Paylaş
Bu evliliğe rızasını bildiren babanın ülkenin önde gelen tarikatlarından İsmailağa Cemaati ile bağlantılı Hiranur Vakfı’nın başkanı olması, hadiseyi her bakımdan sarsıcı kılıyor.
Tek bir dosya, 2022 yılı Türkiye’sinde din adına yapılabilecek istismarın gidebileceği uçlardan ülkede yargının işleyişine, ayrıca tarikat bağlantılı iddialar karşısında sistemin son aşamaya kadar hareketsiz kalabilmesine ilişkin görüntülerin iç içe geçtiği vahim bir tabloyu bütün çarpıcılığıyla önümüze koyuyor.
Bu tabloda gördüklerimiz hiçbir yorum gerektirmiyor. Gerçekler herkesin görebileceği bir yalınlık ve berraklık içinde bütün yakıcılığıyla bize bakıyor.
*
Olayın ana anlatısında bir ailenin altı yaşındaki kızlarını yetişkin bir insanla dini nikâhla evlendirebilmesi, üstelik onun “kocası” ile baş başa zaman geçirmesine ve o yaşta çocuğun ne olduğunu bile anlayamadığı cinsel ilişkiye maruz kalmasına göz yummuş olmasının vicdanları yaralayan öyküsü var.
Ancak bu öykü her seferinde yeni boyutlar kazanarak, dallanıp budaklanarak karşımıza çıkıyor.
Örneğin, çocukla evlenmeyi gönüllü olarak kabul eden şahsın aynı zamanda bu vakfın bünyesinde görevli bir hafızlık hocası olması ve çocuklara hocalık yapması gerçeğiyle de karşılaşıyoruz dosyanın sayfalarını çevirirken. Bu fotoğrafın altyazısında çocukların din eğitimi kimlere emanet ediliyor sorusu bizden yanıt bekliyor.
*
Aslında hadisenin o kadar çok katmanı var ki... Bunlardan biri, 1998 doğumlu olan H.K.G. isimli mağdurun çocuk yaşta evlendirildiğinin hamilelik şüphesi üzerine hastanede ortaya çıkması üzerine 2012’de açılan soruşturmadır. Savcılık tarafından 18 Ocak 2013 tarihinde verilen takipsizlik kararıyla bu soruşturma kapanmıştır.
Hadisenin bu aşamasında o tarihte 14’üne basmış olan çocuğun yaşının ortaya çıkmaması amacıyla başvurulan sahtekârlıklar, örneğin yaşını büyük gösterebilmek için devlet hastanesinde kemik testine kendisi yerine yaşça büyük birinin (21 yaşında) sokulması gibi hilelerin yapılabilmesi işin bir başka rahatsız edici yönüdür. Her gün Allah korkusundan söz eden bu insanlar köşeye sıkıştıklarını hissettiklerinde kolaylıkla sahtekârlığa sapabilmektedirler.
Ve nihayet mağdurun belli bir yetişkinliğe geldikten sonra 2020 yılında bu kez kendi iradesiyle savcılığa şikâyette bulunmasıyla birlikte soruşturma yeniden açılmıştır. İfadelerin alınması, bilirkişi raporlarının sonuçlanması sürecinin ardından iddianame hazırlanıp 31 Ekim 2022 tarihinde mahkemeye sunulabilmiştir.
Kızın babası, annesi ve altı yaşındayken kendisiyle evlenmeyi benimseyen hafızlık hocası, gecikmeli de olsa sonunda sanık olarak adaletin karşısına çıkacaklardır. Kocası Türk Ceza Kanunu’ndaki “Çocuğun nitelikli cinsel istismarı” ve “Nitelikli cinsel saldırı”, anne ve babası ise “Çocuğun nitelikli cinsel istismarı” suçlarından yargılanacaktır.
Ancak bu aşamada da soru işaretleri birbirini izliyor. Mağdur, 2020 yılında şikâyetçi olup ifade vermesinden sonra Savcılığın devreye girmesiyle birlikte, aynı yılın aralık ayında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından kadın konuk evine yerleştirilerek korumaya alınmıştır. İki yıldır devletin himayesi altında olduğuna göre, yaşadığı mağduriyetin vahameti karşısında sistemin daha süratli ve daha diri bir refleks sergilemesi gerekmez miydi?
Savcılık makamının iddianame hazırlandıktan sonra suçladığı sanıkların tutuklanması yolunda iki kez yaptığı talebin hâkimlik tarafından reddedilmesi, dahası mahkeme tarafından duruşma için önümüzdeki mayıs ayına gün verilmesi gibi tasarruflar da meselenin kamuoyu vicdanını rahatsız eden bir başka yönüdür. Neyse ki kamuoyunda yükselen infial üzerine duruşma ocak ayına çekilmiştir.
Sahnede kullandığı bir ifade nedeniyle ünlü bir şarkıcının demir parmaklıkların arkasına süratle gönderilebildiği bir hukuk siteminde, altı yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz eden bir şahıs özgürce elini kolunu sallayarak dolaşabilmektedir. Sonuçta vatandaşların yargıya olan güveninde derin bir çatlak daha ortaya çıkmıştır.
*
Şimdi meselenin bir diğer yönüne gelelim. Kızın babası ve çocuğuyla evlenmeyi kabul eden şahıs, bu akdin gerçekleştirilmesinde dinen bir mahzur görmemişlerdir. Çünkü onların İslam anlayışı buna cevaz vermektedir.
Problem, ailesi rıza gösterirse küçük bir kız çocuğunun pekâlâ evlendirilebileceği yolundaki bir dini yorumun esas alınması, daha doğrusu dinin bu şekilde tefsir edilmesiyle ilgilidir. Afganistan’daki Taliban da kız çocuklarının okula gitmesini dinin bir yorumuna dayanarak yasaklayabiliyor; müzik aletlerinin çalınmasını da... Farklı İslam ülkelerinden farklı uygulamalara ilişkin bu gibi aşırılık içeren uç örnekleri artırmak mümkün.
Bu yönüyle baktığımızda, tarihin oldukça uzak bir döneminden gelen dini yorumlar, gelenekler bugün de bazı cemaatler tarafından hâlâ geçerli görülüp referans alınabiliyor.
Dün Karar’da Taha Akyol, “Zamanı Mühürlemek” başlıklı önemli yazısında, kaynaklara dayanarak, tarihte fıkıh ulemasının evliliğin muteber olması için buluğ çağına gelinmesini, yani ergenlik şartını aramadığını, veli veya vekili tarafından evlendirilen küçüğün nikâhını pekâlâ muteber kabul ettiğine dikkat çekiyordu.
Sonradan bu görüşe katılmayan ulema çıkmış olsa da, çocukların evlendirilebilmesine cevaz veren bu yorum ne yazık ki yüzyıllar boyu devam edebilmiş ve “mühürlenen zihinler”de “din” gibi algılanmıştır.
*
Burada karşımıza çıkan çelişki şudur: İslamın köktendinci bir yorumuna göre küçük bir kız çocuğun evlenmesi ailenin rızası varsa dinen caizdir. Ama Türkiye bir hukuk devleti olduğuna göre, bu evlilik Medeni Kanun açısından mümkün değildir.
Yasaya göre günümüzde evlenebilmek için bireylerin 17 yaşını tamamlamış olmaları zorunludur. Yasa, evlenmek isteyen bireyin 17 yaşından gün almış olması durumunda, özel düzenlemeler, koşullar getirmektedir.
Özetle, laik anayasal düzen ve onun parçası olan pozitif hukukla, bazı cemaatlerin dini görüşleri çatışmaktadır. Tarikatların dinen geçerli gördüğü bir fiil Türk Ceza Kanunu’nun yaptırıma bağladığı bir suç olabilmektedir.
Bu çatışma nasıl aşılacaktır? Tabii ki öncelikle bir hukuk düzeninde yürürlükteki hukuk kuralları uygulanacaktır.
Ancak işin dini yönüyle ilgili atılacak adımların da olması gerekir. Altını çizdiğimiz çatışma, Milat’tan sonra -örneğin sekizinci yüzyılda- yoruma dayalı olarak konmuş bir dini kuralın modern zamanın gereklerine uygun bir şekilde yeniden yorumuyla aşılabilir.
*
Bunu yapacak olanlar, siyasetçiler, kanaat önderleri, gazeteciler değildir. Değişen zamana göre dini açıdan neyin uygun olduğu yolundaki görüşü ortaya koymak, İslam düşüncesini yenilemek görevi, öncelikle din alimlerine, ilahiyat profesörlerine düşüyor.
Son tartışmaların üzücü bir yönü, toplumun vicdanını yaralayan bu konu karşısında -sınırlı istisnalar dışında- ülkenin ilahiyat camiasının genelde bir suskunluk içinde kalmasıdır.
Onların suskunluğu olsa olsa meydanı altı yaşındaki kız çocuklarını evlendirmekte beis görmeyen hocalara, onların başında bulunduğu tarikatlara ve kayıtdışı din olgusuna bırakmaktadır.
100’üncü yıldönümünü kutlamaya hazırlandığımız Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışan bir görüntü yok karşımızda.
Paylaş