Paylaş
Bu sonuç, Amerika Birleşik Devletleri’nin kültürel, sosyolojik ve siyasi hatlar üzerinden kendi içinde bölünmüş, ortak paydaları zayıflayan bir ülke olduğu gerçeğinin tescil edilmiş olmasıdır.
Demokrat aday Joe Biden’ın Cumhuriyetçi aday Donald Trump karşısında sandıklar açılır açılmaz mutlak üstünlük sağlayacağı bir sonuç, Amerika’da son dört yıldır Trump’ın şahsında temsil ettiği değerler üzerinden kök salmakta olan yönelişin tersyüz edildiği, bu açıdan bir kırılmanın yaşandığı gibi kuvvetli bir mesajla algılanacaktı. Seçim, böyle bir kırılmayı tetiklememiştir. Amerika, içine girdiği bölünmenin her alanda doğurmakta olduğu sonuçları önümüzdeki dönemde yaşamaya devam edecektir.
COVID’DEN ÖLEN 231 BİN KİŞİYE RAĞMEN
Sandıktan çıkan sonuç bazı açılardan özellikle şaşırtıcıdır; en başta da ABD’nin dünyada en çok COVID-19 vakasının yaşandığı ülke olması gerçeği açısından. ABD’de önceki gün itibarıyla 9 milyon 400 bin dolayında vaka kayda geçmiştir. Seçim günü 75 bin kadar vaka raporlanmıştır. Salgında yine önceki günkü rakamla toplam 231 bin kişi hayatını kaybetmiştir.
ABD’nin 20 yıla yayılan Vietnam Savaşı’nda toplam 58 bin kadar askerinin öldüğü hatırlanırsa, bundan yaklaşık dört kat fazla Amerikalı geçen dokuz ay içinde COVID’e kurban gitmiştir. Ancak bu kayıpların yarattığı düşünülen travma dışarıdan tahmin edildiği ölçüde sarsıcı olmamıştır.
Daha önemlisi, Başkan Trump, COVID-19’u yeterince ciddiye almamış, salgına karşı kuvvetli bir mücadele stratejisi ortaya koymamıştır. Trump, kendi ülkesinin önde gelen sağlık otoriteleriyle COVID-19 konusunda polemiğe girip, onların bilimsel görüşlerine meydan okumaktan da çekinmemiştir. Gelgelelim salgın karşısındaki bu sicili seçmen tabanını herhangi bir şekilde etkilememiştir.
‘ÖNCE AMERİKALILARA İŞ’ SÖYLEMİ
Keza George Floyd adındaki Afrikalı Amerikalının polis tarafından boğazına basılarak öldürülmesinden sonra ülkede ortaya çıkan infial dalgasının Demokratlar açısından -siyahi seçmenler dışında- beklendiği ölçüde bir etkisinin olmadığı söylenebilir.
Bu gösterilerin zaman zaman barışçıl niteliğini yitirerek yer yer yağmalama olaylarına kadar varması, muhtemelen bazı Amerikalıların Trump’a yönelmesine de yol açmıştır. Bu noktada Amerikan toplumunda ülkedeki yaygın ırkçılık sorununu dert etmeyen insanların sayısının hiç de az olmadığı gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır.
Dört yıl boyunca ısrarla tekrarladığı, ekonomide içe dönerek öncelikle Amerika’da iş imkânları açacağı yolundaki söyleminin toplumun azımsanmayacak bir kesimi nezdinde Trump’a büyük bir destek zemini yarattığı anlaşılıyor. Geçen dört yılda ekonomik sorunların üstesinden gelebilecek muktedir bir başkan olduğu algısını bu kesimlerde yerleştirebildiğini söylemek mümkün. Üstelik bunu, Amerikan ekonomisinin pandemi nedeniyle ciddi sarsıntı yaşadığı bir dönemde yapabilmiştir.
POPÜLİST SÖYLEM RAĞBET GÖRÜNCE
Burada Amerikan toplumu açısından düşündürücü bir nokta daha var. Trump, sıkça dürtüleriyle hareket eden, tutarlılık gibi bir çabası olmayan, sıkça yalan söylemekle suçlanan, bu yönü somut olgularla kolaylıkla kanıtlanabilen bir siyasetçi. Ama öyle anlaşılıyor ki, böyle bir sicile sahip olması destekçileri nezdinde sorun olarak görülen bir başlık oluşturmuyor. Aynı gözlem Trump’ın nezaketiyle temayüz etmeyen genel üslubu bakımından da öne sürülebilir.
Ve belli siyasi ve kültürel semboller, söylemler üzerinden oluşturduğu kutuplaştırıcı popülist siyasetinin kendi tabanını birlikte tutan kuvvetli bir tutkal işlevi gördüğü anlaşılıyor. Bu yönüyle Trump’ın şahsında temsil ettiği bütün tartışmalı değerlerle tanımladığı rol modelinin sandıklarda seçmen kitlesinin neredeyse yarısından aldığı onay Amerika’nın sosyolojik bir gerçeğidir. 2020 yılında Amerikan toplumunun hatırı sayılır bir bölümünün itibar ettiği değerler sistemi açısından da düşündürücü bir tabloyla karşı karşıyayız.
Bu yönelişin güçlenerek devam etmesi, Amerikan demokrasisinin geleneksel liberal değerlerle olan bağlarının zayıflaması yönünde bir merkezkaç etkisi yaratabilir.
BIDEN HEYECAN DALGASI YARATAMAYINCA
Ortaya çıkan sonucu değerlendirirken anketlere de değinmeliyiz. Seçim öncesinde Joe Biden’ı bariz bir farkla önde gösteren kamuoyu yoklamalarının, aynen 2016 seçimlerinde Demokrat aday Hillary Clinton’ın adaylığında yaşandığı gibi -bir kez daha- Amerikan toplumundaki dip dalgaları gerçekçi bir şekilde okuyamadığı görülmüştür.
Yalnızca anketçilerin değil ama aynı zamanda önde gelen ABD medyasının Amerikan toplumunun azımsanmayacak bir kesimine, onların ruh iklimini ve davranışlarını okuyabilmek açısından yeteri kadar nüfuz edemediğini belirtmeliyiz.
Ayrıca Biden, Trump’a meydan okuyan Demokrat aday olarak Amerikan toplumunda büyük bir heyecan dalgası yaratamamıştır. Majör hatalar yapmayıp genelde güven veren bir çizgi ortaya koymuş olsa da Trump karşısında canlı, iz bırakan, dinamik bir kampanya izlediğini söyleyebilmek zordur.
Buraya kadar yapmış olduğumuz gözlemler seçimi kimin kazandığı sorusundan bağımsız olarak seçimde etki eden faktörlerin genel bir değerlendirmesini içeriyor. Sıkıntılı geçeceği anlaşılan sürecin sonunda hangi adayın başkan seçileceği, bu değerlendirmedeki tespitlerin geçerliliğini ortadan kaldırmayacaktır.
Paylaş