Del Bosque’nin en olağan halleri

O meşhur teknik direktörlerin futboldan söz ederken içine düştükleri ve ancak bir dünya krizine çözüm getiriyor olmanın büyük devlet adamlarına dayatabileceği ağırlıktaki ciddi ve de derin ruh hallerinden hiç eser yok Vicente Del Bosque’de.

Onların her duruş ve kalkışlarında, her yan ve alt bakışlarında gem vurulamayacak bir şekilde ortalığa dökülüveren ihtiraslarından da...

Del Bosque’nin en olağan insan hallerini televizyon ekranında kameraların kendisi üzerine odaklandığı görüntülerde hemen fark edebilirsiniz.

Ancak bir saati geçen yüz yüze bir mülakat yaptığınızda, kişiliğinin her zerresine sinmiş olan bu demlenmiş alçakgönüllülüğü, dinginliği ve ölçülülüğü bütün sahiciliği içinde daha çarpıcı bir şekilde algılıyorsunuz.

Bir de kalburüstü beyefendiliği, hayatta olsa Baba Hakkı’ya ‘Bu adam Beşiktaş’a ne kadar da yakışmış’ dedirtecek kıvamda...

SEMPATİK BİRİ DEĞİLİM BEN HEP BÖYLEYİM

Kendisinin Real Madrid’i dört yıl içinde iki Avrupa şampiyonluğu dahil olmak üzere başarıdan başarıya taşıdığını, bir dönem dünyanın en iyi teknik direktörü seçildiğini bilmeseniz, karşınızdaki bu biraz iri kıyım, biraz utangaç adamı herhangi biri zannedebilirsiniz.

Belki de Real Madrid’deki futbolcular gibi büyük egoların hakkından ancak onunki gibi yalın bir ego gelebiliyor. Alın size Del Bosque’un bir adet diyalektik analizi...

Özellikle kendisiyle ilgili soruları yanıtlarken sıkıldığı her halinden belli oluyor İspanyol futbol adamının, şu sözlerinden de görüleceği gibi:

‘Çok sempatik bir insan değilim. Ben özel bir şey yapmıyorum, sadece doğal tarzımı gösteriyorum. Buraya geldiğimden bu yana insanlar bana çok büyük sevgi ve ilgi gösteriyorlar. Ama böyle olması için ben bir şey yapıyor değilim. Ben hep böyleyim.’

ADİL DAVRAN, SAKIN İKİYÜZLÜ OLMA

Futbol, hayatında çok geniş bir yer tutuyor. Hangi konuyu konuşursanız konuşun, bir olay ya da durumu anlatmak için başvurduğu benzetmeler adres olarak hemen futbola çıkıyor.

Sınırların kalkması gereğinden ya da Avrupa Birliği’nden söz ederken, sözü dönüp dolaştırıp futbola getiriyor ve farklı ülkelerden futbolcuların aynı takımda oynamalarının yarattığı sinerjiyi örnek olarak gösteriyor.

Ve teknik direktör kimliğiyle futbol konuşurken, ağzından teknik futbol terimlerinden çok ‘adalet’, ‘eşitlik’ gibi kavramlar işitiyorsunuz.

Örneğin, Real Madrid gibi dünyanın en iyi yıldızlarını çalıştırmanın nasıl bir beceri gerektirdiğini yanıtlarken şöyle konuşuyor:

‘Bir antrenörün görevi, önce iyi bir çalışma ortamı yaratmaktır. 25 genç oyuncuyu bir arada tutacaksınız. Daha sonra nasıl bir oyun oynanacağına dair bir fikir ortaya koyacaksınız ve herkes bununla görüş birliği içinde olacak. Son aşamada herkese eşit ve adaletli davranmanız, ayrıca ikiyüzlü ve üçkáğıtçı olmamanız gerekir.’

BİR BABANIN GÖZLERİ NE ZAMAN PARILDAR?

Öyle renkli hobileri, özel uğraşları olan biri de değil. Boş zamanlarında ya televizyonda maç izliyor ya da internette yine futbolla ilgili konulara bakıyor.

Hayatında en önemli alan, varsa yoksa ailesi...

‘Futbol benim işim. Onun dışında hayatımda sadece ailem var. Çocuklar oldukça vaktimi alıyor. Onların eğitimini düşünmem, onlara iyi örnek olmam gerekiyor, her baba gibi...’ diyor Del Bosque.

Mülakat boyunca, genellikle herhangi bir duygu yansıtmayan nötr bir yüz ifadesiyle konuşuyor.

Bu durum galiba bir kez bozuluyor. Ortanca oğlu Alvaron salona girip babasının yanına geldiğinde, Del Bosque’nin gözlerinde birden bir ışıltı parlayıveriyor.

Alvaron’un elinden tutup onunla konuşmak, dev adamı birden heyecanlandırıyor. Oturduğu yerde kıpır kıpır oluyor, elini kolunu nasıl hareket ettireceğini bilemiyor.

Ve Alvaron’la birlikte yüzünde açan tebessüm, biz yanından ayrılıncaya kadar hiçbir yere gitmiyor.
Yazarın Tüm Yazıları