Paylaş
Önceki gün T-24’te karşıma çıkan bir haberde, bizzat Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün paylaştığı haritalar üzerinden kafamı meşgul eden bu soruların yanıtlarını belli ölçülerde almış oldum.
Dilek Güler tarafından kaleme alınmış bu haber, söz konusu haritalarda son yangınların büyük bir bölümünün ortaya çıktığı bölgeler için “olağanüstü kuraklık” ve “nemsizlik” uyarılarının yapıldığını anlatıyordu.
MARMARİS VE FETHİYE OLAĞANÜSTÜ KURAK
Gerçekten de Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün web sayfasına girildiğinde, “analizler” başlığı altındaki “kuraklık” kısmında yer alan haritalar yeteri kadar fikir verici.
Buradaki haritalardan en çarpıcı olanlarından biri, Nisan-Haziran 2021 dönemini gösteren “Meteorolojik Kuraklık Haritası”. Türkiye’nin Temmuz-Ağustos dönemine nasıl bir kuraklık tablosuyla girilmiş olduğunu gösteriyor en son 12 Temmuz 2021 tarihinde güncellenmiş olan bu harita.
Haritada güneybatıda özellikle Muğla, Aydın ve Denizli illeri büyük ölçüde en uç kategori olan “olağanüstü kurak” bölge olarak tanımlanıyor. Dikkat çeken bir nokta, son yangınların önemli bir bölümünün patlak verdiği Marmaris ve çevresi, Datça Yarımadası ve Fethiye’nin olduğu gibi “olağanüstü kurak” bölge içinde görünmesidir.
Gökova Körfezi’nin kuzey sahilindeki Mazıköy ve Ören gibi yerleşimlerin bulunduğu alanlar ise “çok şiddetli kurak” ya da “şiddetli kurak” bölgeler olarak görünüyor. Antalya’nın Manavgat bölgesi ise “orta kurak” kategorisinde.
KURAKLIK BÜTÜN YAZA YAYILIYOR
Geride bıraktığımız nisan-haziran döneminde gerçekleşmiş olan durumu yansıtan bu tablo, aslında yazın ikinci yarısına dönük kuraklık tahminleri açısından da yol gösterici sayılabilir.
Ancak biz yine de fikir yürütmek yerine, Dünya Meteoroloji Örgütü’ne bağlı çalışan Belgrad merkezli Güney Doğu Avrupa İklim Değişikliği Merkezi’nin (SEEVCCC) tahminlerinden yola çıkarak durumu okumaya çalışalım. Bu kuruluşun temmuz, ağustos ve eylül aylarına ilişkin olarak verdiği hem yağış hem de sıcaklık tahminleri de aslında farklı bir yönelişi anlatmıyor.
Özellikle her üç aya ilişkin yağış tahmin tablolarında, Türkiye’nin Ege ve Akdeniz bölgeleri büyük ölçüde yüksek “yağış eksikliğine” işaret eden koyu kahverengi renkle kaplanmış. Yalnızca Antalya’nın sahil şeridinde bu durumun belli ölçülerde gerilediği gözleniyor. Keza aynı bölgelere dönük sıcaklık tahminlerinde de normal mevsim ortalamalarının üstüne çıkılıyor.
Özetlemek gerekirse, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün nisan-haziran döneminde gerçekleşmiş duruma ilişkin tespitlerindeki yönelişlerin ağustos-eylül döneminde de sürmesi tahmin ediliyor bu uzman kuruluş tarafından.
ERKEN UYARI SİSTEMİ YETERLİ OLMADI
Hava sıcaklığının 40 derecenin üzerine çıktığı, nemin de yüzde 20’nin altına düştüğü durumlar orman yangınları açısından risk eşiği olarak değerlendiriliyor. Olağanüstü kuraklık koşullarında bu eşik iyice düşüyor. Örneğin geçen hafta Manavgat’ta yangın ilk kez patlak verdiğinde ısı 42 derece iken nem oranı yüzde 5’e kadar düşmüştü.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü de yangınlara etki eden bir dizi etkeni esas alarak bir “Orman Yangınları Meteorolojik Erken Uyarı Sistemi” (MEUS) geliştirilmiş bulunuyor. Bu çerçevede önceden tahminlere dayalı tehlike haritaları hazırlanıyor.
Gelgelelim bu uyarı sistemi ve hazırlanan haritalar, Türkiye’de halen sürmekte olan büyük felaketi önlemek bakımından yeterli olmadı.
PROF. KADIOĞLU: TEHLİKE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİYLE ARTTI
Neden yeterli olmadı sorusuna gelirsek, bu konuda başvuracağımız isimlerden biri meteoroloji ve afet yönetimi alanında Türkiye’nin önde gelen akademisyenlerinden biri olan İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Mikdat Kadıoğlu...
Prof. Kadıoğlu, dünkü sohbetimizde, öncelikle hâkim hava durumuna ve iklim değişikliği faktörlerine dikkat çekiyor: “Aslında Türkiye’de orman yangınları her zaman büyük bir sorun oldu. Bu tehlike her zaman vardı. Ancak kurak kış aylarından sonra günümüzde hâkim olan durağan yüksek basınç merkezi, (sıcak ve kurutucu) fön rüzgarı ve fön etkisi ile kavurucu hava şartları orman yangınlarında durumu kötüleştiriyor, tehlikeyi artırıyor. İklim değişikliğiyle de birlikte orman yangınlarının sayısı ve büyüklüğü artıyor.”
Prof. Kadıoğlu, ayrıca hava tahminleri çerçevesinde orman yangını ihtimalinin pekâlâ önceden öngörülebildiğini vurgulayarak, “Bu yaz gerek kuraklık seviyesinde gerek sıcaklıkta ve nemde mevsim ortalamalarından sapmalar olacağı pekâlâ önceden görülüyordu, hâlâ da görülüyor” diye konuşuyor.
YANGINDAN ÖNCE RİSK AZALTILMALI
Madem görülüyordu, o zaman sorun nerede?
Kadıoğlu, şöyle yanıtlıyor: “Sadece orman yangınları değil bütün doğal kaynaklı afetler açısından konuşuyorum, Türkiye’de afet yönetimi söz konusu olduğunda akla daha çok kriz yönetimi geliyor. Oysa önce kriz değil risk yönetiminin gelmesi gerekir. Önce riski mümkün olduğunca azaltıp, sonra azaltamadığınız risk için hazırlığınızı yapıp afet çıktığında müdahale edeceksiniz. Türkiye’de bu tersinden işliyor. Tedbirler sorun patlak vermeden alınmak yerine, sorun ortaya çıktıktan sonra devreye sokulmaya çalışıyor.
Prof. Kadıoğlu ekliyor: “Risk yönetiminde harcayacağınız bir lira sizi ileride harcayacağınız 100 liradan kurtarır. Aslında bu yönüyle afetlerle ilgili önceden yapacağınız risk yönetimi bir kalkınma meselesidir. Risk yönetimi yaparsanız sorunu da önemli ölçüde önleyeceğiniz için ülke kaynakları toplumun refahını güçlendirme yönünde kullanılır, ülke ileri gider. Risk yönetimi ihmal edilirse, bütün kaynaklarınız bu kez yara sarmaya gider. Son orman yangınlarına bu açıdan baktığımızda, risk yönetiminde daha etkili önlemler alınıp yangın çıkması engellenemezse bile, yangınlar çıkmadan önce ormanlara giriş ve dışarıda ateş yakma yasaklanabilirdi, ekipler toplanıp arazide konumlanabilir ve erken müdahale ile felaketin büyük olması, kontrol dışına çıkması nispeten önlenebilirdi.”
UÇAK SAYISI DA YETERSİZ KALINCA
Kuşkusuz, patlak verdikten sonra yangının havadan bastırılması da etkili bir yöntem. Görüleceği gibi, bütün tahminler bu yaz riskli bölgelerde orman yangınları tehlikesinin artacağına işaret ediyordu. Sonradan yapılan resmi açıklamalara göre, geçen hafta yangın dalgası başladığı sırada Türkiye’nin elinde yalnızca Rusya’dan kiralanmış 3 yangın söndürme uçağı ve aynıca 29 kadar helikopter vardı.
Özellikle 3 uçak, önceki günkü yazımızda dikkat çektiğimiz üzere Avrupa’nın güneyindeki belli başlı bütün ülkelerin ulusal imkânlarıyla envanterlerinde bulunan yangın söndürme filolarındaki uçak sayısının oldukça altındaydı. Bu yönüyle bakıldığında, muhtemel tehlike karşısında Türkiye bu ülkelerle kıyaslandığında -uçak kapasitesi bakımından- yetersiz bir noktadaydı.
Paylaş