Paylaş
ZEKÁ ve sağduyusunu, son derece ılımlı, kendini geriye çeken gösterişsiz bir üslup içinde ortaya koyuyor. Belli ki, gücünü, egosundan ya da sesini yükseltmekten değil, bu üslup içinde ikna kabiliyeti ve argümanlarının kuvvetinden almak isteyen bir siyasetçi.
Görüşlerini çoğu Amerikalı'dan daha iyi konuştuğu İngilizcesi'yle anlatırken, çatışmacı olmaktan, polemiğe girmekten dikkatle kaçınıyor.
Getirdiği yaklaşım ve önerilerde, muhataplarını teşvik ve cazibe unsurlarını ön plana çıkartarak etkilemeye çalışıyor; sürekli artıları vurguluyor.
Örneğin, Kıbrıs'ın bir bütün olarak AB'ye tam üye olmasının gereğini anlatırken, tek tek Kıbrıslı Türkler'in elde edecekleri ‘‘nimetleri’’ sıralama yoluna gidiyor.
Ve hiçbir şekilde Atina'nın AB üyeliğini bir koz olarak karşınıza çıkarmıyor, tehditkár bir üsluba yönelmiyor. Bir Türkiye kompleksi yok.
Bu haliyle, bugüne dek gördüğünüz Yunanlı Dışişleri Bakanlarından çok farklı bir portre çiziyor.
Bu şahsın adı, Yorgo Papandreu. Amerikalı bir anne ile Yunanistan'ın eski Başbakanı Andreas Papandreu'nun 46 yaşındaki oğlu.
Amerikan pasaportunu siyasete atılma kararı aldığında ABD Büyükelçiliği'ne iade eden bir sosyalist Yunan politikacısı.
Ve her vesileyle Türkiye ile Yunanistan'ı AB içinde ortak bir geleceğin beklediğini söylüyor.
Bu çizgiyi, Yunanistan'ın Türkiye'ye bakışında yaptığı yeni bir muhasebenin sonucu olarak görmek mümkün. Bu muhasebede herhalde şu faktörler rol oynuyor:
1) Yunanistan, 65 milyonluk Türkiye'nin, bulunduğu coğrafyada artan ağırlığını ve gelecekte ekonomisi, askeri gücü ve siyasi nüfuzuyla büyük bir kuvvet merkezi haline geleceğini görüyor.
Güçlenen bir Türkiye'yle çatışmak mı, yoksa onunla işbirliğine giderek Yunanistan'ın sınırlı olan ağırlığını artırmak mı Atina'nın daha çok çıkarınadır? Papandreu'nun ikinci tercihte karar kıldığı anlaşılıyor.
2) Milliyetçilik rüzgárlarının kuvvetli bir şekilde estiği ‘‘zaptedilemeyen’’ bir Türkiye'nin, ne kadar AB kalkanının arkasında koruma altında olsa da, Yunanistan açısından bir tedirginlik kaynağı olduğu sır değil. Türkiye'nin Avrupa'dan dışlandığı Lüksemburg sonrası dönemde içine girdiği ruh hali, Yunanistan açısından oldukça öğretici olmuştur.
3) Türkiye'yle çatışmak yerine Türkiye'yi AB tam üyelik sürecine dahil ederek, kontrol ve yönlendirme imkánını eline geçirme düşüncesinin de Atina'daki yeni bakışta belirleyici oluğu söylenebilir.
Yunanistan'ın bu süreçte, karar alma mekanizmalarında tam yetkili olduğu AB'yi yanına alarak, Türkiye'yi Kıbrıs ve Ege'de istediği çözümlere yönlendirmede çok daha etkili ve avantajlı bir konuma geldiği aşikár.
4) Papandreu, bulunduğu mevki itibarıyla ülkesinin Türkiye karşısındaki çıkarlarını azami ölçüde genişletmekle görevli. Ancak bu görevini yaparken, Türkiye'yle barışa samimi olarak inanan ve iradesini bu doğrultuda kullanan bir Dışişleri Bakanı olduğu teslim edilmelidir.
Bu haliyle Türkiye, karşısında bugüne dek alışagelmediği bir siyasi kimlik ve onun temsil ettiği yeni bir çizgiyle karşılaşmaktadır.
Dolayısıyla oyunun kuralları da değişmiştir.
Paylaş