Paylaş
Büyük resme bakarak başlayalım. 21. Yüzyıl’ın bugünden görebildiğimiz en büyük devrimi, insanların bilgiye ulaşma şekli ve hızıyla ilgili. Tarihin hiçbir döneminde bilgiye, habere, kaynağa bu kadar hızlı ve kolay ulaşmamıştık. Peki bu durumu nasıl değerlendirmeliyiz? İnsanın en ilkel dürtülerinden “tüketme meyili”ni tetiklediği bir gerçek. Peki bilgiye ulaşma hızı ve kolaylığı, mevcut tüketim çılgınlığının ana sebebi mi? Ya da bu durumun tam olarak neresinde kalıyor? Sahi, bilgi çöplüğü içinde yaşıyor olmak salt olumlu veya olumsuz olarak değerlendirilebilecek bir şey mi? Sanmıyorum. Her devrimin artıları ve eksileri vardır. Günümüzde yaşadığımız kafa karışıklığının sebebi ise, sanırım, bilgiye ulaşma devriminin hâlâ gerçekleşiyor olmasından kaynaklanıyor. Demek istediğim; işin artı veya eksilerini, fırtınanın gözünden baktığımız için sağlıklı bir açıyla göremiyoruz. “İnsan bu kadar kolay bilgiyle ne yapar?”ın cevabı, fırtınanın geride bıraktığı manzarayla ortaya çıkacak. Peki ama teknoloji anbean katlanarak gelişiyorken, tüketim çılgınlığı fırtınasının durması (ve hatta yavaşlaması) mümkün mü? İstiyorum ki bu soruları aklımızın bir köşesinde tutalım, ama burada, cevaplarını sosyologlara bırakıp asıl konumuza geçelim.
Dijital çağda bilginin içini her şekilde doldurabilirsiniz. Buna elbette sanat da dâhil ve bu yazıya özel olarak ele alacak olursak, müziğin de bu “inisiyatife” alan açtığını söyleyebiliriz. Bilgiye ulaşma hızı ve kolaylığının ana sebebi olan internet, insan hayatını ve dünyayı değiştirdi, değiştiriyor. Ve bu kavramın müzikte yarattığı en köklü değişim, dinleyicilerin müziğe ulaşma şekliyle ilgili. Şu bir gerçek: Tüm zamanlar dâhilinde, müziğin en çok dinlendiği dönemdeyiz. Çünkü müzik dinlemek hiç bu kadar zahmetsiz olmamıştı. İnsanlar artık müzik mağazalarına gitmeden, oturdukları yerden istedikleri sanatçılara, albümlere veya şarkılara anında ulaşabiliyorlar. İnanılmaz kolay, inanılmaz hızlı. Tam da bu noktada, önceki paragraftan buraya sızan şu soru önemli: Bilgiye kolay ulaşmanın kötü yanı nedir? Bilginin değerini öldürmek? Kesinlikle. Peki sanat eserine bu kadar kolay ulaşmak, o eserin değerine olumsuz etki eder mi? Kuvvetle muhtemel.
Gelelim müziğe kolay ulaşmanın ortaya çıkardığı köklü değişimlere. Mesela müzik mağazaları. Bugün “High Fidelity” gibi bir film çekilebilir mi? Sadece 30 yaş üzeri bir kitleyi hedefliyorsanız belki. Günümüzde müziği en çok “tüketen” yaş ortalaması (14-24) için “tarihi” bir figürden öteye gitmiyor müzik mağazaları. Record Store Day neden var sanıyorsunuz? 2008’den beri her yıl nisan ayının ikinci haftasında tüm dünyada kutlanan bu özel günün amaçlarından en önemlisi, müzik dükkânlarının yaşamasını desteklemek. Evet, tıpkı nesli tükenmekte olan hayvanları korumaya alan doğa dernekleri gibi, müzik dükkânlarını korumak için de dernekler açılabilir yakında.
Bir diğer değişim? Tıpkı ‘50’ler ve ‘60’lardaki gibi, “şarkı” formunun “albüm” formunun önüne geçmesi. “Best of” çağındayız. En iyi şarkıya gelmek için tüm albümü dinlemek zorunda hissetmiyor yeni nesil. Albüm satın almak? 17 yaşında bir genç için mektup yazmakla eş değer. Tabii albümün ne demek olduğunu biliyorsa... Bu durumda “albüm” formatı hâlâ geçerliliğini koruyor mu? Ve ne kadar koruyabilecek? Spektrumu müzikle sınırlayıp konumu Türkiye’ye ayarlayalım. Sanatın (ve tabii medeniyetin) pek çok alanında geri kalmış olan ülkemizde 2016’nın manzarası şu: Müzik dinleyen insanların çoğu, albümlerin sadece klip şarkılarını biliyor. Dolayısıyla sanatçılar, albümlerinde klip çekemedikleri şarkıların “boşa gittiğini” düşünüyor ve albüm yapmak yerine single’larla ilerlemenin daha “faydalı” olacağı görüşüne yaklaşıyorlar. Calvin Harris artık albüm yapmayacağını, yılda 1-2 hitle devam edeceğini açıkladı. Ona katılan onlarca isim oldu. Türkiye’de de buna benzer bakış açıları çoğalıyor. Albümlerin stream rakamlarına baktığımızda, klipli şarkılar ile klipsiz şarkılar arasındaki uçurumun korkunç düzeyde olduğunu görüyoruz. (Bu durumda video kliplerin altın çağında olduğumuzdan bahsedebiliriz ama o da başka bir yazının konusu olsun.)
Tarihsel bilgi olarak şunu ekleyeyim: Müziğin kaydedilip insanlara ulaştırılabilmesi süreci başladığında aslında ilk olarak şarkı formatı ön plandaydı. Sonra birkaç şarkının bir arada sunulduğu çeşitli plak formatları ortaya çıktı ve derken iş single’ların bir arada toplandığı albümlere kadar geldi. Yani sanılanın aksine, single formatı albüm formatından önce çıktı. Önce single, yani şarkının kendisi vardı, sonra o single’ların bir arada paketlenip sunulduğu modern kapitalizm devreye girdi ve albüm formatı ortaya çıktı. Ve internet devrimine kadar da albüm formatı, müzikte aslolan format olmayı sürdürdü. Şimdi bir geçiş sürecindeyiz. Albüm formatının devamlılığı merak konumuz.
Şahsi açıya varayım. Albüm formatı sanatçının müzikal seviyesini, vizyonunu ve kalitesini değerlendirmek için hâlâ en önemli iki unsurdan biri bence. (Diğeri de konser performansı tabii ki.) Demek istediğim şu; dinlediğim sanatçıyı / grubu bir ya da birkaç şarkısına göre yorumlamayı hem saçma hem sağlıksız hem de adaletsiz buluyorum. Hiçbir sanatçı, yarattığı dünyanın sadece tek bir ülkesiyle, tek bir şehriyle değerlendirilemez. Bütün dünyayı ele almanız, bütün dünyayı yaşamanız lazım. Albümler işte o dünyalardır. Sanatçıların yarattıkları dünyalar. Ve ancak o dünyalara girerseniz sanatçının özüne, sanatının gerçek tadına ulaşabilirsiniz. Peki ama yeni neslin ne kadar umurunda bu? Müziği gerçekten seven herkesin umurunda olmalı. Aksi takdirde bunun adı müzikseverlik değil, sakız çiğnemek oluyor çünkü.
Tabii ki tek tek şarkıların bir araya getirilip sunulmasının güzel olduğu durumlar da var. Mesela konserler veya DJ performansları. Radyo dinlemeyi de bu örneğe dâhil edebiliriz. Ve fakat bu üç örnek de, “anlık eğlence” mimarları. Playlist mantığı sizi o an, o gece, o yolda, o konserde, o birkaç saat eğlendirir. Dinlediğiniz kişi / grup hakkında kesin bir yargıya varmanızı sağlamaz. Dolayısıyla yüzeysel bir müzik dinleyiciliği tatmini sağlar. Şunu kabul edelim: Eğer müziği gerçekten seviyorsanız, onunla “ilgilenirsiniz”, bu ilgi de sizi meraka sürükler. Ve merak olunca da müzisyenleri daha yakından tanımak istersiniz. İşte bu noktada albümler, müzisyenleri en iyi tanıyabileceğiniz alanlardır. Yazının başından beri “Neden albüm formatını savunuyor bu adam?” diyenlerin cevaba ulaştıkları andayız işte.
Bir başka soru da şu: Fiziksel albüm satışının uçurumdan aşağı yuvarlandığı günümüzde (Plak toplama hobisinin yeniden trend olması ve dolayısıyla plak satışlarının son 6-7 yıldır yeniden artması başka bir dinamik.) albüm formatını nasıl koruyacağız? Gerçek müzikseverler olarak cevabını düşünmemiz gereken en önemli sorulardan biri bu işte. Gelin sanatçılara tek atımlık kurşun muamelesi yapmayalım. Gelin onlara hikâyelerle dolu kitaplar yazan “dışa vurumcular” olarak bakalım. Gelin herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olmasın. Gelin müziği “hitin kadar konuş” çerçevesinden çıkarıp “nitelik > nicelik” denklemine oturtalım. Gelin “bakkal”ların değil, sanatın tarafında saf tutalım. Gelin sanatçıların “dünya yaratma” imkânlarını koruyalım. Koruyalım ki sanat üretsinler, sakız değil.
Bu yazıyı okuma zahmeti gösterip beni mutlu eden 25 yaş altı genç arkadaşlarıma sesleniyorum; müziği seviyorsanız albüm formatını destekleyin, dinlediğiniz sanatçıları şarkılarıyla değil, albümleriyle değerlendirmeye özen gösterin. İmkânınız olduğu sürece sevdiğiniz albümleri dijital ya da fiziksel olarak satın almaya çalışın... Bizi kurtarsa kurtarsa sanat kurtaracak, unutmayın...
Paylaş