- Fenerbahçe’nin temposu ve oynama arzusu taraftarı tatmin etti diyebilir miyiz?
- KESİNLİKLE. Maçın hemen başında gol yemesine, ilk yarını ortasında penaltı kaçırmasına rağmen tempoyu hiç düşürmedi. Maç içindeki olumsuz aksiyonlardan hiç etkilenmeden ve bol bol şut çekerek maçı domine etti. Maçın geneline bakıldığında Rizespor, şut çekmeden öne geçti, Fenerbahçe ise 22-23 şut çekti. Bu da bence maçın özeti. Rize açısından bakıldığında ilginç bir notu da eklemek lazım. Düne kadar yedikleri 9 golün 4’ünü duran toplardan kalelerinde gördüler. Kadıköy’de bu sayı 5 oldu.
- Diego’yu nasıl değerlendirirsin?
- DIEGO’nun tempoya katkısı çoktu. İlk kez anlaşabildiği oyuncularla kaleye yakın oynadı. Özellikle Alper’in ona yakın oynaması, Brezilyalı’nın sol kanattaki etkinliğini daha fazla arttırdı. Gökhan da sağ kanatta çok etkiliydi. Diego, Alper ve Gökhan takımı ayakta tuttu diyebiliriz. Gelecek haftalarda Caner’in de katılımıyla Diego’nun sol kanada olan katkısı daha da artacak. Diego, inisiyatif alması gereken zamanlarda aldı. İnce paslar attı. Uzun süredir Kadıköy’de böyle paslar görmüyorduk.
- Emenike’nin pozisyonu için ne dersin?
O TEKMEYİ BİLEREK ATMIŞ OLAMAZ
Öncelikle Bruno Alves'in o tekmeyi bilerek attığı görüşüne katılmıyorum. Boylesine buyuk, dünyanın takip ettigi bir maçta bu seviyedeki bir futbolcunun kafasından bilerek atılmak geçmez.
SAVUNMACI DEDİĞİN SERT OLUR
Bruno sporcu karakteri olarak hem hırslı hemde "competitive" dedigimiz yani "yarışmacı" stilde biri. Oynadığı mevkii ise savunma. Bu durumda ben hiçbir savunmacının yumusak olmasını beklemem. Fakat Bruno'nun yüksek tansiyonlu maçlarda anlık diye tabir edebilecegimiz pozisyon hamlelerinde hata yaptıgını ve sonrasında kart gördüğüne sahit oluyoruz. Son maçtaki pozisyonda da gereksiz sekilde kaldırdıgı bacagını, hamleye başladıktan sonra geri çekemedi ve kartı gördü. BRUNO ALVES'İ KİMSE BOZAMAZ
ESPN yorumcuları bu konuda çok ilginç bir değerlendirme yapıp, "Alves'i Portekiz Milli Takımı'nda birlikte oynadığı Pepe bozdu" demiş. Kesinlikle katılmıyorum. Koskoca aile babası olmuş, vatandaşı oldugu ülkenin kaptanlığını yapmış bir insan, başka kimse tarafından bozulmaz. Ayrıca Bruno geldiği zaman yerlere göklere sıgdıramadıgımız bir oyuncuydu. O zaman da Pepe'yi tanıyordu. Bruno Alves'in yaptıgı hareket affedilmez ve ölümcül bir hata ama ESPN'in bu yorumunu mesnetsiz buluyorum.
ATILMAK HİÇ HOŞLARINA GİTMEZ
Aslında 2014 Dünya Kupası’nın Brezilyada olacağı belli olduğundan beri Sosyolojik olaylar daha çok yaşandı Brezilya’da. E benim için de ikinci memleket sayıldığından, yakinen takip ettim bu süreci…
Dünyanın en prestijli kupasının kendi ülkesinde yapılacağını öğrenen Brezilya’da elbette tek düşünce kendi evinde kupayı kaldırmaktı. Ve hazırlıklar tüm hızıyla başladı. En önemli unsurlardan bir tanesi stadyumlardı. Şehirler seçildi, stadyumlar seçildi ve gerekli unsurlar bir araya getirilmeye başlandı. Zaten ne olduysa bundan sonra olmaya başladı. Çünkü stadyumlara ve şehir altyapılarına o kadar çok para harcanmaya başlandı ki, bu durum Brezilya halkını deyim yerindeyse kıllandırdı. Ve tepkilerini gerek sosyal medyada gerekse de sokaklarda göstermeye başladılar. Şikayet ettikleri mevzu elbette paraydı. Hükümete “Madem bu kadar harcayacak paranız vardı, bu zamana kadar neden harcamıyordunuz da biz açlık çekiyoruz, sosyal imkanlarımız kısıtlı, hastaneler yetersiz, iş imkanlarımız yok??” diyordu Brezilyalı vatandaş. Ve hükümet yetkililerinden cevap gecikmedi. “ Siz hiç merak etmeyin. Biz harcamaları FIFA standartları doğrultusunda sponsorlarla hallediyoruz, devletimizin yani sizlerin cebinden minimum para çıkacak “ diyordu yetkililer. Bu açıklama kimseyi tatmin etmese de biraz halkın gazını kesti. Ta ki gerçek rakamlar ortaya çıkana kadar… Sonuç olarak 11.3 milyar dolar devletin kasasından çıkmıştı ve böylece Dünya Kupası’nın ilk bombasını eline alan taraf Brezilya Hükümeti oldu. Kendisine yalan söylendiğini düşünen halk, hükümetin karşısına geçti…
E halk bu durur mu? Tepkisini ilk başta mizaha vurdu tabii ki. Nasıl mı? Mesela banka çalışanları sokağa çıktılar ve ellerinde pankartlar, üzerlerinde “ FIFA standartlarında maaş artırımı istiyoruz !! “ yazıyordu. Ertesi günü otobüs şoförleri düştüler yollara ve “ FİFA standartlarında otobüs sürmek bizim de hakkımız !! “ dediler. Mizah bu, sınır tanımaz.. Öğrenciler okullarına gidip “ FİFA standartlarında eğitim isteriz “ diye büyüklerine çıkıştılar… Her şeyin başına FİFA konulmaya başlandı ülkede. “Çocuklarımızı bile isterseniz FİFA standartlarında yapalım” diyenler bile oldu…
Bu işin mizah kısmı tabii ki. Bir de sokak kısmı var. Maalesef özellikle Konfederasyon Kupası sırasında sokaklarda bu tepkiler alevlendi ve olaylar yaşandı. Bu duruma hükümet sert tepki gösterdi, ülkemizde alışık olduğumuz biber gazlarıyla müdahaleler oldu ve olaylar iyice tatsız boyutlara ulaştı…
Gladyatörler “Arena”da halkın önünde savaşırdı… Futbolcular ise isminin sonuna “Arena” adı getirilen stadyumlarda mücadele ediyorlar.
Gladyatörler fiziksel olarak çok güçlü insanlardı.. Tıpkı futbolcular gibi…
Antik Roma dövüşçülerinin elinde kılıç vardı… Günümüz modern gladyatörlerinin ayağında kılıç gibi keskin çivili kramponlar var.
Eskiden kaybeden ölürdü… Şimdi kaybetmenin yerini ölüm gibi bir duygu aldı…
Ama aslında hem Gladyatör dövüşlerinin hem de futbolun bu kadar sevilmesinin tek bir ana sebebi vardı.
Eğlence…
Futboldan fazlasıyla zevk alırım. Maradona'yı dünya gözüyle televizyondan da olsa seyretmiş, Van Basten'i, Zidane'ı, Romario'yu yaşayabilmiş her erkek gibi, bir top ve birbiriyle mücadele eden 22 kişiden çok daha fazlasını ifade etti benim için futbol.
O meşin yuvarlak döndükçe, benim dünyamı aydınlatmaya başladı. Derken gönlümdeki renkler için çalışma şerefi bana nasip oldu. Evet, tahmin edebileceğiniz gibi görev aldığım süre boyunca futbolun en zevkli ve bazen de tatsız anlarına şahitlik ettim.
Dünya yıldızlarıyla antrenmana çıktım, soyunma odası konuşmalarını dinleyip, o ortamı sonuna kadar yaşadım. Milyonlar her gün beraber çalıştığım futbolcuların posterlerini biriktirirken benim çalan telefonlarımda adları belirdi. Önce kıvırcık saçlı tercüman Samet'tim, sonra arkadaşları Samet oldum. Ben onları, onlar beni tanıdıkça çok sevdi.
Futboldu bizi birleştiren, bu dünyadaki altı milyar kişiyi birleştirdiği gibi... Hiç bir imparatorluğun ulaşamadığı sınırlara ulaştığı gibi...
3 Temmuz sürecini de yaşadım, üzüldüm, gönlüm kırıldı. Süreç içerisinde de sevdiğim renklerden ayrıldım. Ama sevgim hiçbir zaman azalmadı. Nasıl azalırdı ki?Ben de bu topraklardaki her erkek çocuğu gibi 'gol atan kaleci'yle büyümüştüm.
Şimdi o sevdiğim futbol ve spor dünyasına ilişkin yazılar yazma zamanı... Bir başlangıç; üstelik geç kalmış bir başlangıç... Burada sadece Fenerbahçe yazmayacağım. Burada futbol ve spor yazmaya çalışacağım. Tarafsız olarak; spora ilişkin düşüncelerimi paylaşacağım sizlerle...
Geçen hafta kazanılan şampiyonluk...
Ben hayatımda ilk defa bir şampiyonluğa tüm takım taraftarlarının bu kadar birlik içinde sevindiğini gördüm. Çünkü bu şampiyonluk Fenerbahçe'ye çok yakıştı.Uzun ve bir o kadar da zorlu bir süreçten sağ salim çıkmayı başardığının bir ifadesiydi bu şampiyonluk Fenerbahçe için...