GAZETECİ olarak yurtdışına yaptığım ilk gezilerden biri, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in 1979 yılı ocak ayının son haftasında Libya’ya yaptığı geziydi.
O yıllarda Türkiye’nin imkânları çok sınırlıydı. Başbakanlar, yurtdışı gezilerini çoğunluk Türk Hava Kuvvetleri’nin envanterindeki uçaklarla yapıyorlardı. Ecevit’le birlikte Libya’ya, Hava Kuvvetleri’nin tahsis ettiği bir nakliye uçağıyla gitmiştik. Penceresiz bir uçakta saatlerce uçmak değişik bir tecrübe olmuştu. 250 MİLYON DOLARLIK KREDİYE SEVİNMEK Türkiye ciddi bir ekonomik darboğazdaydı ve İran devriminin hemen sonrasında petrol ihtiyacının karşılanmasında güçlük yaşanıyordu. Ecevit’in en önemli hedefi, Libya’dan petrol ithali için kredi bulmak ve mümkünse petrol kotasını artırabilmekti. Trablus’a indiğimizde Libya lideri Muammer Kaddafi’nin Ecevit’i ne zaman kabul edeceğinin belli olmadığını öğrendik. Yabancı konuklarına önce bu belirsizliği yaşatan Kaddafi, sonra kendilerini sürpriz bir anda çağırarak, onlara bir imkân bahşetmiş oluyordu. Gezinin ikinci günü mutlu haberi aldık. Kaddafi, Ecevit’i çağırıp çadırda kabul etmişti. Ama daha önemli haber, Kaddafi’nin 1979 yılı için Türkiye’ye ayırdığı 3 milyon tonluk petrol kontenjanını 4 milyon tona çıkarmayı, ayrıca petrolü OPEC fiyatının altında vermeyi taahhüt etmesiydi. Belli ödeme kolaylıklarının da sağlandığı anlaşılıyordu. Libya, bu jestlere ek olarak dış ödeme güçlüklerini aşmasında Türkiye’ye yardımcı olmaları için İslam ülkelerine çağrıda bulanacak, bu konuda başlatılacak girişimlere önderlik edecekti. Ecevit, Libya gezisinden hedeflerine ulaşmış olmanın verdiği büyük bir memnuniyet duygusuyla dönmüştü. ÇADIRDA KADDAFİ’DEN AZAR İŞİTMEK Libya’ya ikinci gidişim tam 17 yıl sonra 1996 Ekim ayında bu kez Başbakan Necmettin Erbakan’la oldu. Kaddafi, Sirte’de çadırda herkesin önünde Türkiye’ye hakaret yağdırır ve Erbakan da bu hakaretleri sineye çekerken, o an bu skandala tanıklık eden gazetecilerden biri de bendim. Çadırda bulunan dönemin Devlet Bakanı Abdullah Gül de Kaddafi’nin hakaretlerine “Deli saçması...” diyerek tepkisini saklamıyordu. Bu gezi daha tasarım aşamasındayken bile çok eleştiri almıştı. Erbakan’ı inatla bu geziyi yapmaya iten en önemli nedenlerden biri, dış politikada İslam dayanışmasına verdiği önemi göstermek, bu arada fırsattan istifade sürüncemede kalmış olan Türk müteahhitlerinin Libya’dan alacakları meselesini de bir hal yoluna koymaktı. Trablus’taki otelin lobisi, borçlarını tahsil etmeyi ümit eden müteahhitlik şirketlerinin temsilcileriyle doluydu. Vadesi geldiği halde ödenmeyen borcun toplamı 160 milyon dolar tutarındaydı. Kaddafi, bu ödemeleri askıda tutup Türk tarafını devamlı ricacı duruma sokuyordu. Çetin pazarlıklardan sonra 160 milyon doların 64 milyon dolar tutan yüzde 40’ının Libya dinarı ile ödenmesine, kalan 96 milyon doların ise 40 milyon doları peşin, kalan bölümü ise 10 aya yayılan taksitlerle ödenmesi konusunda mutabakata varıldı. Çok parlak bir müzakere sonucu değildi doğrusu. LİBYA MUHALEFETİNE NAKİT AKTARIMI Geçen salı günü Trablus’ta isyancılar Kaddafi’nin sarayını ele geçirirlerken, aynı gün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu iktidara el koyması beklenen muhalefet hareketinin liderleriyle görüşmek üzere Bingazi’deydi. Bu ziyaret sırasında Türkiye’nin Bingazi’deki muhalefete toplam 300 milyon dolar tutarında bir kaynak aktarmış olduğu da ortaya çıktı. Davutoğlu, gazetecilere “100 milyon dolar hibe ve 100 milyon dolarlık gıda yardımından sonra nakit ihtiyacının da karşılandığını” açıkladı. Bakan, “Ramazan nedeniyle Libya halkının bu paraya acil ihtiyacı vardı. Bunun yaratıcı usullerle buraya aktarılması temin edildi” dedi. Önceki gün Hürriyet’in birinci sayfasında bu haberleri okuyunca, Ecevit ve Erbakan’la yaptığım Libya gezilerinde tanık olduğum bütün sahneler gözümün önünden gelip geçti. Ecevit’in Kaddafi’den aldığı petrol güvencesine nasıl sevindiğini, Kaddafi’nin çadırdaki densizliğini, 130 milyon dolarlık müteahhit alacakları pazarlığını hatırladım. Galiba her konuda zamanın hükmünü beklemek gerekiyor.