Paylaş
Bugün bu sorulara yanıt ararken, önce mevzuat faktörüne ve bu çerçevede yasalarla, yönetmelikler ve muhtelif düzenlemelerle getirilmiş olan kurallara yakından bakmaya çalışalım.
Hemen baştan belirtelim, Türkiye’nin mevzuat anlamında eksiklikleri olsa bile, 1999 Körfez depreminden çıkarılan derslerin ışığında bugün bu alandaki boşlukların önemli ölçüde giderildiğini söylemek mümkün. Özellikle denetim sorununu gidermek amacıyla 2001 yılında inşaatların yapım sürecinde bağımsız denetim firmalarının rolünün zorunlu kılınması büyük bir boşluğu doldurmuş oldu.
Ancak burada daha başta ortaya çıkan bir sorun, DSP-ANAP- MHP Koalisyon Hükümeti tarafından 2001 yılında çıkartılan “Yapı Denetim Kanunu”nun pilot uygulama olarak yalnızca depremde öncelikli risk taşıdığı değerlendirilen 19 ilde başlatılması oldu. Bu iller şunlardı: Adana, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bolu, Bursa, Çanakkale, Denizli, Düzce, Eskişehir, Gaziantep, Hatay, İstanbul, İzmir, Kocaeli, Sakarya, Tekirdağ ve Yalova. Pilot uygulamada yer alan üç il (Hatay, Gaziantep, Adana) son depremde en çok hasar alan, kayıp yaşayan bölgeler arasındadır.
2002 yılı sonunda işbaşı yapan AK Parti iktidarının uygulamayı bütün Türkiye’ye teşmil etmesi için sekiz yılın geçmesi gerekmiştir. Yapı Denetim Kanunu’nun bütün Türkiye’de uygulanmasına ancak 1 Ocak 2011 tarihinde başlanmıştır.
Bu arada denetim mekanizmasının işleyişinde de ciddi sorunlar baş göstermiştir. İnşaat şirketleri ile denetim şirketleri arasında sınırların çekilmemesi, müteahhitlerin denetimcileri seçebilmesi, kuralların baypas edilmesi anlamında ciddi ihlallere yol açmıştır. Bunun üzerine bundan iki yıl önce daha sıkı bir sistem getirilerek denetim şirketlerinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kontrolündeki bir havuzdan otomatik olarak seçilmesi uygulamasına geçilmiştir.
*
Depremde bir bina çöktüğünde kimin sorumlu olduğu sorusuna yanıt ararken, öncelikle inşaat sürecinin hangi aşamalardan geçtiğini ve mevzuat çerçevesinde kimlerin kararlara katıldığı meselesini daha yakından büyüteç altına yatırmamız gerekiyor.
Ancak bugünkü yazımızın sınırları içinde aktaracaklarımız, 1999 sonrasında uygulamaya konan ve kademe kademe ilerleyen mevzuat açısından geçerli olan bir durumu anlatıyor. Çünkü Körfez depreminin acı sonuçlarının gösterdiği gibi, 1999 öncesinde Türkiye’de inşaatlarda etkin ve yaygın bir şekilde işleyen bir denetim mekanizması söz konusu değildi.
Bu girişten sonra sisteme daha yakından bakabiliriz. Türkiye’de bugün bir inşaat yapılmak istendiğinde izlenmesi gereken prosedür şu şekilde özetlenebilir:
1- ÖNCE BELEDİYEDEN “İMAR DURUM BELGESİ”: İnşaatı yaptıracak olan arsa sahibi ya da müteahhit, önce parselin kayıtlı olduğu belediyeye başvurarak projeyi başlatabilmek için izin istemek durumunda. Belediye, parselin bulunduğu yerleşim için geçerli imar planı çerçevesinde arsa büyüklüğüne bakarak inşaat yoğunluğunu (emsal) ve kat yüksekliğini bildiriyor. Örneğin, üç kat çıkabileceğini ve 9.5 metreyi geçemeyeceğini söyleyebiliyor. Sonuçta bir “İmar Durum Belgesi” tanzim ediliyor.
2- İNŞAAT PROJESİ HAZIRLANIYOR, ZEMİN ETÜDÜNE DİKKAT: Bu belgeyi alan müteahhit, kendisine tanınan sınırlar içinde bir proje hazırlatmaya koyuluyor. Görevlendirilen mimar binanın planını tasarlarken, inşaat mühendisi yapının statik hesaplarına ilişkin bir proje hazırlıyor. Elektrik mühendisi elektrik tesisatına ilişkin projeyi, makine mühendisi de asansör, kalorifer ve su tesisatı dahil olmak üzere mekanik projeyi hazırlıyor. Bir de özellikle 2000 yılında getirilen kritik bir kriter var. Aynı zamanda bir jeoloji mühendisinin de projelendirilmiş binanın, zemin açısından uygunluğuna ilişkin bir “zemin etüdü” hazırlaması gerekiyor. Binanın depreme dayanıklılığı bakımından kritik önemde bu etüt.
3- DENETİM FİRMASI HAVUZDAN GÖREVLENDİRİLİYOR: Burada çok önemli bir oyuncu daha devreye giriyor. Proje aşamasına geçilirken denetim şirketi de seçiliyor. Belediye, “İmar Durum Belgesi”nin çıkmasıyla birlikte, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile temas kurarak bir denetim firmasının görevlendirilmesi talebine aracılık ediyor. Bakanlık, denetim firmasını mevcut olan bir havuz içinden otomatik olarak veriyor. Bu firma, kendi mühendis ve teknik ekipleriyle kamu otoritesi adına projenin her aşamasının denetimini üstleniyor, bir anlamda projeye kefil oluyor. Denetim firması, mimar ve mühendislerin hazırladıkları projeleri de inceleyip inşaat ruhsatı talebi öncesinde “Uygundur” diye imza da atıyor.
4- PROJEYE BELEDİYE ONAYI, “İNŞAAT RUHSATI” VERİLİYOR: Belediyelerin imar müdürlüklerinin mimar ve mühendislerinden oluşan teknik ekipleri, müteahhit tarafından verilen mimari, statik, elektrik, mekanik ve zemin etüt raporlarını ayrı ayrı inceleyerek uygun olup olmadığına karar veriyor. Sunulan planlar ve statik hesaplar üzerinden sağlam bir bina inşa edileceğine kanaat getirdikleri takdirde projeye onay veriyorlar. Bu noktada “İnşaat Ruhsatı” düzenleniyor.
5- İNŞAAT BAŞLIYOR, HER AŞAMADA DENETİM: Artık inşaata başlanabilir. Temel ilke, denetim firmasının teknik ekiplerinin inşaatın her aşamasını denetlemesi ve belediyeye raporlamasıdır. Örneğin, inşaat sürerken beton örnekleri alınıp laboratuvarlarda inceletilerek bu test sonuçlarının belediyeye sunulması da buna dahil. Denetim firmasının hak edişlerini peyderpey alabilmesi, bu raporlamaları düzenli bir şekilde yapmasına bağlıdır.
6- İNŞAAT BİTTİ, SON DENETİM VE “İSKAN RUHSATI” VERİLİYOR: İnşaat tamamlandığı noktada müteahhit belediyeye başvurarak “Yapı Kullanım İzin Belgesi” talep ediyor. “İskan Ruhsatı” olarak da adlandırılan bu belgeye verilecek olan izin hassas bir kararı gerektiriyor. Çünkü bu karar insanların inşaatı tamamlanmış olan bu yapıdan içeri girip güvenli bir şekilde yaşayıp yaşayamayacakları sorusunun yanıtını da içeriyor. Bu olurun verilmesinden önce belediyenin imar müdürlüğü birimindeki mimar ve farklı disiplinlerden mühendislerin (inşaat, elektrik, makine ve jeoloji) bizzat inşaat yerine gelip yapacakları bir inceleme söz konusu. Örneğin biten inşaat onaylanan plana uygun büyüklükte mi yapıldı, yoksa genişleme mi var? Kolonlar, kirişler planda taahhüt edilen genişlikte mi? Proje, bu açıdan A’dan Z’ye kontrolden geçiyor. İşte bütün bu kontroller tamamlandıktan sonra her şeyin projeye uygun bir şekilde yapıldığına kanaat getirildiği noktada bu belge düzenleniyor.
Bu belgenin alınabilmesinin önemi, apartmanda yaşanabilmesi için su, elektrik ve doğalgaz gibi gerekli temel servislerin bağlanabilmesi bakımından zorunlu olmasıdır. Bu gereklilik tapu işlemleri açısından da geçerlidir.
*
Görüleceği gibi, en azından 1999 sonrasındaki dönemde kademe kademe geçilen sistem inşaat faaliyetinin hem belediye hem de denetim şirketleri tarafından kuvvetli bir kontrolünü zorunlu kılıyor.
Bu prosedürleri gözden geçirdikten sonra yeniden “Nasıl yıkılabildi?” sorusuna yanıt arayabiliriz. Bu soruya verilecek en kısa yanıt, sıraladığımız bütün bu aşamalarda ihlallerin, kuralsızlıkların yaşanması ve bu duruma denetim mekanizmasının göz yumması şeklinde özetlenebilir. Mevzuatla zorunlu kılınan zemin etütlerinin eksikliği, defolu malzeme kullanımı uygulamadaki ilk akla gelen sorunlardır.
Aslında çöken her binada, sıraladığımız bütün bu aşamalarda kimlerin sorumluluk yüklenmiş olduğunu tespit etmek güç değildir.
Son bir nokta olarak ayrı bir değerlendirmeyi gerekli kılan çok temel bir mesele daha var. 2018 yılında getirilmiş olan imar barışı da burada önemli bir faktör olarak denkleme dahil edilmelidir. Çünkü bu düzenlemede genel bir çerçevede projelerine uygun tamamlanmayan ve affa sokulan bütün yapılara belli bir ceza ödenmesi karşılığında “Yapı Kayıt Belgesi” verilmiştir. Bu durumda affa giren inşaatlarda 2018’e kadar yapılan ihlallerin hepsinin üstü örtülmüştür.
Paylaş