Paylaş
Müsilaj hadisesi önemli ölçüde Marmara’ya akan atıklardaki azot ve fosfor gibi besleyici maddelerin tırmandırdığı bir çevre felaketi. O zaman bu sorunun kaynaklarına inmek için Marmara’ya dökülen bütün suyollarının güzergâhlarını izlemek, çayların, derelerin yataklarında yol alırken hangi noktalarında nasıl kirlendiklerini yerinde tespit etmek gerekiyor.
Meslektaşlarımız işte bunu yapmışlar. Bu amaçla Bursa’da Nilüfer Çayı, batısında Balıkesir’de Gönen Çayı, daha batıda Çanakkale’de Biga Çayı, doğuda Kocaeli’nde Tavşanlı (Dilovası) Deresi ve ayrıca İstanbul’da Haramidere, Ayamama ve Kurbağalıdere’yi boydan boya kat etmişler.
Sahadaki bu keşif turları tam yedi gün sürmüş. Yöntem olarak her akarsuyu baştan sona kat etmeyi hedeflemişler. Sıkça arabayla köy yollarına girmeleri gerekmiş. Bazı yerlerde arabadan inip karadan kilometrelerce yürümüşler.
OTOMOTİVDE KULLANILAN BOYANIN RENGİNİ DEREDEN OKUMAK
Cihat Aslan’ın kaleme aldığı yazılarda, kat edilen her akarsuyla ilgili olarak aynı tema karşımızda beliriyor. Akarsu çıktığı yerde içilebilecek kadar temizken, yolculuk ilerleyip kasaba ve şehir merkezlerinden, endüstri bölgelerinden, tarım alanlarından geçildikçe kirlenme kademe kademe artıyor. Buna paralel bir şekilde suyun rengi değişiyor, ayrıca kokmaya başlıyor.
O temiz çaylar, dere suları Marmara Denizi ile buluştukları noktada artık başkalaşmış, koyu renkte farklı bir sıvıya dönüşmüştür. Atıklar muhtemelen bir süre sonra müsilaj şeklinde İstanbul kıyılarında boy gösterecektir.
Meslektaşlarımız, yolculukları sırasında bu çayların geçtikleri köylerde, kasabalarda, şehir merkezlerinde vatandaşlarla da konuşmuşlar. Hemen hemen hepsinde ortak şikâyet konusu, eskiyle kıyaslandığında yaşam alanlarının bir parçası olan bu akarsulardaki temiz sudan bugün yoksun olmaları.
Çarpıcı fotoğraflarla desteklenen yazı dizisinin en çok tekrarlanan teması suyun rengindeki değişimin anlatıldığı bölümler. Cihat Aslan, “Bu yolculuğun beni en çok etkileyen taraflarından biri, her seferinde başlangıç noktalarında temiz suyu görüp, aynı suyun sonradan ne kadar kirlendiğini, nasıl farklı renklere girdiğini görmek, kirliliğin ne kadar büyük boyutlara ulaştığını gözlemek oldu. Kirliliğin yol açtığı koku da çok önemli bir sorun. Özellikle Nilüfer Çayı’nda Çayönü köyünde kokudan burnumuzu kapatmamız gerekti” diye anlatıyor.
Dikkat çekilen bir nokta, örneğin Nilüfer Çayı’na bitişik bazı yerlerde köylülerin otomotiv sanayisinde kullanılan boyaların renklerini, suyun rengindeki değişikliklerden izleyebilmeleri. Hürriyet Köyü sakinlerinden Süleyman Akbay, “Otomotiv araçlarının hangi renge boyandığını bu dereden biliyoruz” diye konuşuyor.
BEYAZDAN KAHVERENGİYE, DAHA SONRA KATRAN SİYAHINA...
Nilüfer Çayı’nın Uludağ’ın güney eteklerinde Aras Şelalesi’nde başlayan güzergâhı, dağın eteklerinden dolaşıp daha sonra Bursa merkezinden geçip Mudanya’dan batıya doğru uzanıyor ve Susurluk Çayı ile birleşip Karacabey’in hemen kuzeyinden Marmara Denizi’ne ulaşıyor. Nilüfer Çayı, 100 kilometreyi aşan bir yolculuk yapıyor.
Arkadaşlarımızın gözlemlerine göre, çay özellikle Bursa merkezinde tekstil, otomotiv gibi sanayi fabrikalarının atıksularını bıraktıkları bölgelerde koyulaşıyor, kahverengiye dönüşüyor. Yapılan bir tespit, denize döküldüğü bölgeye yaklaştıkça, Nilüfer Çayı’nın renginin yavaş yavaş katran siyahına dönüşmesidir.
Buradaki ciddi sorunlardan biri, bu şekilde kirlenerek akan suyun aynı zamanda tarımsal sulama için de kullanılmasıdır. Köylüler, temiz olmadığını bildikleri halde ekili topraklarında mecburen bu suyu kullandıklarını anlatıyorlar.
ZEHİRLİ SU ÜZERİNDEN TARIM ÜRÜNÜ TÜKETMEK
Nilüfer Çayı’nda karşılaşılan bu kalıp, Balıkesir’de Kaz Dağı’nda doğup Misakça’dan Erdek Körfezi’ne dökülen 135 kilometreye yaklaşan Gönen Çayı’nda da büyük ölçüde tekrarlanıyor.
İlginç bir nokta, Milliyet muhabirlerinin çayın çıktığı alanda önce suyun kıyısında piknik yapan, balık tutan insanlar görmeleri. Ancak akarsuyun Gönen ilçesinde deri tabakhaneleri ve fabrikaların olduğu bölgeye gelmesiyle birlikte rengi aniden değişiyor, siyaha doğru dönüşüyor.
Meselenin vahim bir tarafı, koyu renkte akmaya başlayan çayın Marmara Denizi ile buluşmadan önce geçtiği köylerde tarımda, örneğin çeltik tarlalarında, ayrıca mısır, buğday, ayçiçeği, nohut, fasulye gibi ürünlerin yetiştirildiği alanlarda da sulama amacıyla yaygın bir şekilde kullanılması.
Güney Marmara Doğal ve Kültürel Çevreyi Koruma Derneği Yöneticisi Gültekin Mutlu, tarım alanlarının kirli su ile sulandığını kaydederek, “Bu zehirli suları biz de bir şekilde tüketiyoruz. Bölgemizdeki kanser hastalığı vakaları da giderek artıyor” diyor.
ÇAYA GİRİP KAHVERENGİ OLAN KUŞLAR
Biraz daha batıya gidelim. Çanakkale’de Çan ilçesinden geçip Karabiga’da Marmara’ya dökülen 80 kilometre uzunluğundaki Biga Çayı’nın geçtiği güzergâhta da aynı örüntüyle karşılaşılıyor. Kaz Dağları’nda çıktığı topraklardan berrak bir şekilde gelen çayın nefesi, Çan ilçe sınırlarından içeri girince birden kesiliyor.
Cihat Aslan, seramik fabrikaları, kum fabrikası, Türkiye Kömür İşletmeleri tesislerinin bulunduğu bölgeden geçtikten sonra suyun “inanılmaz bir renk değişimine uğradığını” belirterek, “Biga Çayı’nın içerisine giren kuşlar da kahverengiye bürünüyor” diye anlatıyor tanıklığını.
Milliyet muhabirleri, aynı zamanda Türkiye’nin en yoğun sanayi bölgelerinden biri olan Kocaeli’nde İzmit Körfezi’ne dökülen akarsuların durumunu da incelemişler. Özellikle Tavşanlı (Dilovası) Deresi’ni izlemişler. Yine aynı kalıp: Önce derenin çıktığı yerlerde piknik yapan vatandaşlar. Dere güneye doğru ilerledikçe, sanayi tesisleriyle birlikte kahverengine dönüşüyor. Marmara’ya yaklaşıldıkça, kahverenginin daha koyu tonları baskın hale gelmeye başlıyor.
BİR FELAKETE HERKES SEYİRCİ KALINCA
Bu yazı dizisini okuduğumda Marmara’daki son müsilaj felaketi sırasında yetkili makamlardan sıkça duyduğumuz, atıksularla ilgili denetimlerin artırıldığı, gerekli önlemleri almayan tesislere ceza kesildiği, bazılarının kapatıldığı şeklindeki açıklamaları, bu yöndeki haberleri hatırladım.
Bazı önlemlerin alındığı aşikâr. Ancak arkadaşlarımızın geçen hafta sahadan çektikleri bu korkutucu fotoğrafa bakınca, alınan önlemlerin cılız kaldığına, ciddi bir caydırıcılık yaratmadığına ve “eski düzen”in aynen devem ettiğine hükmetmek gerekiyor.
Bu yazı dizisi, hepimize Kocaeli’nden Bursa’ya, Balıkesir’den Çanakkale’ye, oradan İstanbul’a kadar bir bütün olarak Marmara havzasında bugün büyük bir çevre katliamının yaşanmakta olduğunu anlatıyor, bütün kanıtlarıyla birlikte.
Felaketin bir boyutunda sanayi tesislerinin ve diğer işletmelerin -önemli bir bölümünün- atıksularını ileri biyolojik arıtmadan geçirmeden çaylara, derelere bıraktıkları gerçeği yer alıyor. Bazı durumlarda ise arıtma tesisi bulunmakla birlikte, bunların her zaman düzenli bir şekilde çalıştırılmadığı ortaya çıkıyor.
İki meslektaşımızın bir hafta içinde gözleriyle tanıklık ettikleri bu gerçekleri bu yerleşimlerde bütün kademelerdeki kamu görevlileri, yerel yönetim sorumluları görmüyorlar mı? Çevre Bakanlığı böyle bir felakete neden müdahale etmiyor? Kirliliğe yol açan bu tesislerin sahipleri, yöneticileri, akşamları gözlerini kapadıklarında vicdanen rahat uyuyabiliyorlar mı?
Yoksa herkes suyun rengindeki değişimin fark edilmesini önleyen bir renk körlüğüyle mi malul? Yoksa hepsi masum da uzaylılar mı boya atıyorlar bu çaylara, derelere? Ya da o malum dış mihraklar mı dersiniz?
NOT: Bayram nedeniyle yazılarıma kısa bir ara vereceğim. S.E.
Paylaş