Paylaş
Okan Bayülgen, Yeditepe Üniversitesi’ne (yaklaşık 6 ay önce) konuşmacı olarak davet edilmiş. Salon bir hayli dolu. Sürpriz değil. Gençlerin önem verdiği, izlemek istediği insanlardan Bayülgen. Hatta rol model... Konuşmanın bir yerinde bir sigara yakıyor.
Öğrenci bir kız da dayanamayıp kalkıyor ve Okan Bey’in yanına giderek sigara içmemesini rica ediyor. Bayülgen’in cevabı şu:
“Bu faşizm yaptığın bana şu anda...”
Sonrasında tartışma uzayıp gidiyor. Bayülgen bana ne sizin koyduğunuz saçma kurallardan demeye getirip, konuyu berbat bir laf kalabalığına vuruyor. Hani sanırsınız sigara gayet faydalı bir şey de, içme özgürlüğü de bir o kadar kutsal, insanlar bundan uzak tutuluyor!
Mekan kapalı bir mekan. Üniversite toplantı salonu... Dinleyiciler gençler. Kurallar belli.
Hadi kuralları bırakalım. Zararları bilimsel olarak binlerce kez kanıtlanmış ve başkalarına da zarar veren bir maddeden söz ediyoruz. Neden olduğu hastalıklar defalarca belgelenmiş. Bir sürü tazminat davası içiciler ve pasif içiciler lehine sonuçlanmış. Ülke gençliğinin rol modellerinden biri, ayaküstü bütün bunları yok sayıyor, umursamıyor.
Ölümcül bir hata değil ama hayli sakat bir meydan okuma! Elle tutulacak yeri yok.
Faşizm lafının böyle yersiz ve anlamsızca kullanılmasına mı yanarsınız? Yoksa bunu çaptan düşmeye başlamış bir şov insanın gündem yaratmak için gerçekleştirdiği yeni bir gösteri olarak mı görürsünüz? Ya da başkaldırı kültürünün maalesef sigara içmeye kadar indirgendiğine mi üzülürsünüz? Sistemin sigara üzerinden sorgulanması maskaralığına mı kızarsınız bilemem.
Yıllardır sigara karşıtı yazılar yazmış biri olarak yine diyorum ki:
Sigara yüzyılın en büyük kandırmacalarından biridir. Kimimiz uyandık. Tavrımızı aldık. Kimimiz ısrarla uyumaya devam ediyor. Bir yandan da nutuk atıyor uykusunda!
Nükleer aşkı
Bu iktidarın içindeki nükleer enerji aşkı bambaşka... Ama bu aşk hiç beklenmedik yol kazalarıyla hırpalanıp duruyor.
Malum, ilk büyük darba Mart 2011’de Fukushima nükleer felaketinden geldi. Çernobilin üzerinden 25 yıl geçmişti ki, Japonya’daki deprem nükleerin nasıl riskli bir enerji türü olduğunu yeniden hatırlattı.
Fukushima zaten son 20 yıldır gerileyen nükleer enerji için tam bir milat oldu. Yeni projeler askıya alındı. Eski tesisler sonlandırılmaya başladı. Örneğin; Almanya 2022’ye kadar ülkedeki nükleer tesisleri kapama kararı aldı. Yenilenebilir enerjiye yoğunlaşacaklar. Şu anda da dünyada lider konumdalar zaten.
Bu arada, bizim nükleer santral hesabı ilgili şirket tarafından düzeltildi. Maliyet 20 milyar dolardan 25’e çekildi. %25’lik, beş milyar dolarcık bir düzeltme. Gürültülü gündem arasında haber fazla yer bulmadı.
En son olarak da Sinop nükleer santralı ile ilgili Çinlilerin öne çıktığı konuşulurken, İzmir Gaziemir’deki tehlikeli atık skandalı gösterdi ki, küçük miktardaki tehlikeli madde çöpünde bile henüz çok acemiyiz, ihmalkârız.
Efendim böyledir, efendim şöyledir diye demeçler gelecektir. Bakmayın siz. İktidarın nükleer enerji aşkı çok riskli... Uzak durulması gereken bir aşk... Yeter ki, aynaya dikkatlice bakalım! Bakmak isteyelim!
Veda
1997 yılında 45 günlükken almıştım onu. İsmini de Roman dilinden gelme, adam, delikanlı anlamında Baro koymuştum. On beş yılda neler paylaşmadık ki? On gündür ayağa kalkamaz olmuştu. Son altı aydır düşüşteydi. Yaşlılık ve golden retrieverlarda görülen klasik kalça problemleri işte. Salı sabahı uyanamadı. Çok çekmedi Allahtan. Evin arka bahçesine gömdük.
Türünün tipik bir temsilcisiydi. Mutluluk verdi, mutlu oldu. Uzun ve sağlıklı yaşadı. Epeyce de insan dost edindi.
Gençliğinde birlikte Fuar’ın tadını çıkardık. Sonraki birkaç kış biraz uzak kaldık. O ara Lucie Schlosser’ın büyük emeği geçti ona. Şanslıydı. Yazları bol bol yüzdü. Hiç kilolu olmadı. Olgunluk ve ihtiyarlık yıllarında ise Urla’da doğanın içinde, dizimin dibindeydi. Kaç yavrusu oldu hatırlamıyorum, ama bir tanesi babasının ailesinde, bir tanesi de komuşumuzda.
Sık sık gözlerim doluyor. İyi yaşadı, çok sevildi diyerek teselli buluyorum. Bana acısını bile zamanında ve hazırlayarak yaşattı. Hoşça kal, asil dostum...
Paylaş