Paylaş
NATO Antlaşması’nın ünlü beşinci maddesi, bir müttefikin saldırıya uğraması halinde, bütün müttefiklerin bunu kendilerine de yapılmış sayacaklarını ve onun yardımına geleceklerini söylüyor. NATO, herkesin birbirinin savunmasına yardım edeceği bir savunma konseptine dayanıyor.
Önceki gün Suriye’nin kuzeyinde yaşanan “5 Ekim Vakası”nda
olay şöyle bir akış izliyor. Bir
NATO ülkesinin F-16 savaş uçağı, bir tehdit algılaması üzerine, bir başka NATO ülkesine ait silahlı bir insansız hava aracını ateşlediği füzeyle imha etmiştir.
Düşürülen SİHA’nın Türkiye’ye, düşüren F-16’nın da ABD Hava Kuvvetleri’ne ait olduğu ortaya çıkmıştır.
Şimdi gelin, bir NATO ülkesinin bir başka müttefikinin askeri unsurunu havada imha etmesinin mantığını NATO Antlaşması’nın ruhu ve lafzı içinde izah etmeye çalışın.
* * *
Tabii tarafların bu olaydan sonra yaptıkları muhtelif açıklamalara ve daha önceki pozisyonlarına baktığımızda, bu tartışmayı biraz daha açmak mümkündür.
ABD Savunma Bakanlığı, kendi basınına özetle “Türk SİHA’sının girdiği yeri ‘yasak harekat bölgesi’ ilan ettiğimizi -çatışmasızlık mekanizması- içinde önceden Türk askeri makamlarına bildirmiştik” açıklamasını yapıyor.
Bu açıklamalara bakılırsa, bir TÜRK SİHA’sı önceki gün sabah saatlerinde bu yasak bölgeye girerek atış yapmış, ardından ayrıldıktan bir süre sonra yeniden aynı bölgeye girerek ABD askerlerine Amerikan ölçü birimiyle “550 yard”, yani 502 metre kadar yaklaşmış, buradaki ABD askerleri sığınaklara kaçmak durumunda kalmış, bunun üzerine “meşru savunma” olarak bir F-16 uçağı havalanıp 10 dakika sonra Türk SİHA’sını etkisiz hale getirmiştir. Amerikan F-16’sının Irak’ta Ürdün’deki Muvaffak Salti Hava Üssü’nden kalktığı anlaşılıyor.
Bu mantığa bakarsanız, bir NATO ülkesi bir başka NATO ülkesine dönük bir tehlike yaratmıştır.
* * *
Şimdi aynı hadiseye daha geniş bir çerçevede Türkiye’nin merceğinden bakalım. Suriye’nin kuzeyindeki ABD birlikleri, burada DEAŞ’a karşı kendilerine müttefik olarak seçtikleri SDG unsurlarıyla birlikte faaliyet gösteriyorlar.
SDG, yani PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri ile... Bu örgütün kadrolarının her kademesinde çok sayıda PKK’lı görev yapıyor. Üstelik ABD de PKK’yı bir terör örgütü sayıyor.
Yine aynı NATO Antlaşması’nın mantığından hareket edersek, bu kez bir NATO ülkesi savunmasına yardımcı olmayı taahhüt ettiği bir başka müttefike karşı yaklaşık 40 yıldır terör faaliyeti yürüten PKK’nın temsilcileriyle, uzantılarıyla askeri ittifak kurmakta bir beis görmüyor.
Sorun şurada: ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde açıkladığı ve kendi askerlerinin güvenliği açısından başkalarının girmesini yasakladığı harekât bölgelerinde işbirliği yaptıkları PKK uzantısı YPG/SDG unsurları da bulunuyor.
Bu açıdan yaklaşırsak, Suriye’de karşımıza çıkan bu tablonun da NATO felsefesine uymadığını teslim etmemiz gerekiyor.
* * *
Şimdi hadiseye biraz daha detaylı bakalım.
Aslında dünkü yazımızı kaleme aldığımız sırada Tel Tamir’deki olay meydana gelmiş, ancak Türkiye’nin insansız hava aracını kimin düşürdüğü tam olarak açıklık kazanmamıştı. Biz de aracın bir ABD savaş uçağı tarafından düşürüldüğü ortaya çıkarsa, “durumun daha da sıkıntılı bir hale geleceğini” belirtmiştik.
Yazının gönderilmesinden sonra dün gece ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) silahlı hava aracının kendi F-16’ları tarafından düşürüldüğünü sözcüsü General Patrick Ryder aracılığıyla resmen açıkladı.
Ancak önceki akşam kafaları karıştıran bir durum da ortaya çıktı. Çünkü, muhtelif basın organlarının geçtikleri haberlere bakılırsa, olayın meydana geldiği sahada TSK’ya ait bir insansız hava aracı bulunmuyordu.
O zaman kime aitti silahlı olduğu anlaşılan bu insansız hava aracı?
* * *
Bu soruya yanıtı vermeden bir noktanın daha altını çizelim. ABD basınına bakılırsa, Pentagon kaynakları iki ülke askeri makamları arasındaki “çatışmasızlık mekanizması” (de-confliction mechanism) çerçevesinde Amerikan askerlerinin bulundukları yerlerin koordinatlarının Türk askeri makamlarına bildirildiğini söylüyor.
Bu arada, önceki akşam ABD’nin önde gelen terör ve Suriye uzmanlarından Charles Lister, sosyal medyada yaptığı bir paylaşımda, iki ülke arasındaki çatışmasızlık mekanizmasının yalnızca askerler arasında, ABD Merkezi Komutanlığı (Central Command) ile Türk Genelkurmay’ı arasında işlediğini belirterek, Türk istihbaratının bu mekanizmanın dışında kaldığına dikkat çekmiş oldu.
Amerikalı uzman da, SİHA’nın adresi olarak aslında herkesin tahmin ettiği yere, yani MİT’e işaret ediyordu.
Yine ABD basınına göre, önceki sabah Türk SİHA’sının yasak bölgeye girmesiyle yaşanan ilk hadiseden hemen sonra Türk askeri makamları o noktada ABD askerlerinin bulunduğu konusunda Amerikan tarafınca bilgilendirmiş.
Gelgelelim çatışmasızlık mekanizmasının işleyişinin SİHA’nın düşürülmesini önlemeye yetmediği anlaşılıyor.
* * *
“Dışişleri Bakanı Fidan’ın ABD’ye Uyarısındaki Önemli ‘İlk’ler” başlığını taşıyan dünkü yazımız, daha çok iki ülke arasındaki gerilimin yükselmesi ihtimaline vurgu yapıyordu. İlginçtir ki önceki akşam yaşanan gelişmelerin seyri, bu tahminin tam tersine, her iki tarafın da işin daha fazla büyümemesi, tırmanmaması için frene basma ihtiyacını duyduğunu gösterdi.
Özellikle savunma bakanlıkları ve askeri kurumlar arasında yoğun bir temas trafiği gözlendi. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, Türk Mevkidaşı Yaşar Güler’i aradı. Ayrıca, ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Charles Brown Jr. ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Metin Gürak arasında bir telefon görüşmesi yapıldı.
Pentagon’un açıklamasına göre, Lloyd Güler’e, askerler arasındaki kanallar üzerinden iletişimin sürmesi ve çatışmasızlık protokollerine tam olarak uyulmasına verdikleri önemi belirtmiştir.
Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamasında ise “Her iki bakan, bölgede icra edilen faaliyetlerde ABD ve Türk unsurlarının yakın koordinasyonunun önemini vurguladı” deniliyor.
Görüleceği gibi, “Yakın koordinasyon” gereğinin benzer ifadelerle her iki savunma bakanlığının açıklamasında da vurgulanması, bu konuda bir mutabakatın şekillendiğine işaret ediyor.
Keza Türk tarafının açıklamasında Güler’in “Türkiye’nin DEAŞ ile mücadelede ABD ile ortak mücadeleye hazır olduğunu” belirtmesi de bir başka altı çizilmesi gereken başlıktır.
* * *
Peki bundan sonra ne olacak?
Bu sorunun yanıtını da Dışişleri Bakanlığı’nın dünkü açıklamasında görebiliriz. Bu metinde, önce Ankara’da yaşanan 1 Ekim terör saldırısından sonra “Silahlı Kuvvetlerimiz ve İstihbarat Teşkilatımız tarafından kapsamlı operasyonlar başlatıldığı” hatırlatılıyor.
Ardından, operasyon esnasında üçüncü taraflarla (ABD) işletilen çatışmasızlık mekanizmasındaki “farklı teknik değerlendirmeler nedeniyle bir SİHA’nın kaybedildiği” belirtiliyor. Açıklamaya göre, “İlgili taraflarla çatışmasızlık mekanizmasının daha etkin işletilmesi yönünde gerekli tedbirler alınmaktadır.”
Bu ifadeden, sahadaki yaşanan durumla ilgili farklı teknik değerlendirmelerin bundan böyle önüne geçileceğini anlamamız gerekiyor.
* * *
Son olarak önceki günkü hadise ve bu bağlamda “çatışmasızlık mekanizması”nın dün akşam Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile ABD’li mevkidaşı Antony Blinken arasında yapılan telefon görüşmesinde de ele alınması şaşırtıcı olmadı.
Dışişleri’nin bu konudaki bilgilendirmesine göre, görüşmede, söz konusu mekanizmanın Türkiye’nin terörle mücadelemize engel oluşturmayacak şekilde etkin çalıştırılması hususunda mutabakata varıldı.
Sonuçta, hem Ankara hem de Washington’un yaşanan hadisenin ağırlığı karşısında, bunun ciddi bir krize dönüşmemesi, hasarın aşağı çekilmesi konusunda aynı çizgide buluştuklarını söylemek mümkündür. Böyle de olsa, “5 Ekim olayı” şimdiden Türk-ABD ilişkileri tarihine iz bırakacak ve tartışılacak bir başlık olarak yerleşmiştir.
Paylaş