Paylaş
Son olarak Alman makamlarının Türk bakanların bu ülkede yapmayı tasarladıkları konuşmaları engelleyici bir tutuma yönelmeleri krizi daha yüksek bir eşiğe taşımıştır.
Bu tutumun gerisinde pek çok faktörün sıralandığını söyleyebiliriz. Bunların başında, muhtemelen başka bir ülkedeki iç politika tartışmasının Almanya sınırlarından içeri taşınmasının yabancıların entegrasyonu hedefine zarar verdiği düşüncesi geliyor. Bir başka ülkedeki siyasi gerilimin, kutuplaşmanın kendi topraklarına ithal edilmesinin kamu düzenini sarsabileceği endişesi muhtemelen bir diğer faktördür. Bu bağlamda yabancıların Almanya’da yürüttükleri siyasi faaliyetlerin bu ülkede zaten yükselmekte olan yabancı düşmanlığını tırmandırması ihtimali yabana atılamaz.
Kuşkusuz, son dönemde İstanbul’daki Die Welt muhabiri Deniz Yücel’in tutuklanmasının Alman kamuoyunda ve karar vericilerinde bir süredir Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğü konusunda yerleşmiş olan olumsuz iklimi biraz daha keskinleştirmiş olması, krizin tırmanışına ek bir ivme katmıştır.
Ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Nazi” benzetmesi, sinir uçlarına dokunulmasının yaratacağı boyutlarda bir reaksiyonu tetiklemiştir Almanya cephesinde.
Yaşanan gerilimde iki ülke arasındaki siyasi çekişmenin izdüşümlerini de görmek mümkündür. Nitekim AB Bakanı Ömer Çelik’in dün AA’ya “Türkiye’nin yükselen güç olmaya başladığı andan itibaren Almanya ile arasında rekabet olduğunu, Almanya’nın bunu yönetemediğini” belirtmesi, bu bakışın farklı bir dille anlatımı olarak kabul edilebilir.
Sonuçta bu arka fon içinde Türk bakanların Almanya’da yapmak istedikleri toplantılar engellenmiştir. Bu, neresinden bakılırsa bakılsın bir demokrasi açısından çirkin, yakışıksız bir durumdur. Bazı Alman yetkililerin “çocukça” davrandıkları söylenebilir. Buradaki engelleyici tutum Türkiye’yi demokrasi ve ifade özgürlüğü bağlamında sıkça eleştiren Alman makamlarını ciddi bir tutarsızlığın içine itmiştir.
Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın alışılmamış sertlikteki çıkışı gelmiştir. Bu, kabul edelim ki, Almanya Başbakanı Angela Merkel tarafından kolay hazmedilebilecek bir beyan değildir. Yine de Merkel soğukkanlı bir tepki vererek, krizi daha da derinleştirecek bir adım atmaktan kaçınmıştır.
Önümüzdeki eylül ayında seçime gidecek olan Hıristiyan demokrat lider Merkel ciddi bir sıkışıklık içindedir. Türkiye politikası nedeniyle hem soldan hem de aşırı sağdan artan eleştirileri ve popülist baskıları göğüslemek durumundadır. Sosyal demokratların anketlerde yukarı doğru bir eğri yakaladığı bir dönemde Türkiye karşısında atacağı her adım Merkel açısından ciddi siyasi riskler taşıyor. Diğer taraftan, Türkiye ile geçen yıl yaptığı, Almanya’ya göçmen akışını baskılayan anlaşmayı sürdürmesi Alman Şansölyesi’nin siyasi çıkarlarının gereğidir. O zaman Türkiye ile ilişkisini makul bir düzeyde yürütmek zorundadır.
Avrupa’nın tartışmasız en önemli güç merkezi olan Almanya aynı zamanda DEAŞ’a karşı ittifakta Türkiye ile müttefik konumundadır. Alman Tornado savaş uçakları DEAŞ’a karşı misyonlar için İncirlik üssünden havalanmaktadır.
Türkiye cephesinden bakıldığında ise Anayasa değişikliği için referandum kampanyasının ısınmakta olduğu bir dönemde Almanya’ya karşı yaptığı kuvvetli çıkış kendi geleneksel tabanı ve göz koyduğu milliyetçi kesim nezdinde Erdoğan’ın konumunu perçinleyecektir.
Ancak Almanya ile yaşanacak bir kopmanın Ankara’nın da çıkarına olduğu söylenemez. Almanya 2016 yılında 35 milyar doları aşan karşılıklı ticaret hacmiyle Türkiye’nin bir numaralı dış ticaret partneridir. Ayrıca, Türkiye’de turizmin ciddi bir krize girdiği bir dönemde hâlâ Türkiye’ye en kalabalık turist kafilesini gönderen ülkedir. (2016’da 3 milyon 890 bin turist.)
Bütün bu karmaşık dinamikleri yan yana getirdiğimizde, yerküre üzerinde devletler arasında A) karşılıklı çıkarlarla B) rekabet ve çekişme konuları ve gerilimin çok karmaşık bir şekilde iç içe geçtiği, yönetilmesi en zor ikili ilişkilerden biri olarak görülebilir Türk-Alman ilişkisi.
Son olarak, AK Parti iktidarının Almanya’da karşılaştığı zorluklar, mesajını duyurmak isteyen insanların bir demokraside görüşlerini özgürce ortaya koyabilecekleri bir mecra bulabilmelerinin ifade özgürlüğü açısından ne kadar değerli ve vazgeçilmez olduğunu herkese göstermiştir. Almanya’da yaşanan bu nahoş tecrübe, Türkiye’de referandum kampanyasında her görüşün özgürce, hiçbir engelle karşılaşmadan ifade edilebilmesi için ders çıkaracağımız bir vesile olmalıdır.
Paylaş