Paylaş
Mahkemeden çıkan beraat kararı -ilk bakışta- adaletin eninde sonunda tecelli etmesi bakımından kuşkusuz olumlu bir gelişme olarak kabul edilmelidir. Ancak mahkeme sonucunun ferahlatıcı yönü iki buçuk yıla yakın bir süre boyunca bu soruşturmanın açıldığı süreçte ve ardından kovuşturma aşamasında ağır hak ihlallerinin yaşandığı gerçeğini değiştirmiyor. Değiştirmediği gibi, bu ihlallerin vicdanlarda ve zihinlerde bıraktığı ağır tortuyu silmeye, bu sürecin neden yaşandığı sorusunun üzerini çizmeye de yetmiyor.
GÜNEŞ DOĞUDAN BATABİLİR Mİ?
Başından itibaren vahim sorunlarla malul bir soruşturmaya tanıklık ettik. Hayatı boyunca barışa inanmış, şiddetten uzak durmuş demokrat bir insanı cebir ve şiddet kullanmak suretiyle anayasal düzeni ortadan kaldırmaya, hükümeti devirmeye teşebbüs etmekle suçlamak, daha başından soruşturmayı sakatlıyordu.
Buradaki suçlama aklın kabul edebileceği bir şey değildi. İlk tutuklandığında yazdığımız üzere, Kavala çizgisindeki bir insanın darbeci olduğuna inanmak, güneşin batıdan değil artık doğudan batmaya başladığı gibi bir teze itibar etmeyi gerektiriyordu.
Böyle olması, Kavala’nın, hukuktan vazgeçtik, mantığın asgari gereklerinin de çiğnendiği bir soruşturmada 1 Kasım 2017 tarihinde bir dizi mesnetsiz iddiayla tutuklanıp Silivri Cezaevi’ne gönderilmesini engellemedi. Bu durum, bir diğer sanık Yiğit Aksakoğlu’nun da -birbirlerini tanımadıkları halde- aynı suç örgütünün üyesi olduğu suçlamasıyla uzun bir süre Silivri’de tutuklu kalarak Kavala ile benzer bir kaderi paylaşmasında da yaşandı.
Aslında adını baştan koymak gerekiyor. Gerçeğe saygının sınırlarının aşıldığı, bu yönüyle daha çok kara mizahın karasularında seyreden bir siyasi davaydı Osman Kavala’nın bir numaralı sanığı olduğu Gezi dosyası. Örneğin, kendisinin cep telefonunda bulunan Türkiye’deki arı türlerinin coğrafi dağılımını gösteren haritanın bile ülkeyi bölmeye dönük örgütsel çabaya işaret eden bir delil olarak değerlendirilebilmesi, soruşturmayı kaplayan kara mizah gölgesinin en uç örneklerinden biriydi.
ŞİMDİDEN TÜRK HUKUK TARİHİNE GEÇTİ
Gezi ve Kavala dosyası Türkiye’de içinden geçmekte olduğumuz bu yıllarda hukuk alanında yaşanan ciddi sorunları, problemli yargı pratiklerinin çoğunu çarpıcı örnekleriyle barındıran sembol bir davadır. Muhtemelen gelecekte Türkiye’nin hukuk tarihi yazılırken bu uygulamaların en uç örneklerinden biri olarak referans bir dava kimliğiyle gündemde kalmaya devam edecektir.
Bu uygulamalardanhangilerini sıralamalı ki? Kavala’nın yaklaşık 16 ay kadar bir süre iddianame olmaksızın tutuklu kalması ve tutukluluğunun başlı başına bir cezaya dönüşmesini mi? Gezi direnişini organize etmekle suçlanmakla birlikte, bunu hazırlık aşamasında nasıl tasarladığı ve uygulamaya koyduğuna ilişkin tek bir delilin ortaya konamamış olmasını mı?
Ya da Kavala’nın tahliyesi yönünde oy kullanan bir hâkimin başka bir göreve verilmesini mi? Gezi protestolarının yaşandığı sırada Ali İsmail Korkmaz yerdeyken tekmeleyerek ölümüne yol açtığı sabit görülerek hapis cezasına mahkûm edilen bir polisin davaya ‘mağdur’ olarak kabul edilmesini mi? Kendisine ‘paranoid ve borderline kişilik bozukluğu’ teşhisi konan birinin muteber bir ‘tanık’ olarak davaya dahil edilmesini mi?
Hukukun sınırlarının zorlandığı bu gibi örnekleri bir köşe yazısına sığdırabilmek mümkün değildir. Bunun için kitaplar gerekecektir.
KIRILMA AİHM’DE OLDU
Bu davanın kırılma noktası, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin geçen aralık ayında aldığı kararla Kavala’nın hak ihlaline uğradığına hüküm vermesi olmuştur. AİHM, kendisinin tutuklanmasını haklı gösterecek ‘kuvvetli şüphenin bulunmadığına’ kanaat getirmiştir.
Ama kararın asıl düşündürücü tarafı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ‘İzin verilen kısıtlamalar öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz’ şeklindeki 18’inci maddesinden verilen ihlaldi. Mahkeme, bu ihlalle yargılamanın Kavala’yı ‘susturmak’ gibi siyasi bir amaç taşıdığına hükmetmiştir.
Strasbourg’daki mahkeme, kararını alırken iddianamedeki delilleri detaylı bir şekilde değerlendirmiş ve yetersiz bulmuştur. Bir anlamda davanın esasına ilişkin bir kanaat belirtmiştir. Aslında Gezi davası AİHM’nin bu kararıyla hukuken son bulmuştu. Dün açıklanan hüküm bir bakıma AİHM kararının gerektirdiği şekilde bu parantezin gecikmeyle de olsa kapatılması anlamına geliyor.
AVRUPA İLE YENİ BİR BAŞLANGICA DOĞRU MU?
Osman Kavala’nın tutukluluğu aynı zamanda ülkemizde yargının işleyişi ve sivil toplumun özgürlük alanının sınırlarının ölçülmesi bakımından Türkiye ile Batı dünyası arasında bir ‘mihenk taşı’ işlevini üstlenmişti. Kuşkusuz, dün Silivri’deki mahkeme salonunda açıklanan bu karar Avrupa cephesinde olumlu bir esintiye kaynaklık edecektir.
Verilen beraat kararları, yargıda eleştiri konusu olan uygulamaların geride bırakılacağı, hukukun üstünlüğü ilkesinin önünün açılacağı yönünde bir başlangıca işaret edecek ise yaşanan bütün mağduriyetin belki de tek tesellisi olacaktır.
Türkiye’nin dış politika alanında pek çok cephede yaşamakta olduğu sıkışıklık içinde Batı dünyası -özellikle de Avrupa ile ilişkilerde- hiç olmazsa bir nefes alanının açılması bu teselliyi arttıracaktır.
Önemli Not: Dün bu yazının taşra baskısına girmesinden sonra sürpriz bir gelişme ortaya çıktı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin yürütülen bir başka soruşturma kapsamında Osman Kavala hakkında darbeye teşebbüs suçundan gözaltı kararı verildiğini açıkladı. Bu gelişme nedeniyle yazımı geri çekmeye gerek duymadım. Kuşkusuz, Kavala’ya atfedilen darbecilik suçlamasıyla ilgili yukarıdaki yazıda ifade ettiğim görüşlerim geçerliğini korumaktadır. Gözaltı kararına yol açan suçlamaları ayrıca değerlendireceğim. S.E.
Paylaş