“Türk Köylü Dansları” evrensel bakış açısıyla yerli olana yönelmenin güzel örnekleriyle dolu. “Türk Köylü Dansları”nın bu baskısında Metin And Arşivi’nde yer alan, başta Ara Güler’in fotoğrafları olmak üzere birçok eski ve yeni arşivden, kaynaklardan görseller eklendi. Kapakta ise yine Metin And Arşivi’nden Fikret Otyam fotoğrafı...
18. yüzyıl sonlarıyla 19. yüzyıl başlarına ait halay çekenleri betimleyen A. I. Melling, gravürlerle, halk danslarımız için en eski ve gerçeğine çok yakın görsellere imza atmış: Sıra başında mendil sallayan, davul, zurna ve saz eşliğinde oynayanlar, seyredenler...
Büyük Sorunların Küçük Kitabı
Farkında mısınız bilmem ama çoğumuz acıyı, ıstırabı, kederi kendimize yakıştıramayız. Bunlardan kurtulmak ister, hayatımızı olumsuz durumlardan olumluya koşmak üzerine kurarız. Ne kadar da insanca öyle değil mi? Acılardan kaçmanın ve dertlerimize çare bulmanın önemli yollarından biri de kitaplar hiç şüphesiz. Bu duygu ve düşünceler içinde arayışta olan herkese Doç. Dr. Serdar Nurmedov’un “Büyük Sorunların Küçük Kitabı”nı öneriyorum.
Dokuz adımda kabul ve kararlılık terapisi de içeren kitap sizi kabul’e ve an’da olmaya doğru bir yolculuğa çıkarıyor.
Hayali bir “kıyamet” senaryosu
Romanın arka kapakta yer alan yazısında yazar Ahmet Ümit ise şu sözlerle düşüncelerini ifade ediyor: “Bir kadın, cesur bir kadın, genç bir kadın Kadıköy’de bir tiyatroda sahneye çıkıyor. Ne var bunda diyeceksiniz? Sahneye çıktı diye tiyatro basılıyor, kadın dövülüyor. Kadın yeniden çıkıyor çünkü diyorlar ki: ‘Bir Türk kadını tiyatroda oynayamaz.’ Ama kadın yılmıyor! Kim bu kadın? Afife Jale...
Eyüphan Erkul işte o cesur oyuncuyu, Afife Jale’yi yazdı.”
James Baldwin 100 yaşında
James Baldwin’in Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan kitapları, yazarın 100. yaşında Modern Klasikler dizisine anlam kattı. Yazarın deneme türündeki kitabı “Bundan Sonrası Ateş”, ABD’de köleliği kaldıran Özgürlük Bildirgesi’nin yüzüncü yıldönümü olan 1963 yılında yayımlandığında siyah özgürlük hareketi için yeni bir yol gösterici, bir “kalk borusu” oldu. “Sokağın Dili Olsa” 1970’lerin başında Harlem’de yaşanan bir aşk öyküsünü anlatıyor.
James Baldwin, anlatıcısının samimi ve tutkulu sesiyle biçimlendirdiği “Ne Zaman Gitti Tren” adlı romanında katmanlı kimlikleri ve hayata topyekûn direnişi odağına alıyor.
Baldwin’in 10 yıl yaşadığı ve yaratıcılığını bulduğu Paris’te yazdığı “Giovanni’nin Odası”, o günler için işlenmesi bir hayli cesaret isteyen bir konuyu ele alıyor.
“Bir Başka Ülke”, 1950’li yılların New York ve Paris’inde geçmesine karşın, çok katmanlılığı ve irdelediği konuların (cinsellik, Amerika’da beyaz-siyah gerilimi, kimlik, sanat) yakıcılığı sayesinde hâlâ sahici ve çağdaş.
Doğru hedefi belirlemek
“Aynadaki Hanımefendi” ise ilk olarak “Aynadaki Kadın adıyla” Aralık 1929’da Amerikan aylık dergisi Harper’s Magazine’de yayımlanıyor. İçinde beş öykü yer alan kitaba adını veren öyküde, taşrada bir evin salonunda oturan isimsiz bir anlatıcı, salondaki aynadan yansıyan evin dışındaki sahneleri anlatıyor.
Anıydı, kitap oldu, şimdi de gerçek
Edebiyat Matinesi, Mektep’te yeniden canlandırıldı.
Galataray Lisesi 3 Haziran 2024, Tevfik Fikret Salonu.
İzleyiciler de heyecan, arkalarda öğrenciler merak içinde ve şairler şiirlerini okuyor: Tuğrul Tanyol, Adnan Özer, Onur Caymaz, Zeynep Köylü, Cenk Gündoğdu, Ahmet Bozkurt, Kenan Ovacık, Serdar Solkun ve Baki Asiltürk.
Okul öğrencileri de orada bulunmayan, yaşamayan şairlerimizden şiirler okuyor.
Ve dünya şiir sayesinde dönüyor.
Tema olarak iki kitap arasında devamlılık var. Oradaki annelik bu kitapta temize çekiliyor. Diğer bir deyişle “Keşke Leyla” bir spin off. Yani bir önceki kitapta ortaya çıkan bir yan karakterin hikâyesi burada anlatılıyor. Dolayısıyla istediğiniz kitaptan başlayabilirsiniz. Öncelik sırası yok.
Buradaki çocuk, yetişkinlerin kurduğu hayatı, onların düşünüş biçimlerini anlamaya çalışırken acemi bir dünyalı olarak da medeniyetin kimi saçmalıklarını gözler önüne seriyor.
İlk cümle: “Bizim aile adımız Gülensoy. Ama babam hariç hepimiz somurtuk tipleriz.”
Kore edebiyatının yıldızı
April Yayıncılık bu ay uzun zamandır beklenen önemli bir romanı okurlarla buluşturdu: Korece aslından Göksel Türközü çevirisiyle “Veda Etmiyorum.” Kore tarihinin karanlık bir dönemini, Jeju katliamını ustalıkla edebiyatına konu edinen Han Kang, evrensel bir hikâyeyi unutulmaz bir destana dönüştürüyor.
“Veda Etmiyorum” yazarın “Vejetaryen”, “Çocuk Geliyor” ve “Beyaz Kitap” adlı kitaplarının ardından Türkiye’de yayımlanan dördüncü romanı.
“Yunanca Dersleri” ve “Sevgilinin Soğuk Eli” adlı romanları da yakın zamanda yine April Yayıncılık tarafından yayımlanacak.
David de Jong, detaylı araştırmalar sonucunda ortaya koyduğu eserinde Alman sanayisinin dev markalarının Nazi rejiminde nasıl yükseldiklerini, büyüdüklerini ve zenginleştiklerini gözler önüne seriyor.
En önemlisi ise ABD’nin siyasi çıkarları adına bu hanedanların suçlarını nasıl akladığını ve geçmişi nasıl örtbas ettiğini gösteriyor.
Derinlerine inen dizeler
Hakan İşcen’in 5’inci şiir kitabı “Kadıkale Postası” Simurg Art Yayınları’ndan çıktı. İşcen’in bu son şiir kitabında etkileyici bölümler var.
İlk “Kadıkale Postası” bölümünde, şairin yaşamının ağırlıklı bir bölünü geçirdiği Bodrum Kadıkale’de yazdığı şiirleri var.
“Her Yer Zulüm Her Yer Şiir” bölümündeyse, Gazze, çocuk gelinler, orman katliamları gibi hem içte hem dışta güncel yaşadığımız travmalara ilişkin şiirler var: “Bir gün bir çocuk kapını çalıp da / ölmek istediğini söylerse / dünyanın bütün yavru kedileri o an aç kalır...”
Dikkatimi çekti
Spor yazarı Ahmet Çakır, spor dünyasında geçirdiği uzun yılların birikimini, gözlemlerini ve anılarını “Sportif Öyküler”de bir araya getiriyor.
Bu etkinlik, Edebiyat ve Gastronomi buluşmasıydı.
Okumayı ve keşfetmeyi sevenlerin buluşma noktası, Minoa Pera’daki Lokanta’da yapıldı.
Ünlü Macar şef Ágnes Tóth, yazarın çocukluğunda yaşadığı bölgeden esinle, Macar gastronomisinin çok yönlü yüzünü yansıtan bir menü hazırladı.
Agota Kristóf’un kitapları, Macar Edebiyatı’nın gönüllü elçisi Eylül Görmüş tarafından anlatıldı.
Kitaplarında savaşın dehşeti ve bunun insanlar, özellikle çocuklar üzerindeki etkisini anlatan yazarın, dilimizde yayımlanan eserleriyse: Okumaz Yazmaz, Önemi Yok, Büyük Defter - Kanıt - Üçüncü Yalan ve Dün...
Onu dinlerken aklıma bir film geldi, “Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu”, Yönetmen Engin Ayça’nın filmiydi bu. Akılda kalıcı bir filmdir. Samimi bir şekilde işlenmiş kaç romantik film var ki? Ölüme karşı tek yanıt sanattır ne de olsa...
Başrollerini Türkan Şoray (Leyla Akın), Ekrem Bora (udi Cemâl) ve Gülsen Tuncer (udi Cemâl beyin kız kardeşi) paylaşıyordu. İzlemediyseniz, listenize alın bence.
Geçen ay İstanbul Film Festivali’nde izleme fırsatı bulduğum diğer bir filmse, Vuslat Saraçoğlu’nun yönettiği “Bildiğin Gibi Değil”. Tesadüfün bu kadarı olur.
Bu filmde, Hakan Dedeler’in seslendirdiği “Göçmen Kızı” isimli türkü vardı. Hakan’a TRT müzik kanalında sık sık rastlıyordum zaten. Bundan böyle yakından takip edeceğim.
Kapsamlı bir Amerika tarihi
* Bize biraz kendini anlatır mısın, nasıl bir yaşamın var?
- Ben hayatıma görme engelli olarak başladım. İki kardeşim var. Aslında üçüzüz. Onlar görüyor. Kız kardeşim ressam, erkek kardeşim de evlilik aşamasında. Şu anda aynı evde yaşıyoruz. Beş kişilik bir çekirdek ailemiz var. Görme engelliyim ama ailem bugüne kadar bana görmemenin eksikliğini hiç hissettirmedi.
* Ailenin görme engelini sana hiç hissettirmediğini söyledin. Sana karşı tutumları nasıldı?
- Çocukken kardeşlerimle sokakta oyun oynardım. Parkta oynarken beni görenler, annemle babama söylenirdi “Bu çocuk düşecek, bunu burada bırakmayın” diye. Annem ise hep şunu derdi; “Düşsün ki düştüğü zaman ne olacağını bilsin, kendi kendine bir şeyler yapmayı öğrensin, sosyalliği artsın.” Ben 14 yaşındayken de Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi’ne başladım ve orada okuduğum 5 yıl boyunca yurtta kaldım. Ailem görme engelli bir çocuğu 14 yaşında yurda gönderdikleri için bayağı tepki almıştı. Ama ben bu şekilde hayatı yalnız yaşamayı, kendi başıma bir yerden bir yere gitmeyi, arkadaşlarımla etkili iletişim kurmayı, ailem dışındaki kişilerle aynı odayı paylaşmayı öğrendim. O 5 yıllık yurt deneyimi hayatta bir şeyleri oturtmam için bir fırsat oldu bana. Kendimle bu esnada barıştım, bağımsız hareketimi geliştirdim.
BABAM BANA ORG ALDI YETENEĞİM ORTAYA ÇIKTI
* Müzikle yolun nasıl kesişti?
- Klişe bir hikâyeyle... Babam bana çok küçük yaşta org aldı. 9-10 yaşlarındaydım. Bir süre sonra duyduğum şarkıları orgda çalabildiğimi fark etti ailem. Sonra bu yeteneğimle ilgili müzik hocalarıyla görüşmeler yaptılar. Onlar, piyano eğitimi almamı önerdi. 11 yaşındayken piyano eğitimi almaya başladım. Fakat piyano hocam “Sen görmediğin için çift el piyano çalamazsın, biz seni uda yönlendirelim” dedi. Ben de Ramazan Calay adında bir ud yapımcısına ud yaptırdım kendime özel. 1-2 sene ud eğitimi aldım. Ancak udun istediğim müzik aleti olmadığına karar verdim bir süre sonra...