2024’te Türk dış politikası (1) | ABD ile bazı sorunlarda düzlüğe çıkıldı, ancak 2025 Suriye sorularıyla kaplı

Her yılın başında, Türkiye’nin geride bıraktığı yıl dış politika alanındaki ana yönelişlerini belli başlıklar altında genel bir özet halinde değerlendirmeye çalışıyorum.

Haberin Devamı

Bu yılki seriye ABD ile başlayıp, Atlantik ötesi ile ilişkilerin bir muhasebesini yapıp, henüz girdiğimiz 2025 yılına dönük bazı öngörülerde bulunmak istiyorum bugünkü yazımda.

Geçen yılın başında 2023’ü değerlendirdiğimiz “ABD ile İlişkiler F-16 Modernizasyonu ve İsveç’in NATO Üyeliğine Kilitlendi” başlıklı yazımda, “ABD ile ilişkiler açısından olumlu gelişmeler hanesine yazılacak kayda değer bir harekete işaret edebilmek güç görünüyor, son dönemde yaşanan göreceli hareketlilik hariç tutulursa” şeklinde bir tespit yapmışım.

Dikkat çektiğim o hareketlilik Türkiye ile ABD arasında, Ankara’nın F-16 talebi ile İsveç’in NATO’ya girişi sorunundaki karşılıklı kilitlenmenin 2024 yılı başında sürpriz bir şekilde aşılmasıyla sonuçlanmıştır.

İsveç’in NATO’ya girişine ilişkin onay protokolünün 23 Ocak tarihinde TBMM’de kabul edilmesinin ardından ABD yönetimi de Türkiye’ye ‘4.5’uncu nesil’ 40 yeni F-16 savaş uçağı satışı ve ayrıca envanterdeki 79 F-16’nın modernizasyonunu sağlayacak donanımın satışına ilişkin paketi Kongre’ye sunmuştur.

Haberin Devamı

Biden yönetimi yalnızca bu adımla sınırlı kalmamış, bütün ağırlığını koyarak bu talebin Kongre’de bir engellemeyle karşılaşmadan geçmesini de sağlamıştır.

Rusya’nın 24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Ukrayna’yı işgali sonrasında neredeyse iki yıla yaklaşan bir süre zarfında Ankara’nın vetosu nedeniyle kilitli duran İsveç’in NATO üyeliğinin önünün nihayet açılması, ittifak içindeki ciddi bir sancı konusunu ortadan kaldırmıştır.

Benzer şekilde, Ege’deki askeri güç dengesinde Yunanistan’ın gerisinde kalma ihtimalinden dolayı endişe yaşayan Türkiye de F-16 modernizasyonuna yeşil ışığın yanmasıyla belli ölçülerde rahat bir nefes almıştır.

*

Ancak ABD’nin Türkiye’ye yeni F-16’ları onaylarken, Yunanistan’a bundan bir sonraki ileri teknolojiyi temsil eden ‘5’inci nesil’ F-35 savaş uçağı verecek olması, yine de bir sıkıntılı alan yaratıyor Ankara açısından.

Zaten F-16 dosyasındaki rahatlamayla birlikte, Türkiye’nin 2019 yılında Rusya’dan S-400 alımı nedeniyle dışlandığı F-35 programına farklı bir çerçevede de olsa dönmesi, aynı zamanda CAATSA yaptırımlarının dışına çıkartılması konuları, yeniden ikili ilişkilerin gündemine girmiştir.

Haberin Devamı

Bununla birlikte söz konusu meselelerde ilerleme kaydedilebilmesi, Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 hava savunma sistemlerine nasıl bir formül bulunacağı konusunda yaratıcı bir çözümü zorunlu kılıyor.

*

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın geçen mart ayındaki Washington ziyareti sonrasında yayılan hava, bu karmaşık soruna çözüm bulmaya dönük bazı formüllerin konuşulmakta olduğudur.

Fidan, geçen eylül ayında AA’ya yaptığı bir açıklamada karmaşık bir şekilde iç içe geçmiş olan bu konuların “iki ülke ilişkilerinde ayak bağı haline geldiği” ifadesini kullanmış, bu tespitte “iki tarafın da hem fikir olduğunu” söylemişti.

Bütün mesele, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin önümüzdeki dönemde bu “ayak bağı”ndan nasıl kurtarılabileceği sorusunda düğümleniyor. Bu konudaki çözüm arayışı Trump yönetimine devrolunmuştur.

Haberin Devamı

Burada ironik bir durum var aslında. Çünkü, 2025 başında Türkiye-ABD ilişkilerinde masanın üzerinde durmakta olan sorunların hatırı sayılır bir bölümü, 2021 ocak ayında biten Trump döneminden kalmış dosyalardır.

*

Geçen yılın önemli bir yönü, kasım ayındaki başkanlık seçimi Cumhuriyetçilerin kazanmasıyla birlikte, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD’nin Demokrat Başkan Joe Biden arasında dört yıl boyunca iniş çıkışlarla seyreden ilişkinin sonuna gelinmiş olmasıdır.

Demokratlar döneminde bu ilişkiye, Biden’ın Erdoğan’a ve Türkiye’ye belli ölçülerde mesafeli duruşu damga vurmuştur. Böyle de olsa Biden yönetimi, küresel ölçekteki köklü stratejik çıkarları bağlamında Türkiye ile ilişkilerini her şeye rağmen makul bir çerçeve içinde yürütmek zorunda olduğunun idraki içinde davranmıştır. Yaşanan gerilimlerin, uzun süreli sürtüşmelerin belli bir kısmı bir şekilde aşılmıştır.

Haberin Devamı

Öte yandan Rusya bağlantılı sorunlar da yaşanmıştır. Geride bıraktığımız yıl ABD yönetiminin Rusya’ya uyguladığı ambargo nedeniyle Türkiye ile Rusya arasındaki ticari ilişkileri projektörlerin altında tutup Ankara’daki karar vericiler ve ayrıca Türkiye’nin finans sektörü üzerindeki baskısını artırdığı bir dönem olmuştur.

Bu durumun Türkiye cephesinde bir dizi sıkıntı yarattığı, Rusya ile ticareti olumsuz yönde etkilediği biliniyor.

*

Tabii, aşılamayan bazı kronik sorunlar da var. 2024, bir kez daha ABD’nin Suriye’de Fırat’ın doğusunda PKK uzantısı YPG’nin omurgasında yer aldığı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) üzerine kurulu stratejisinin Türkiye ile ilişkilerini ipotek altına alarak “zehirlemeye” devam ettiği bir yıl olarak geçmiştir.

Haberin Devamı

Gelgelelim Suriye’deki Esad rejiminin geçen ay çöküşüyle birlikte, 2024 sona ererken Suriye’de yıllardır kilitlenmiş olan statükonun, dolayısıyla ABD’nin buradaki siyasetinin eskiden olduğu gibi aynen süremeyeceği yeni bir döneme girilmiştir. Esad yıllarının temsil ettiği ve PKK/YPG/SDG’ye Fırat’ın doğusunda yaşam alanı açan statüko geride kalmıştır.

Adım atılan belirsizlik döneminde Suriye’de Fırat’ın doğusundaki özerk yönetimin ne olacağı, ülkede yaşayan Kürtlerin tasarlanacak yeni anayasal düzende hangi haklardan yararlanabilecekleri, PKK’nın devamı olan YPG/SDG’nin silahlı kadrolarının akıbeti gibi, bir bölümü doğrudan Suriye’nin geleceğiyle ilgili sorular karşımıza çıkıyor.

Bütün bu sorular, 2025’e girdiğimiz bugünlerde Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin üzerinde asılı durmaktadır. Yanıtları için Trump yönetiminin 20 Ocak tarihinde iş başı yaptıktan sonra Suriye konusundaki tasavvurunu ortaya koyması beklenecektir.

*

Ortaya nasıl bir yeni statüko çıkacağı, başka birçok müzakere sürecinin yanı sıra, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başkan Trump arasındaki diyalogun, iki ülkenin karar vericileri arasında yürütülecek müzakerelerin konusu olacaktır.

Trump’ın ilk başkanlığı döneminde Suriye’den çıkmak istediği, bunu yaparken sahadaki ve cezaevlerindeki DEAŞ unsurlarıyla mücadelenin sorumluluğunu Türkiye’ye zimmetlemeyi kabul ettiği, bu konuda Erdoğan ile bir uzlaşıya vardığı bir sır değildir. Ancak bu uzlaşı ABD’deki sistem ve İsrail’in, Yahudi Lobisi’nin kuvvetli itirazıyla hayata geçirilememiştir.

Bu açıdan bakıldığında, Erdoğan ve Trump, bu başlıkta geçmişteki pratik bilgilerine dayanan bir tecrübe üzerinden karşı karşıya geleceklerdir.

Bu çerçevede iki önemli ekseni yakından izlemek gerekecektir. Birinci eksen, Erdoğan ile Trump arasında yürüyecek diyalogdur. İkisi arasında ilk dönemde çoğunluk yakın bir şekilde işleyen mekanizma tekrar kurulursa, birçok kritik karar doğrudan bu kanal üzerinden yürüyecek pazarlıklarda sonuçlanabilir.

İkinci eksen daha az kayda değer değildir. Trump, Suriye hakkında hangi tasavvura sahip olursa olsun, niyetlerini bir şekilde kendi yönetimindeki aktörler, ama daha kritik bir noktada ABD’deki Yahudi lobisi ve onun arkasındaki İsrail ile de müzakere etmek durumundadır.

Trump, Erdoğan ile girişeceği görüşmelerde PKK/YPG/SDG meselesinde Ankara’nın pozisyonlarına, beklentilerine yaklaştığı oranda İsrail/Yahudi lobisi cephesinde sert bir frenle karşılaşabilir.

*

Sonuçta 2024’ten 2025’e girilirken Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde Suriye’deki rejim değişikliğinin tetiklediği ucu açık sorular ve yeni Trump yönetimin burada kullanacağı tercihler büyük önem kazanıyor.

Kabul edilmelidir ki, Türkiye’nin Suriye’deki gelişmeler sonucu kazandığı bölgesel ağırlığın, ABD yönetiminin Türkiye’ye bakışında azımsanmayacak bir faktör olarak yerleşeceği hususu, bu konuda yapılacak değerlendirmelerde muhakkak göz önünde bulundurulmalıdır.

Yazarın Tüm Yazıları