Paylaş
Bu çerçevede ABD’nin himayesindeki bu özerk yapılanmanın Türkiye-ABD arasındaki ilişkilerde yarattığı büyük sorun da daha çok uzun bir süre ilişkileri basınç altında tutmaya devam edecekti.
Suriye’deki krizin sahada bütün aktörlerin kendi nüfuz alanlarını korudukları bir şekilde kilitlenmiş halde kalması çözümsüzlüğü kalıcı hale getirmekteydi. Bunun sonucu olarak zaman faktörü, her geçen gün yerleştiği coğrafyada sırtını ABD’ye dayayarak kurumsallaşmakta olan YPG/SDG denetimindeki “Özerk Yönetim”in lehine işlemekteydi.
Yarım yüzyıldır ülkeyi koyu bir baskı rejimi ile yöneten Baas rejiminin birden yıkılıvermesiyle bu kilitlenme aniden çözülmüştür.
Suriye’nin geleceği harekâtın başladığı 27 Kasım öncesinde belirsizlik içinde seyrederken, bu durum tersyüz olmuş ve çözüm menziline doğru adım atılmıştır.
Gelinen noktada sahayı tutmakta olan grupların önemli bir bölümü ve aynı zamanda Suriye ile yakından ilgilenen bölgesel güç merkezleri, Batı dünyası, Birleşmiş Milletler, daha doğrusu herkes çözümden söz etmeye başlamıştır.
Kabul edelim ki iç savaşın 2011 yılında patlak vermesinden sonraki dönemde, Suriye’de hiçbir zaman böyle bir beklenti eşiğine gelinmemişti.
*
Şimdiden başlayan tartışmalar içinde yeni dönemde Suriye’de nasıl bir anayasal düzenin inşa edileceği, yeni tasarımda iktidarın muhtelif guruplar arasında nasıl paylaştırılacağı, çözümde herkesin kendisine nasıl bir yer bulacağı soruları önemli bir yer tutuyor.
Bu sorulara, Suriye’de yaşayan Kürtlerin geleceği, ülkedeki Kürtlerin hepsini temsil etmemekle birlikte ABD’nin koruyucu şemsiyesi altında hayat bulan ‘Özerk Yönetim’ bölgesinin akıbeti de dahildir.
Suriye’deki gelişmelerin akışına bakıldığında, Fırat’ın doğusundaki durumun sürdürülebilir olmaktan çıkacağını söylemek mümkündür. Her ne kadar gidişatın yönüyle ilgili bazı tartışmalar yaşansa da, Suriye bir değişim sürecine doğru yol almaya başlamıştır.
Bu hareketlenmenin dalgaları Fırat’ın doğu kıyısına da vurmaktadır.
*
Ülkede değişen güç dengesinin PKK bağlantılı YPG/SDG kontrolündeki “Özerk Yönetim”in lehine işlemediğini fark etmek güç değildir. Geçmişte Şam’da koltuğunda kolu kanadı kırık bir halde oturan ve ülkenin bütününde egemenliğini icra edemeyen bir Beşar Esad’ın bulunması, kuşkusuz kimilerinin “devletçik” ya da “yarı devlet” olarak nitelendirdiği özerk yapının lehineydi ve ona geniş bir hareket alanı açıyordu.
Üstelik Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisine gönderdiği açılım mesajlarına rağmen Esad’ın Ankara ile normalleşmeye bir türlü yanaşmaması, yine ‘Özerk Yönetim’in işine yarıyordu. Çünkü mevcut statüko aynen devam ediyordu.
Oysa Suriye’de bir haftadır şekillenmekte olan yeni güç dağılımında, bu aşamada başat aktör olarak ortaya çıkan HTŞ lideri Ebu Muhammed El Colani’nin Türkiye’ye verdiği olumlu mesajlar ön plana çıkıyor. Ankara ile Şam’daki yeni iktidar merkezi arasında şimdiden sıcak bir atmosferin yerleştiği aşikardır.
El Colani’nin önceki gün Şam’da direksiyon başına geçerek kullandığı arabanın ön koltuğunda hemen yanında oturan kişinin MİT Başkanı İbrahim Kalın olmasının taşıdığı sembolizm önemlidir. Bu fotoğraf, El Colani yola çıkarken Türkiye’nin yanında olduğu mesajını taşıyor.
Uluslararası alanda da şimdiden yeni dönemde Türkiye’nin Suriye üzerindeki ağırlığının artacağı yaygın bir görüş olarak kabul görmektedir.
*
Bu değişimin bir yansıması zaten geride bıraktığımız günlerde sahada YPG’nin Fırat’ın batısında uğradığı alan kaybıyla da gözlenmiştir. HTŞ güçleri güneye, Şam’a doğru ilerlerken Türkiye’nin desteklediği SMO/Suriye Milli Ordusu (eski adıyla ÖSO) da eş zamanlı olarak önce Tel Rifat, ardından Münbiç’e doğru ilerleyerek YPG/SDG’yi bu bölgelerden çıkartmıştır.
Suriye’de sahadaki bu çatışma, aslında iki NATO müttefiki Türkiye ile ABD arasında küçük ölçekte bir “vekalet savaşı” olarak da görülebilir. Çünkü SMO’nun arkasında Türkiye, YPG/SDG’nin arkasında ABD bulunuyor.
İşler burada bitmiyor. Fırat’ın doğusunda YPG/SDG’nin kontrol ettiği Rakka ve Deyrizor’da Arap aşiretlerin son günlerde düzenledikleri gösterilerle SDG’nin hakimiyetini protesto etmeleri ve bu sırada çıkan olaylar yeni bir durumu gösteriyor.
Bir başka deyişle, ülkenin bütünündeki güç dengesinin değişmesiyle birlikte Fırat’ın doğusunda da farklı rüzgarlar esmeye başlamıştır.
Kabul edelim ki Suriye’de nüfusun ancak yüzde 10’a yakın bir oranını oluşturan Kürtlerin ülkenin topraklarının yaklaşık üçte birini kontrolü altında tutmasının, bir noktada Arapların itirazıyla karşılaşması kaçınılmazdı. Üstelik Rakka ve Deyrizor gibi bölgelerin önemli bir bölümü zaten eskiden beri Arap yerleşimleridir.
*
Olayların bu yönelişi içinde SDG’nin Komutanı Mazlum Abdi’nin önceki gün yaptığı bir açıklamayla ABD’yi kendilerini “terk etmekle” suçlaması dikkat çekicidir.
Abdi, bu açıklamasında Münbiç ve Tel Rifat’ta SMO’nun saldırısına uğramalarının DEAŞ ile mücadeleyi zayıflattığını ileri sürüyor. Abdi, kontrol ettikleri bölgede DEAŞ militanlarını alıkoydukları cezaevlerinde görev yapan YPG unsurlarını cepheye kaydırmak zorunda kalmalarının yarattığı boşluğun DEAŞ’a yarayacağını söylüyor.
SDG yöneticisi, bu çıkışıyla kendileri Suriye’de sahadan çekildikleri takdirde DEAŞ tehdidinin yeniden dirileceği kartını kullanmış oluyor ABD’ye karşı.
*
İşte bu tartışmalar yaşanırken ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Suriye’de ortaya çıkan yeni durumu görüşmek üzere önceki akşam Ankara’ya gelmiş ve ayağının tozuyla Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmüştür. Blinken dün de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile bir araya gelmiştir.
İki tarafın bu temaslardan sonra yaptıkları açıklamalara bakıldığında, Suriye sorununun çözümünde esas alınacak ana ilkeler üzerinde genel bir mutabakatın bulunduğu söylenebilir.
Ancak, kritik olan mesele ana ilkeler değil, Fırat’ın doğusunda yaşanmakta olan sıkıntılı durum ve bulunacak çözümün burada sahaya nasıl yansıyacağı sorusuyla ilgilidir.
Türk tarafının açıklamaları, PKK uzantısı YPG’nin “orada hâkim olmaması” mesajının Amerikan tarafına bir kez daha kuvvetli bir dille iletildiğini gösteriyor. Blinken’ın açıklamalarında ise “DEAŞ’ın geriletilmesine yönelik çabaların sürdürülmesi zorunluluğu” vurgusu dikkat çekiyor.
ABD’li bakanın “DEAŞ ile mücadele etkilenmesin” mesajlarını, bir yönüyle SDG’nin zarar görmemesi beklentisi şeklinde okumak mümkündür.
Burada göze çarpan bir nokta, Türk tarafının da DEAŞ ile mücadele konusunda kuvvetli mesajlar vermiş olmasıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, PKK ile mücadele edilirken “Türkiye’nin DEAŞ ile mücadelede zafiyet oluşmasına asla müsaade etmeyeceğini” vurgulamıştır.
*
Hatırlayalım, Erdoğan’ın geçmişte ABD bu bölgeden çekildiği takdirde Türkiye’nin DEAŞ ile mücadeleyi üstlenebileceği yolunda açıklamaları olmuştu.
Daha önemlisi, Suriye’de yeni bir iktidar merkezi ortaya çıktığına göre, bu merkezdeki aktörlerin DEAŞ ile mücadeleye nasıl yaklaşacaklarını da görmek gerekiyor. Onların da bu konuda ne diyecekleri kuşkusuz önemlidir. Suriye’de ipleri eline alacak olan yeni yönetim DEAŞ ile mücadeleyi de üstleneceğini duyurduğunda, ABD bu durumda ne diyebilir ki?
Her halükârda Türkiye ile ABD arasında Fırat’ın doğusuna dönük diyalogun kritik bir yöne doğru evrilmekte olduğunu söyleyebiliriz. Suriye konusunda Türkiye’nin elindeki kartların güçlenmekte oluşu da bu diyalogda azımsanmayacak bir faktör olarak hesaba katılmalıdır.
Paylaş