Sedat Ergin

NATO’nun yeni ‘Stratejik Konsepti’ ve Erdoğan’ın Rusya ile denge politikası

7 Temmuz 2022
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen hafta perşembe günü Madrid’deki NATO zirvesi tamamlandıktan sonra düzenlediği basın toplantısında zirvenin sonuçlarından oldukça memnun görünüyordu. “NATO tarihinin en önemli zirvelerinden birinin başarıyla sonuçlandığını” söyledi Cumhurbaşkanı. Zirvenin “Müttefiklerin mevcut meydan okumalar karşısındaki birlik ve dayanışma anlayışını teyit ettiğini” belirterek, birlik ve dayanışma ilkelerini ön plana çıkarttı.

Erdoğan, bu çerçevede zirvede onaylanan ve ittifakın önümüzdeki yıllarda izleyeceği politikalara damgasını vuracak olan yeni “Stratejik Konsept”ten kuvvetli vurgularla söz etti. Yeni konseptin temel mesajını aktarırken İttifakın gelecekteki güvenlik ortamına kendisini adapte etmesine yönelik bir vizyon ortaya koymuştur” diye konuştu.

Özetle, ittifakın kendisini önümüzdeki dönemin güvenlik koşullarına uyarlamasını sağlayacak vizyonda mutabık görünüyor Cumhurbaşkanı. Zaten, sahiplendiği stratejik konsept belgesinin bir NATO kararı haline gelmesi, 30 müttefikten biri olarak Türkiye’nin karar alma sürecindeki onayının da bir sonucudur.

Bu arada, yeni vizyondan söz ederken Türkiye’nin NATO içinde oynadığı etkin rol ve verdiği kapsamlı katkılar ile “müttefiklik ruhuna her zaman uygun hareket ettiğini” de belirtiyor Erdoğan. Devamında “Türkiye, şüphesiz bu gelecek vizyonunda da söz sahibi olan başlıca müttefikler arasında yer alacaktır” diye konuşuyor.

Cumhurbaşkanı’nın bu ifadeleriyle Türkiye’ye NATO’nun yeni vizyonunun hayata geçirilmesinde kuvvetli bir rol atfettiğini söylemek mümkündür.

TEMEL KABUL: ANA TEHDİT RUSYA’DIR

Şimdi projektörlerimizi bu belgenin içine çevirelim. Madrid Zirvesi’nde onaylanan “Stratejik Konsept”in en önemli mesajı, Rusya’dan kaynaklanan tehdidin önümüzdeki dönemde NATO’nun karşında bulduğu birincil tehdit olduğu gerçeğidir.

2010 yılındaki Lizbon Zirvesi’nde kabul edilen bir önceki stratejik konsept belgesinde, o dönemin farklı konjonktürü içinde Rusya karşısında göreceli olarak yapıcı bir bakışa yer verilmişti. Rusya karşısında “diyalog” ve “işbirliği” kavramları daha çok ön plandaydı. Ancak 2014’te Ukrayna toprağı Kırım’ı işgal ederek ilhak etmesi ve ardından geçen 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgali sonrasında, Rusya bir kez daha başat tehdit olarak yerini almıştır NATO’nun bakışında.

Rusya Federasyonu, NATO’nun yeni konsept belgesinde

Yazının Devamını Oku

Büyükelçiler gözünden üçlü mutabakatın değerlendirmesi

6 Temmuz 2022
Belli ki Türkiye, Finlandiya ve İsveç arasında NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in kolaylaştırıcılığında imzalanan “Üçlü Mutabakat” daha uzun bir süre Türkiye’de siyasetin, dış politikayla ilgili çevrelerin, medyanın, genelde kamuoyunun gündemini meşgul etmeye devam edecek.

Dikkat çekici bir nokta, bu belgenin diplomasi profesyonellerinin oluşturduğu camia içinde de canlı bir tartışmaya sahne olması. Birçok emekli büyükelçi katıldıkları TV programlarında ya da muhtelif medya mecraları için kaleme aldıkları yazılarda alınan sonuçla ilgili değerlendirmelerini kamuoyuyla paylaştı.

Bugünkü yazımızda bu makalelerin bir bölümündeki gözlemleri çok özet olarak okurlarımızın dikkatine getirmek istiyoruz.

HASAN GÖĞÜŞ: ‘PAZARLIK YAPILDI, AYIP DA OLMADI’

Alıntı yapacağımız makalelerden biri, daha önce Hindistan, Yunanistan, Avusturya ve Portekiz’de Türkiye’yi büyükelçi olarak temsil eden Hasan Göğüş’e ait. Türkiye ilk kez veto sinyali verdiğinde 17 Mayıs tarihinde T-24 sitesi için kaleme aldığı bir yazıda Gögüş, “Diplomaside pazarlığın nesi ayıp?” diye sormuştu.

Göğüş, geçen cumartesi günü aynı sitedeki son yazısında “NATO Genel Sekreteri’nin deyişiyle son on yılın en büyük güvenlik krizi yoğun pazarlıklar sonucunda çözüldü. Hiç de ayıp olmadı” diye yazdı. Büyükelçinin dikkat çekici bulduğu bir nokta, imza törenine katılanların hepsinin yüz ifadelerinin “asık” olmasıydı. Göğüş’e göre bu durum “adil bir uzlaşıya varıldığı gösteriyordu.

Göğüş’ün değerlendirmesinde şu vurgular ön plana çıktı:

Üçlü muhtıra Türkiye açısından önemli kazanımlar içeriyor. Tabiatıyla müzakere masasına oturduğunuzda tüm istediklerinizi almanız mümkün olmaz. Konsey sonuç bildirgesinin 18. paragrafında üçlü mutabakata atıf yapılarak bağlantı kurulmuş olması, üçlü mutabakata kalıcı bir nitelik kazandırılması açısından son derece yararlı olmuş.

- Ş

Yazının Devamını Oku

NATO’nun yeni 'Stratejik Konsept' belgesinde demokrasi vurgusu

5 Temmuz 2022
Geçen hafta Madrid’de düzenlenen NATO Zirvesi sırasında Türk kamuoyunun dikkati, daha çok Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in üyelik başvurularını veto etmesiyle ilgili tartışmalara, Türkiye’nin beklentilerinin karşılanmasına dönük müzakerelere ve sonunda üçlü mutabakat belgesinin imzalanması hadisesine odaklandı.

Yürütülen tartışmalar ağırlıklı olarak üçlü mutabakat metni üzerindeki tahliller, masaya konan talep listesi ile alınan ödünlerin karşılaştırılması, alınan sonucun bir diplomatik zafer mi yoksa geri adım mı olduğu gibi soru başlıkları üzerinden şekillendi.

Bütün bu münazaranın örttüğü perdeyi kaldırdığımızda, Madrid Zirvesi’nin NATO açısından tarihi önemde kararlara sahne olduğunu, ittifakın geleceğini ilgilendiren bir dizi kritik adımın atıldığını görüyoruz.

Zirveye damgasını vuran en kritik gelişmelerden biri, Finlandiya ve İsveç’in üyeliğe davet edilerek yeni bir genişleme hamlesi yapılması,  diğeri ise NATO’nun önümüzdeki döneme ilişkin kavramsal yol haritası olan “NATO 2022 Stratejik Konsepti”nin onaylanmasıydı.

Stratejik Konsept”in önemi, NATO’yu içinde bulunduğumuz 21. yüzyılın ikinci çeyreğine taşıyacak bir vizyon belgesi olması noktasında beliriyor. Bu belgede getirilen bakış, ortaya konan perspektif ve hedefler, ittifakın oldukça uzun bir zaman kesitine uzanacak yolculuğundaki yol gösterici çerçeve olacaktır.

Madrid Zirvesi’nin bir bu kadar önem taşıyan tarafı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden dört ay sonra yapılması, bu yönüyle uluslararası alanda yeni bir soğuk savaş dönemine girildiği bir dönemin başlangıcına rastlamasıydı.

DEMOKRASİYE DAHA GENİŞ VURGU

Türkiye’nin de altına imza attığı ve kendisini bağladığı bu metnin pek çok yönden analizi yapılabilir. Hepsini tek bir yazının sınırları içinde değerlendirebilmek mümkün değil. Bugünkü yazımda belgenin önemli gördüğüm ve sınırlı istisnalar dışında yeterince vurgu almadığını düşündüğüm bir boyutunu irdelemek istiyorum.

Kanaatimce “

Yazının Devamını Oku

Biden-Erdoğan görüşmesi: İlişkide bir yıl önce bir yıl sonra...

2 Temmuz 2022
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen çarşamba günü Madrid’de ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı görüşmeyi değerlendirmeden önce kısaca bir yıl öncesini hatırlayalım.

Geçen yıl tam bugünlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden’ın 14 Haziran 2021 tarihinde Brüksel’deki NATO Zirvesi sırasında yaptıkları görüşmenin hemen ertesinde yine Türk-ABD ilişkilerinin akıbeti tartışılıyordu.

Bu görüşme, ABD’nin yeni Başkan’ı Biden’ın 20 Ocak’ta yemin edip göreve başlaması sonrasında Erdoğan’a uzun bir süre mesafeli durmasının ardından kurulan ilk yüz yüze temastı.

Buluşmanın ağırlık noktasını, ABD’nin Afganistan’dan çekilme planları çerçevesinde Türkiye’nin Kabil Havaalanı’nın işletmesini üstlenmesi projesi oluşturmuştu.

Afganistan’da talip olunan rol, Rusya’dan S-400’lerin alımı, Türkiye’nin F-35 savaş uçağı projesinden çıkartılması, Suriye’de YPG’ye verilen ABD desteği gibi kriz başlıklarıyla kilitlenmiş olan Türk-ABD ilişkilerini kurtaracak bir sihirli değnek gibi görülüyordu, en azından Türk tarafınca.

Ancak geçen ağustos ayında Taliban’ın yaptığı bir hamleyle erken bir şekilde Kabil’e girmesi ve ABD’nin Afganistan’dan apar topar çıkması üzerine bu planlar altüst olunca, ilişkileri kurtarması için umut bağlanan proje de gündemden çıktı ve başa dönülmüş oldu.

Bunu Erdoğan’ın geçen eylül ayında BM Genel Kurulu toplantısı için gittiği New York’ta yaşanan randevu krizi izledi. Erdoğan, aynı tarihlerde New York’ta bulunan Biden ile görüşmek için yaptığı öneriye olumsuz yanıt geldiğini basından gizlemeyerek, tepkisini sert ifadelerle dile getirdi. Erdoğan, 23 Eylül tarihinde İki NATO ülkesi olarak şu andaki gidiş hayra alamet değil. Sayın Biden ile iyi başladık diyemem” diye konuştu. Bunu, Erdoğan’ın bir hafta kadar sonra Soçi’ye giderek 29 Eylül’de Rusya Lideri Vladimir Putin ile baş başa yaptığı görüşme izledi.

BIDEN F-16’LAR İÇİN ‘ELİMDEN GELENİ YAPACAĞIM’ DEMİŞTİ

Erdoğan,

Yazının Devamını Oku

Madrid Zirvesi öncesinde NATO’da yaşanan krizi tersinden okuduğumuzda

1 Temmuz 2022
Bir NATO zirvesi daha geride kaldı. Önceki gün ve dün Madrid’de gerçekleşen, NATO’ya üye 30 ülkenin devlet ya da hükümet başkanları düzeyinde temsil edildiği zirve, Finlandiya ve İsveç’in ittifaka resmen üye olmak üzere davet edildikleri, bu yönüyle NATO tarihinde özel yeri olan bir toplantı olarak hatırlanacaktır.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği bir dönemde düzenlenmesi nedeniyle Batı dünyasının dayanışmasını etkili bir şekilde sergilemesine sahne olmuştur Madrid Zirvesi. Finlandiya’nın üyeliği sonucu NATO’nun Rusya ile sınırının 1.300 kilometreden fazla genişleyecek olması bile tek başına zirvede atılan bu adımın ağırlığını göstermek bakımından fikir vericidir.

Tabii gelecekte bu zirve hatırlanırken, öncesinde Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in üyelik işlemlerini veto etmesi nedeniyle son ana kadar ciddi bir belirsizliğin yaşandığı da akıllara gelecektir. Türkiye’nin bir dizi alandaki güvenlik kaygılarının giderilmesini amaçlayan üçlü bir mutabakatın imzalanması sonucudur ki, bu kriz aşılarak NATO kapısını iki aday ülkeye açabilmiştir.

TÜRK KAMUOYU BU HADİSEDE NEYİ GÖRDÜ?

Türkiye’nin engellemesi nedeniyle Finlandiya ve İsveç’in başvurularının ilk aşamada içinden geçtiği sarsıntılı süreç uluslararası camiada nefeslerin tutulduğu bir egzersiz oldu. Burada yaşanan egzersiz, Türk kamuoyu açısından Türkiye’nin NATO içindeki konumunu, Batı dünyasındaki yerini farklı bir gözle değerlendirmek bakımından bir vesile olarak da değerlendirilebilir.

Türkiye’nin itirazlarını ve beklentilerini masaya getirirken geleneksel diplomasiye yönelmek yerine, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kamuoyu önünde yüksek sesle mesajlarını duyurması şeklinde başvurulan yöntem ve burada kullanılan üslup kuşkusuz tartışılabilir, eleştirilebilir.

Ancak yöntem ve üsluba dönük bütün çekincelerin varlığında bile, hadisenin bunların da üzerine çıkarak bize anlattığı ana öykü, Türkiye’nin NATO’nun bir üyesi olarak istediğinde ittifakın karar alma mekanizmasında majör bir etki icra edebildiğidir.

TÜRKİYE’Yİ BATI’YA BAĞLAYAN ANA KÖPRÜ

NATO, neresinden bakılırsa bakılsın, bugün Batı dünyası içinde Türkiye’nin karar alma mekanizmasında işleyen konsensüs ilkesi gereği gerektiğinde karar süreçlerini kilitleyebildiği, sonuçta Batı’nın güvenliğiyle ilgili kritik kararlarda söz sahibi olabildiği en temel örgüttür.

Yazının Devamını Oku

Mutabakatın içerik analizi: Metne geçen beyanlar önemli ama uygulama da önemli olacak

30 Haziran 2022
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 13 Mayıs tarihinde yaptığı bir açıklamayla birlikte patlak veren, Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik başvurularını veto etmesinden kaynaklanan ve haftalardır bütün NATO başkentlerini meşgul eden büyük kriz, Madrid Zirvesi’nin dün resmen açılmasından bir gün önce kabul edilen bir formülle aşılmış bulunuyor.

Türkiye’nin vetosu, zirvenin bir kriz ortamında açılacağı, hatta krizle kapanabileceği ihtimalinin pek çok çevrede ciddiye alınmasına yol açmış, bunun sonucu Batı medyasında, düşünce kuruluşlarında sayısız haber ve yoruma konu olmuştur.

Gelgelelim bu dikenli konu son anda gündemden çıkartılabilmiş ve NATO liderleri dün Madrid’de zirve toplantısının yapıldığı salondan içeri krizin gölgesinin kalktığı bir ortamda adım atabilmişlerdir.

Zirvenin bu iki ülkenin başvurularıyla ilgili bir karar alamadan dağılması, muhtemelen NATO’nun 70 yılı aşkın tarihinin en büyük başarısızlık öykülerinden biri olurdu. Rusya’nın ateşlediği seyir füzelerinin Ukrayna üzerine inmeye devam ettiği bir dönemde, bu işgal nedeniyle güvenliklerini NATO üyeliğinde arayan iki ülkenin Türkiye’nin vetosu nedeniyle NATO’nun kapısının dışında tutulması, ittifakın birliği, dayanışması ve dünyadaki görüntüsü bakımından devasa bir sarsıntıya yol açardı.

Sağduyu en kötü durum senaryosunun bir şekilde önlenmesini gerekli kılıyordu. Bu düşünceden yola çıkarak, geçen cumartesi günü bu köşede çıkan “Türkiye’nin Vetosu Kalkacak mı?” başlıklı yazımızı “Türkiye’nin güvenliğiyle ilgili beklentilerine karşılık veren, aynı zamanda ittifakının ortak tutum almasını tehlikeye düşürmeyecek makul bir uzlaşı formülünün geliştirilebilmesi bütün tarafların çıkarına olacaktır” tespitiyle noktalamıştık.

Bu makul çözüm sonunda şekillenmiş bulunuyor.

Kuşkusuz, herkes bulunduğu noktadan ortaya çıkan bu uzlaşı formülünün kendine göre bir muhasebesini yapacaktır. Bir tarafa Türkiye’nin müzakere süreci içinde talep ettiklerinin listesi konacak, diğer tarafa nelerin alındığı yazılacak, bunlar üzerinden herkes karşılaştırmalı bir okuma yapacaktır. Tabii, müzakere sürecinde muhatapların vermeye yanaştıkları ödünlerin ne kadarının somut adım, ne kadarının taahhüt kategorisinde olduğu bu muhasebede hesaba katılacak bir başka ölçüt olacaktır.

Ancak yapılacak bir muhasebede öncelikle vurgulanması gereken, büyük fotoğrafta temel kazanımın NATO’nun iki yeni üyeyi bünyesine alarak bir bütün halinde Rusya’ya 24 Şubat’ta başlayan Ukrayna’yı işgali sonrası en etkili yanıtlardan birini vermiş olduğu gerçeğidir.

FETÖ, PYD VE YPG 

Yazının Devamını Oku

Suriye’de yanı başımızda olanlara bakınca...

29 Haziran 2022
Haftalardır Türkiye’nin Kuzey Suriye’de Fırat’ın batısındaki Tel Rifat ve Münbiç’e yapacağını duyurduğu askeri harekâtların gerçekleşme ihtimalini tartışıyoruz.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önceki akşam yaptığı bir açıklamayla “Suriye sınırımızda oluşturmaya başladığımız güvenlik koridorunun eksiklerini tamamlamayla ilgili hazırlıklarımız biter bitmez orada da yeni harekâtlara başlayacağız” diyerek harekâtın gündemden düşmediğini kayda geçirmiş oldu.

Yeni harekâta ilişkin bütün bu tartışmalar sürerken, yakın zamanda Türk kamuoyuna pek yansımayan ancak Suriye’deki gelişmeleri düzenli bir şekilde izleyen uzmanların ve haber sitelerinin radarlarına takılarak “kaşların kalkmasına” yol açan bir hadise meydana geldi Türkiye’nin kontrolü altındaki İdlib-Afrin bölgeleri ekseninde.

TSK’nın da kuvvetli bir askeri mevcudiyetinin bulunduğu Hatay’a bitişik İdlib’de alan hâkimiyetine sahip olan Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) isimli örgüt, 18 Haziran tarihinde Afrin’e, yani “Zeytin Dalı Harekât Bölgesi”ne girerek, burada Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bileşenleriyle başka silahlı muhalif gruplar arasındaki çatışmalara ÖSO karşısında yer alacak şekilde taraf oldu.

HTŞ’NİN AFRİN HAMLESİ

İlk bakışta, çekişmenin ÖSO unsurlarıyla Ahrar uş Şam isimli, ÖSO dışında kalan ancak kendi içinde de ciddi bir şekilde bölünmüş olan örgüt arasında meydana geldiği anlaşılıyor. Bu örgütün bir kanadı bir süredir HTŞ ile birlikte hareket ediyor.

Açık kaynaklara yansıyanlara bakılırsa, Ahrar uş Şam içindeki müttefiklerini desteklemek üzere devreye giren HTŞ, 19 Haziran tarihinde Afrin şehrinin 20 kilometre kadar güneyindeki Cinderes kasabasında ve ayrıca yine geniş Afrin bölgesinin güneyindeki birçok köyde kontrolü kısa bir süre büyük ölçüde eline almıştır.

Middle East Eye” isimli Ortadoğu üzerinde uzmanlaşan Londra merkezli haber sitesinin 23 Haziran tarihinde bu konuda verdiği bir haberde dikkat çekici detaylar yer alıyor.

Bu haberde ÖSO’nun önde gelen aktörlerinden Feylak üş-Şam’ın HTŞ ile yaşanan çatışmaya ilişkin bir açıklamasına da yer veriliyor. Feylak üş-Şam, bu açıklamada HTŞ’nin hamlesi karşısında ÖSO içindeki diğer grupları kendilerine yeteri kadar destek vermemekle suçluyor.

Yazının Devamını Oku

Tartışılacak bir AYM kararı... Milli güvenlik mi basın özgürlüğü mü?

28 Haziran 2022
Geçen perşembe günü Resmi Gazete’de basın özgürlüğü açısından dikkat çeken bir Anayasa Mahkemesi (AYM) kararı yayımlandı.

Önemi, milli güvenlik gerekçesine dayanarak bir gazetecinin tutuklanmasını onaylayan ve bu yönüyle güvenlik odaklı bir bakışı yansıtan bir karar olmasıydı. Üstelik AYM Başkanı Prof. Zühtü Arslan, dosyada gazetecinin tutuklanmasında Anayasa açısından bir hak ihlali görmeyen bu karara, azınlıkta kalarak kendisi gibi düşünen üç üye ile birlikte muhalefet şerhi yazmıştı.

AYM’nin baktığı bu dosya, aslında 2020 yılında kamuoyuna da yansımış olan, o dönemde OdaTV’de yazan gazeteci Müyesser Yıldız’ın (Uğur) gizli kalması gereken askeri operasyonlara ilişkin bilgileri yazdığı gerekçesiyle tutuklanması üzerine yaptığı bireysel başvuruyu konu alıyor.

Açılan soruşturma öncelikle muvazzaf bir astsubay ile gazeteci Müyesser Yıldız arasında kurulan temasa odaklanıyor. Bir ihbar üzerine, kendisinde gizli kalması gereken bilgileri gazeteciye aktardığı gerekçesiyle bu asker ve temas ettiği gazetecinin iletişimlerinin tespiti ve dinlenmesi kararlaştırılıyor.

Yıldız’ın telefonu 9 Ocak-9 Mart 2020 tarihleri arasında iki ay süreyle dinlemeye alınır. Dinleme bittikten tam üç ay sonra 8 Haziran 2020 tarihinde evine baskın düzenlenerek bazı dijital materyallerine el konulur, kendisi de üç gün sonra tutuklanır. Yaklaşık beş ay tutuklu kalır.

Ardından 8 Mart 2021 tarihinde Ankara 26. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kendisine yasak bilgileri temin etme suçundan 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezası verilir ve bu ceza ertelenir. Ayrıca, yasak bilgileri açıklamak suçundan da 2 yıl 6 aya hapis cezasına çarptırılır. (Bu karar halen istinaftadır.)

Yıldız, 11 Haziran 2020 tarihinde tutuklanmasının Anayasa’da güvence altına alınmış olan “Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı”nın ve aynı zamanda İfade ve Basın Özgürlüğü”nün ihlaline yol açtığını belirterek AYM’ye başvurmuştur.

GEREKÇE: MİLLİ GÜVENLİK BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNE AĞIR BASIYOR

AYM’nin bu konuda verdiği ve

Yazının Devamını Oku