Paylaş
Bu konuşmanın önemli bir bölümü aslında Erdoğan’ın Gülen cemaatine sıkça yönelttiği bilinen suçlamaların tekrarıdır. Diğer bölümleri ise yakın tarihin bazı önemli hadiselerinin, ortaya çıkan “gerçekler” ışığında yeni bir yazılım üzerinden anlatımıdır.
Tekrarlanan temalardan biri, cemaatin yabancı istihbarat örgütleri ile ilişkili olduğu iddiasıdır. Erdoğan “Uluslararası bazı çevrelerden, özellikle de istihbarat örgütlerinden bunların güç devşirdiklerini görürsünüz” diye konuşuyor. Gülen’in ABD’de yaşadığı dikkate alındığında, buradaki adreslerin başında ABD yönetimi ve CIA’nın geldiğini öne sürmek zorlama olmaz.
Erdoğan’ın Gülen hareketini “40 yıl boyunca cemaat maskesi altında ince ince ve son derece sinsi bir şekilde inşa edilen” ve “gizlilik”, “takiye”, “yalan” ve “iftira” yöntemleri üzerinden çalışan bir “ihanet şebekesi” olarak tanımlıyor, daha sonra “temizlenmesi gereken bir ur” nitelemesine başvuruyor.
* * *
Erdoğan’ın giriştiği muhasebe kendisi açısından pek çok soru işaretini de beraberinde getiriyor. Öncelikle, kendisini cemaatin faaliyette olduğu 40 yıllık dönemin önemli bir süresinde bu hareket ile son derece yakın ilişkiler içinde bulunmuş bir siyasetçi olarak tanıyoruz.
Zaten Başbakan’ın iç ve dış kamuoyuna izah etmekte en çok zorlandığı soru da burada beliriyor. Gülen cemaatinin bürokraside ve sivil toplumda en çok zemin kazanıp yükselişe geçtiği zaman kesiti AK Parti’nin geçen 11 yıllık iktidarı dönemidir. Cemaat, bu sürenin büyük bir bölümünde bir koalisyon ortağı gibi hareket etti, hükümetin de bundan bir rahatsızlığı olmadı.
* * *
Varsayalım ki, Erdoğan’ın öne sürdüğü gibi, cemaat “Türkiye’yi topyekûn kontrol altına almak” hedefi peşindeydi; kendisinin Başbakan olarak cemaatin bu niyetlerini fark etmemesi mümkün müydü? Erdoğan gibi siyasi zekâsı, kurnazlığı ve kül yutmazlığı ile temayüz etmiş bir politikacıyı kandırmak, oyuna getirmek o kadar kolay mıdır?
Erdoğan, 20 Şubat tarihinde Ankara’da Memur-Sen toplantısında yaptığı konuşmada içine düştüğü durumu “Aldanmışız, gerçekten safmışız...” diye izah etmişti. Yani cemaatin kendisini “aldatmış olduğunu” ifade etmişti.
Önceki günkü konuşması da benzer bir özeleştiriyi içeriyor. Bu kez işin güçlüğünden dem vuruyor Başbakan; örneğin, “Bu şebekenin yargı ve emniyet içindeki maşaları eliyle nasıl hukuk cinayetleri işlediklerini geçmişte fark edebilmek kolay değildi” diye konuşuyor...
Erdoğan’ın bu hukuk cinayetlerinin “mağduriyete” yol açtığını kabullenmiş olması önemlidir. Mağduriyetin özneleri için şöyle diyor: “Evet mağdurlardı, maruz kaldıkları zulmü biliyorlardı ama ateş düştüğü yeri yakıyordu. Bizim de, milletimin de gerçeklerden haberdar olmamız çok ustaca engelleniyordu.”
* * *
Bu sözlerinden yola çıkarsak Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde ülkede A) Mağduriyetler yaşandığı, insanların zulme maruz kaldığı ama B) Kendisinin bu hukuk cinayetleri ve zulmü “fark edemediği”, bu konuda “ustaca engellendiği” ortaya çıkıyor.
Peki zulmedilenler kimlerdi? Başbakan, önce genel bir kategoriden söz ediyor: “Sırf kendileri gibi düşünmedikleri, sırf (cemaati) deşifre ettikleri için zindana atılan masum insanlar...” Bu kategoride Hanefi Avcı gibi Gülen aleyhinde kitap yazıp kendini hapiste bulan şahsiyetleri sayabiliriz.
İkinci gruptakileri “Darbeyle, darbe girişimleri ile mücadele ediliyor görüntüsü altında, gerçek zanlıların yanında masum insanların da nasıl mahkûm edildiği bugün tek tek ortaya çıkıyor” ifadesinde buluyoruz. Bu ifadeyle, Başbakan’ın Ergenekon ve Balyoz gibi darbe davalarına isim vermeden ayrımcı ve nüanslı bir bakış getirdiğini görüyoruz. Demek ki, Erdoğan’a göre bu gibi davalarda “masum insanlar” da mahkûm edilmiştir.
Üçüncü grup mağdurlar arasında gazeteciler de var. Erdoğan, “Pensilvanya çetesi hakkında yazı yazdı diye her gün gazeteciler savcıya ifade veriyorlar. Hatta kitap yazdı diye değil hazırlığını yaptı diye insanlar mahkûm ediliyor” diyor. Burada özellikle Gülen hakkındaki kitabı taslak aşamasındayken 2011 yılında Nedim Şener’le birlikte hapse atılan Ahmet Şık akla geliyor.
* * *
Başbakan’ın bu açıklamaları, en azından kendi söylemi zaviyesinden yakın tarihimizle ilgili yeni bir “anlatı” ortaya koyuyor. Bu anlatının önemi, Erdoğan’ın özellikle yakın döneme damgasını vuran siyasi davalardaki problemler, hukuk dışına çıkan uygulamalar nedeniyle bu davalara eleştirel, mesafeli bir bakış geliştiren kesimlerin çizgisine yaklaşmış olmasıdır.
Kuşkusuz yakın döneminin tarihinin ileride nasıl yazılacağı konusunda konuşmak için zaman henüz erken.
Ancak bir dönem kendini “savcılık” makamında gören Erdoğan’ın bakışının geçirdiği dramatik değişim, sıcağı sıcağına verilen hükümler üzerinden tarih yazmanın ne kadar yanıltıcı olabileceğini göstermiş olmalıdır.
Paylaş