Paylaş
AB zirvesi öncesinde Türkiye’nin en önemli beklentilerinden biri, 18 Mart 2016 tarihli Türkiye-AB mutabakatının güncellenmesi yönünde mesafe alınmasıydı. Bu mutabakat, son tahlilde Türkiye üzerinden AB kapılarına yönelmek isteyen Suriyeli göçmenlerin Avrupa’ya düzensiz geçişlerini önlemek amacıyla hazırlanmış bir metin. Ancak bu anlaşmaya yönelik özellikle Almanya üzerinden yürütülen müzakereler, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin gündemindeki sorunların çoğunu içine alan bir büyük pazarlığa dönüşmüştü.
Sonuçta bugün “18 Mart Belgesi”dediğimizde, yalnızca Suriyeli sığınmacıların Avrupa’ya geçişlerinin durdurulması, bunun karşılığında AB’nin Türkiye’ye mali yardım yapması konuları aklımıza gelmiyor. Aynı zamanda, bu mutabakat metninde ayrı başlıklar halinde düzenlenen Türk vatandaşlarına vize kolaylığının getirilmesi, Türkiye ile AB arasındaki 1995 tarihli gümrük birliği anlaşmasının güncellenmesi gibi konuları da anlıyoruz. Bir başka anlatımla, Türkiye-AB dosyasının bir dizi kritik konusu göçmen meselesi ağırlıklı bir anlaşmanın neredeyse birer alt başlığı konumuna indirgenmiştir.
Hatırlayalım, eskiden Türkiye-AB ilişkisinden söz ederken yol gösterici metin olarak 1963 tarihli Ankara Antlaşması’na atıf yapılırdı. Şimdilerde bu ilişki tartışıldığında daha çok 18 Mart Mutabakatı’na yapılan referansları duyuyoruz.
SOVYETLER’İ ÇEVRELEMEKTEN MÜLTECİLERE SET OLMAYA
İşaret ettiğimiz bu değişim bile Suriye iç savaşının Türkiye ile AB arasındaki ilişkinin yapısını tek başına nasıl dönüştürmüş olduğunu göstermesi bakımından yeterlidir. Geçmişte AB’nin Türkiye’ye bakışında jeopolitik mülahazalar ve ülkenin büyük bir pazar olması gibi faktörler belirleyici bir rol oynarken, günümüzde bu bakışa Suriyeli göçmenler boyutu da eklenmiştir. Hatta bu boyut konjonktürel olarak başat bir konum da kazanmıştır. Bu tespit, bugün Avrupa’da en çok Suriyeli sığınmacıya ev sahipliği yapan Almanya açısından özellikle geçerlidir.
Burada altını çizmemiz gereken ironik bir durum var. Türkiye, Soğuk Savaş döneminde Batı’nın Sovyetler Birliği’ni askeri açıdan çevrelemesine dönük stratejisi içinde bir set işlevi görürken, bugün önemini -Rusya faktörü gündemden düşmese de- Avrupa bakımından mültecileri durduran bir set olmasından da alıyor.
Batı’nın Türkiye’ye bakışında diğer faktörler yerini belli ölçülerde korusa da, kabul edelim ki, 2021 yılının gerçekliğinde Suriyeli mülteciler başlığı Avrupa açısından bu çerçevede ayrı bir hassasiyet taşıyor.
MÜLTECİ AKIMI, AVRUPA’DA POPÜLİST SİYASETÇİLERİ GÜÇLENDİRDİ
Bundan 10 yıl önce Suriye’deki başkaldırı ortaya çıktığında dönemin Türkiye’deki karar vericileri Beşar Esad rejimine karşı seferber olan direniş hareketine büyük bir heyecanla bakıyorlardı. O günlerde kimse başgösteren hadiselerin Suriye’yi tahminen 500 bine yakın insanın hayatına mal olacak şekilde bugünkü muazzam kaos ve belirsizliğin içine sürükleyeceğini tahmin edememişti.
Suriye iç savaşı 13 milyondan fazla insanı yerinden ederek ülkeyi bir parçalanma sürecine sokmuştur. Yaklaşık 6.7 milyon insan ülke içinde yer değiştirirken, bir o kadarı da ülke dışına çıkmıştır. Sığınmacılar arasında en kalabalık grup 3.6 milyon üstündeki sayıyla Türkiye’dedir ve ülkemizi dünyanın en çok mülteci kabul eden ülkesi konumuna getirmiştir.
Burada şu noktayı da vurgulamalıyız. Bazı ülkelerde iç savaşların sonuçları o ülkenin sınırları içinde kalıyor. Suriye iç savaşı ise tetiklediği süreçler itibarıyla sınırların dışına taşıp Ortadoğu ve Avrupa’da çok geniş bir coğrafya üzerinde kalıcı değişikliklere yol açmıştır.
Mülteciler, özellikle yüksek rakamlar söz konusu olduğunda, gittikleri her coğrafyada ekonomik, sosyal ve siyasi açılardan ciddi sıkıntılara yol açıyorlar. BM rakamlarına göre, Avrupa’daki Suriyeli sığınmacıların sayısı bugün 975 bine dayanmıştır. AB’nin entegrasyon bölümünün güncellenmiş istatistiklerine göre, bu toplam içinde en büyük payı 674 bin Suriyeli sığınmacı ile Almanya yüklenmiştir. Bunu 127 bin kişiyle İsveç izliyor. Birçok AB ülkesi değişen oranlarda pay almıştır göç dalgasından.
Mülteci hareketinin Avrupa üzerindeki etkileri sarsıcı olmuştur. Avrupa’daki en ciddi sonuçlardan biri, kıtanın geniş bir bölümünde yabancı düşmanlığı üzerinden siyaset yapan popülist, milliyetçi akımların yelkenlerine rüzgâr doldurmuş olmasıdır. Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in mülteciler konusunda hoşgörülü çizgisinin siyasi açıdan kendisinin aleyhine işlediği bir sır değildir.
Özetle, Suriye iç savaşı Suriye’de kalmamış, Avrupa’da siyasetin dokusunu -bazı merkezlerde- belli ölçülerde başkalaştırmıştır. Bundan on yıl önce mart ayında Suriye’nin muhtelif şehirlerinde başlayan gösterilerin çaktığı kıvılcım Viyana kapılarına kadar uzanıp, Avrupa’nın siyasi iklimini de olumsuz yönde etkilemiştir.
TÜRKİYE’NİN ABD VE RUSYA İLE İLİŞKİLERİNİ DE DÖNÜŞTÜRDÜ
İç savaşın, Suriye dışındaki bölgelerde ve uluslararası politikada beraberinde getirdiği devasa sonuçların muhasebesi geniş hacmi itibarıyla değişik başlıklar altında birçok akademik çalışmanın, konferansın konusudur. Benzer bir gözlem, Türkiye’de 3.6 milyonun üstündeki Suriyeli sığınmacının neden olduğu köklü sosyal, ekonomik ve demografik sonuçlar hakkında da öne sürülebilir.
Suriye’deki kriz, ayrıca birçok ülkenin dış ilişkileri ve güvenlik politikaları üzerinde de kalıcı değişikliklere neden olmuştur. Örneğin, Suriye iç savaşının tetiklediği sürecin bir uzantısı olarak Fırat’ın doğusunda ABD’nin himayesinde özerk bir Kürt yönetim yapısının şekillenmekte oluşu, bugün Türkiye ile ABD arasında yaşanan güvensizliğin en önemli nedenlerinden biridir.
Girilen türbülans Irak’taki kaotik ortamın dinamikleriyle birleşince, Suriye coğrafyasının azımsanmayacak bir bölümü bir ara DEAŞ’ın eline geçmiş, ardından bu tehdide nasıl bir karşılık verileceği sorusu gündeme gelmiştir. ABD, bu amaçla PKK’nın Suriye’deki temsilcisi olan YPG ile işbirliğine yönelmiş, bu ittifak Türkiye ile ABD arasında giderilmesi çok güç derin bir anlaşmazlığın yerleşmesine yol açmıştır.
Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri de Suriye iç savaşı sürecinde büyük bir değişimden geçmiştir. Bir Rus savaş uçağının 2015 Kasım ayında Türkiye tarafından düşürülmesi üzerine girilen kriz sonrasında ortaya çıkan gelişmeler, hiç hesapta olmayan bir Türk-Rus yakınlaşmasını beraberinde getirmiştir. Türkiye ile Rusya, bugün Suriye’de hem sahada çatışmakta hem de Astana formatı içinde İran’ı da yanlarına alarak iki ortak olarak yakın bir işbirliği yürütmektedirler.
PARANTEZİN KAPANMASINA DAHA ÇOK VAR
Sonuçta, Suriye krizi sadece bu ülkenin aktörleri arasındaki bir savaş olmaktan çıkmış, çevresinde ve uzağındaki pek çok ülkeye yayılan, onların aralarındaki ilişkileri de dönüştüren, başkalaştıran bir işlev kazanmıştır.
Üstelik onuncu yıldönümünde ufukta kısa dönemde siyasi bir çözüme dönük işaret görünmediğinden, Suriye’deki iç savaşın bizim için daha hangi sürprizleri bünyesinde sakladığını bilmiyoruz.
Yaşayarak göreceğiz.
Paylaş