacaktır önüne birden. O ise vali değil diplomat olmayı kafaya koymuştur. Sonunda Dışişleri’ne geçer ama İçişleri’ne bursun cezasını ödemek koşuluyla. Şimşir, yıllar sonra “On iki sene maaşımdan kestiler, fitil fitil ödettiler bana” diye anlatır.

Üretkenliğinin sırrı: ‘Gündüzler devletinse, beyaz geceler benimdir’

‘GÜNDÜZLER DEVLETİNSE BEYAZ GECELER BENİMDİR’

Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başlamasıyla birlikte önünde birçok kapı açılacaktır. Özellikle ilk yurtdışı tayini olan Paris’te (1962-66) Fransız arşivlerinde çalışmaya başlar. Bu arada sıkça Paris’ten Londra’ya geçerek İngiliz arşivlerinde gizliliği kaldırılmış olan İngiliz resmi belgelerinin mikrofilmlerini toplamaya başlar. Tabii 1970-74 yılları arasında Londra Başkonsolosu olarak görev yaparken bu çalışmaları iyice derinleşecektir.

Arşivlere yönelmesinde kendisinin akademik kökeni, tarih merakının yanı sıra, bakanlıktaki amirlerinin sıkça eski Türkçe bilgisinden yararlanmak istemeleri de kısmen rol oynar. “Dışişleri’nde kendi kuşağımda eski yazı bilen tek ben olduğum için arşiv çalışmalarında hep beni kullandılar” diye bu durumu aktaracaktır.

Çalışmalarının ilerlemesi üzerine bir mikrofilm makinası satın alır. İlk aldığı makine yalnızca arşiv belgelerinin kayıtlı olduğu filmleri okumaya yetmektedir. Her makarada genellikle 200 dolayında belge vardır. Buna karşılık daha sonra satın aldığı ve daha ileri teknolojiye dayanan ikinci makinada hem okuyabilmekte, hem de belgelerin çıktılarına da alabilmektedir. “Dünyanın parasını verdim ona, yani maaşımı. Bana oturdu ama o mikro filmlerle evde çalıştım” diye anlatır.

Evet, gerek mikrofilmler gerek okuma cihazları için bütün harcamaları hep kendi cebinden yapmıştır. Gerekçesini de şöyle izah eder: “Bir kuruş da şunun için para verin demedim bakanlığa. Kırk yıl sonra başıma kakarlar; ‘Biz para verdik de, biz destek olduk da...”

Ama sağladığı önemli avantaj artık evde çalışabilmesidir. Bir noktadan sonra artık iki ayrı zaman boyutunda yaşamaya başlar. Gündüz bakanlıktaki ya da görev yaptığı dış temsilcilikteki resmi işleri görürken, akşamlarını uykudan da fedakârlık ederek mikrofilm okumaları ve kitap yazımına ayırır. Bir sloganı da vardır, “Gündüzler devletinse, beyaz geceler benimdir” diye. Şöyle konuşur:

“Hakikaten uykusuzluğa çok dayanıklılığım var. Uykusuz kalabiliyorum ve gece çalışabiliyorum uzun uzun. Ve uzun uzun dedikoduyla vakit geçirmiyorum.”

“Tarih yapılırken uyuyamam” diye de ekler bir sohbette.

NESİLLERE BİR KÜTÜPHANE BIRAKTI

Bu çalışma düzeni yıllar içinde kendisini Türkiye’nin en üretken tarihçilerinden biri yapacak ve Türk Tarih Kurumu’nun şeref üyeliği payesini getirecektir.

Bilal Şimşir’in kitapları ve makalelerinin başlıklarını bir gazete yazısının sınırları içinde aktarabilmek çok güç. Herhangi bir arama motoruna girildiğinde kitaplarının dökümünü çıkartırken zaman ayırmak gerekiyor. Belki belli başlı çalışmaları ve yöneldiği alanlar kısaca özetlenebilir.

Bir kere, İngiliz belgelerinden yola çıkarak Atatürk, Milli Mücadele, Lozan Antlaşması ve Cumhuriyet’in ilk dönemi üzerinde kaleme aldığı kitapları bir gruba yerleştirmek gerekiyor.

Kendisinin bir Balkan göçmeni oluşu, Rumeli’den göçlerin tarihine özel bir ilgiyle eğilmesine yol açmış, bu konuda üç ciltlik bir kitap kaleme almıştır.

Türkiye’nin dış ilişkiler tarihi üzerine birçok kitabı bulunuyor.

Özellikle 1970’li yılların ilk yarısında patlak veren Ermeni terörü, Bilal Şimşir’i Ermeni meselesi üzerinde çalışmaya sevk etmiş, bu alanda da bir dizi kitap yayımlamıştır. Keza Batı kaynakları üzerinden Kürtçülük hareketinin tarihi de üzerinde çalıştığı bir alandır.

Türk Tarih Kurumu’na mülakatında toplam 130 dolayında kitap ve 800 kadar makale yazdığını belirtiyor Bilal Şimşir. Kendisinin kaleme aldığı kitaplar ve makaleler hakkında da üç ayrı kitap yazılmıştır.

Gazeteci ve tarihçi Taha Akyol, Bilal Şimşir’in bir ömre sığdırdığı sayısız eser ve tercümeleriyle Milli Mücadele, Lozan ve Cumhuriyet tarihlerine büyük katkılarda bulunurken, “nesillere bir kütüphane bıraktığını” yazmıştır.

BAĞIMSIZ TÜRK DEVLETLERİN TANINMASI KARARININ MİMARLARINDAN

Buraya kadar tarihçi, araştırmacı yönlerini vurguladığımız Bilal Şimşir, aynı zamanda Dışişleri Bakanlığı’nda merkezde muhtelif görevlerin yanısıra, farklı zaman kesitlerinde üç dış merkezde Türkiye’yi büyükelçi olarak temsil etmiştir.

İlk büyükelçiliği 1985-88 yılları arasında görev yaptığı Tiran Büyükelçiliği olmuştur. Bunu, 1988-1990 döneminde Pekin Büyükelçiliği izlemiştir.

Ona sorarsanız, bu iki merkeze gönderilmesinin gerisinde, kendisine bakanlık tarafından resmen söylenmese de Ermeni terörü ile ilgili çalışmaları, bu konuda yazdığı kitaplar nedeniyle onu emniyetli coğrafyalarda koruma çabası vardır: “Kapalı ülkelere gönderdiler. Burada Arnavutluk’a suikastçı girip de Bilal Şimşir’e suikast yapamaz. Çin de çok kapalı bir ülkeydi.”

Pekin döneminin en ilginç yönü, karşılaştığı bütün güçlük ve engellemelere rağmen Uygur Bölgesi’ne gitmiş olmasıdır. “Beni engelleyemedi Çinliler, yolunu buldum. Oralara da gittim, raporlarımı da yazdım” diye anlatır. Pekin dönemine ilişkin hatıratı “Çin Seddi’nin Ötesinde Büyükelçilik” adıyla önümüzdeki dönemde yayımlanacaktır.

Sonuçta Şimşir, büyükelçi olarak Arnavutluk’tan Çin Seddi’ne ve Çin Seddi’nin doğusuna kadar uzanan geniş bir coğrafyada görev yapar. Aynı zamanda, 1990’lı yılların ilk yarısında Bağımsız Devletler Topluluğu ile İlişkiler Genel Müdürü olarak Sovyetler Birliği coğrafyasından koparak bağımsızlığını kazanan ülkelerle ilişkilerin kurulması sürecinin de önemli aktörlerinden biri olmuştur.

Emekli Büyükelçi Hasan Göğüş’ün T-24’te kaleme aldığı “Bir Ulu Çınarı Daha Uğurlarken” başlıklı makale, Bilal Şimşir’in bu dönemdeki mesaisiyle ile ilgili önemli bir yönüne ışık tutuyor. Göğüş, bu dairede Şimşir’in maiyetinde çalışmıştır. Yazar, Sovyetler Birliği’nin 1991 yılı sonunda resmen dağılmasından önce Türkiye’nin ardıl devletlerin bağımsızlıklarını tanıyan ilk ülke olması kararının “baş mimarı”nın -tereddütsüz- Şimşir olduğunu vurguluyor.

Şimşir’in büyükelçi olarak son görev yeri Kanberra olmuştur. Bir tarihçi olarak finali Çanakkale Savaşı’nda yenilgiye uğrayan bir ülkede yapmıştır. Geniş tarih bilgisi bu görevine ayrı bir boyut katmıştır.
Avustralya’dan çok güzel hatıralarla döndüğünü anlatacaktır.

EŞİM OLMASAYDI BUNLAR OLMAZDI

Bilal Şimşir, 1998 yılında emekli olduktan sonra kendisini olduğu gibi araştırmaya, kitap yazmaya vermiştir. Yakın zamana kadar ilerleyen yaşına rağmen her gün bir çok gazete alıp, onları okuyup kupürler keserek tasnif etmeye devam ediyordu.

Üretkenliğinin sırrı: ‘Gündüzler devletinse, beyaz geceler benimdir’

Çalışmak, çalışmak, çalışmak... Bu onun hayat düsturuydu. Türk Tarih Kurumu mülakatının sonunda “Yapacak çok şey var, şöyle bakıyorum da...” diye konuşuyor.

Çalışmak, araştırmak konusundaki bütün şevkini korusa da, kendisini dinlerken son döneminde eşi Gülgün Şimşir’i kaybetmiş olmanın onda yarattığı büyük hüznü görmemek mümkün değil. Dışişleri Bakanlığı’nda idari görevliyken tanışıp evlendiği eşi Gülgün Şimşir’in hayatında ve çalışmalarında ne kadar hayati bir rol oynadığını her vesileyle vurguluyor.

Örneğin, kitaplarının baskı öncesi gelen bütün provalarını eşinin okuduğunu anlatıyor, “Aslında ben evlendikten sonraki kitap çalışmalarımın, makalelerimin yüzde ellisini mübalağasız ona borçluyum. Yoksa bu kadar kitap yazamazdım” diye konuşuyor.

Bilal Şimşir, eşini 2019 yılı mayıs ayında kaybetmiştir. Ölümünden sonrasına rastlayan mülakatında şöyle diyor: “Düşündükçe çok üzülüyorum, eşimi zamansız kaybettim diye...”

Hemen ardından ekliyor: “Ya da ben uzun kaldım diye...”

AYDINLATMAYA DEVAM EDECEK


Bilal Şimşir, geçen çarşamba günü Ankara’da toprağa verildi. Şimşir’in naaşı Bilkent’teki Ahmed Hamdi Akseki Camii’nde kılınan öğle namazından önce 38 yıl görev yaptığı ve üstün hizmet ödülüne de sahip olduğu Dışişleri Bakanlığı’nın önüne getirildi. Burada toplanan bakanlık personeli önünde konuşan Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Mehmet Kemal Bozay, Türkiye’nin yalnızca başarılı bir diplomatını değil, son derece üretken bir tarihçi yazarını ve eşine az rastlanır bir aydınını yitirdiğini, Şimşir’in eserleriyle “tarihe adını yazdırdığını” belirtti.

Bozay, konuşmasının sonunda “Ben yeni bir memurken Sayın Şimşir’le odalarımız karşı karşıyaydı. İşe her sabah çok erkenden gelirdi. Gece saat kaçta çıkarsak çıkalım onun odasının ışığı hep açık olurdu” dedikten sonra ekledi:

“Şimdi bizleri aydınlatmaya devam edecek.”

NOT: Bu yazıyı hazırlarken, Büyükelçi Şimşir’in Türk Tarih Kurumu’nun “Yaşayan Tarih” dizisi için verdiği mülakat ile emekli Büyükelçi Hasan Göğüş’ün başkentteki düşünce kuruluşu Ankara Politikalar Merkezi için kendisiyle yaptığı mülakattan yararlandım.

 

Yazarın Tüm Yazıları