Paylaş
Trump, 26 Temmuz 2018 tarihinde Twitter üzerinden yaptığı bir paylaşımda, “ABD, harika bir Hıristiyan, aile babası ve müthiş bir insan olan pastör Andrew Brunson’ın uzun süreli tutukluluğu nedeniyle Türkiye’ye büyük yaptırımlar uygulayacak. (Brunson) Büyük acı çekiyor. Bu masum inanç adamı derhal serbest bırakılmalı” dedi.
ABD Hazine Bakanlığı, kısa bir süre sonra 1 Ağustos 2018 tarihinde Adalet Bakanı Abdulhamit Gül ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında alınacak önlemleri duyurdu. Dolar kuru o gün 5 TL’yi geçti.
Trump, 10 Ağustos 2018 tarihinde ikinci bir tweet mesajı atarak, “Türkiye’den çelik ve alüminyum ithalatında gümrük vergisi oranının iki katına çıkartılmasına onay verdiğini” açıkladı ve ekledi: “Para birimleri olan Türk Lirası, güçlü dolarımız karşısında hızla değer kaybediyor. Türkiye ile ilişkilerimiz şu anda hiç iyi değil...”
Trump’ın sözünü ettiği gümrük vergisi yaptırımları 13 Ağustos tarihinde uygulamaya konduğunda dolar kuru tarihinin en yüksek noktası olan 7.2 TL’yi gördü. Sonrasındaki süreçte Trump’ın attığı bu adımların Türk ekonomisi üzerinde yol açtığı olumsuz etkilere hep birlikte tanıklık ettik. Rahip Brunson bütün bu hadiselerden ancak iki ay kadar sonra, 12 Ekim 2018 tarihinde yapılan duruşmada tahliye edilmiştir.
Bu olayın önemi, Başkan Trump’ın sosyal medya üzerinden verdiği mesajlarla piyasalar üzerinde olumsuz bir hava yaratmanın yanı sıra ekonomiyi sarsmak amacıyla bir dizi yaptırımı taammüden devreye sokmaktan çekinmemesidir. Kendilerini müttefik, ‘stratejik ortak’ olarak tanımlayan iki ülke arasında açık bir şekilde böyle bir yönteme başvurulabilmiş olması bir ilkti.
*
İlginç bir yöneliş, Trump’ın sonraki dönemde -uygulamaya geçmese de- ‘ekonomi üzerinden tehdit etme’ yöntemini Türkiye ile ilişkileri yürütüş şeklinde bir alışkanlık haline getirmiş olmasıdır. Örneğin, geçen ocak ayında Fırat’ın doğusundaki PYD/YPG faaliyetleri nedeniyle ABD ile Türkiye arasında patlak veren gerilimde, Trump Türkiye’ye açıktan bu tehdidi yöneltmekten kaçınmamıştır.
Başkan, 13 Ocak 2019 tarihli bu mesajında “Kürtlere saldırırlarsa Türk ekonomisini mahvederiz” tehdidinde bulunmuştu. Buradaki tehdit söylemi, pek çok çevrede 1964 tarihli ünlü Johnson mektubunu çağrıştırmıştı.
Geçen ocak ayında yaşanan bu hadisede dikkat çeken nokta, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sert bir tepki göstermek yerine diyalogla sonuç alma yoluna gitmesiydi. Erdoğan, ertesi gün Trump’ı aramış ve bu konuşmanın ardından ilişkilerde birden olumlu bir hava belirmişti. Trump, görüşmenin ertesinde 14 Ocak’taki bir tweet paylaşımında Erdoğan’la iki ülke arasında ekonomik alandaki büyük potansiyeli önemli bir şekilde geliştirme hedefini konuştuklarını anlatmış, “Kürtlerin Türkiye’yi provoke etmesini istemiyoruz” diye yazmıştı.
Bir gün önce Türk ekonomisini “mahvetmek”ten söz eden Trump, ertesi günü bu kez ekonomik potansiyelin geliştirilmesi hedefini vurguluyordu. Keza, Suriyeli Kürtler konusunda kullandığı dil de 180 derece değişmişti.
*
Trump, bu tehdit dilini hafta başında yeniden tekrarladı. Üstelik, bu yönteme Cumhurbaşkanı Erdoğan ile pazar akşamı gerçekleştirdikleri telefon görüşmesinde Suriye’ye düzenlenecek harekât konusunda önemli ölçüde mutabakata varmalarının hemen ertesinde başvurdu. Trump, hem tweet paylaşımlarında hem de Beyaz Saray’da yaptığı açıklamalarda, Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda başlatacağı harekâtta belli kriterlerin aşılması halinde yine ekonomiye zarar verme tehdidini telaffuz etmiştir.
Bunu yaparken kullandığı bazı fiillerin kısaca Türkçe karşılıklarını vermek nasıl bir aşırılığa, pervasızlığa kayabildiği hususunda yeterince fikir vericidir:
Destroy: Yıkmak, harap etmek, imha etmek. Obliterate: Yok etmek. Suffer the wrath: Gazabını çekmek (mahvolmuş bir ekonominin). Hit them hard on the economy: Ekonomilerine sert bir darbe indirmek...
*
İyi haber, 2018 yılında yaşanan sarsıntıyla kıyaslandığında, Türkiye’deki piyasaların, ekonomideki dinamiklerin Trump’ın artık bir refleks olarak yöneldiği bu tehditler karşısında belli bir bağışıklık kazandığının ortaya çıkmış olmasıdır. Ayrıca, Trump’ın sürekli iniş çıkışlar gösteren çizgisinin, dengesiz kişiliğinin verdiği mesajların etki derecesini sınırladığı da söylenebilir.
ABD Başkanı’nın bir müttefik ülke karşısında bu kadar pervasız bir tehdit dilini bu kadar kolay bir şekilde kullanabilmesi her bakımdan çirkindir, yakışıksızdır. Bu kabadayı ağzı, devletler arasındaki ilişkilere hâkim olması gereken asgari medeni ölçüleri tümden aşağı çekmektedir. ABD’de önümüzdeki yıl yapılacak seçimde başkanlık koltuğuna -ister Demokrat ister Cumhuriyetçi olsun- nezih bir insanın gelmesi bütün dünya için hayırlı bir haber olacaktır.
.................................................................
Not: Bu yazı dün Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki askeri harekâtı başlamadan önce kaleme alınmıştı. Yarından itibaren harekâtı ayrıntılı bir şekilde değerlendireceğiz. SE
Paylaş