Paylaş
Hemen ertesi gün Sevgili Deniz Sipahi’den cevap geldi. Deniz özetle “istemezükçülerle, şeytanın avukatlığını yapanları ayırt etmek gerekir” diyordu. “Şeytanın avukatlığını yapalım, ama istemezükçü olmayalım” diye de ilave ediyordu. Bu yaklaşıma saygı duyuyorum, ancak bir iki noktaya dikkat çekmek istiyorum.
İstemezükçü diye etiketlenen muhalifler homojen bir grup değil aslında. Her konuda, her zaman birlikte hareket etmiyorlar. Meslek odaları bilimsel duruşu yansıtıyor. STK’ların kaygıları daha farklı. Bireysel aktivistlerin sesi ise daha başka çıkıyor.
Kendime bakıyorum. Genelde itirazcı taraftayım. Şeytanın avukatlığı güdüsü diyelim. Keşke itiraz eden olmasa da şu proje yürüyüp gitse dediğim zamanlar da oluyor tabii.
Çoğu kentlinin de projelere “seçici gözle” baktığını sanıyorum. Kentin bugünkü siluetinden memnun olmayanların yeni önerileri ince eleyip sık dokuması çok doğal… Bu yapılaşma kimin eseri ki?
Her projeyi bu kentin kurtuluşuymuş sunanların inandırıcı olmadığını düşünüyorum. Keza her projeyi reddedenlerin de. Ama bazı itirazlara kamuoyu desteğinin sanılandan güçlü olduğunu tahmin ediyorum. Kamuoyu eskiye göre çok daha duyarlı çünkü.
Zaten çok sesliliği ve hukukun üstünlüğünü savunuyorsak en militan görünen itirazcıyı bile olgunlukla karşılamalıyız. Açılan davaların çoğu kazanılıyorsa yanlış nerededir?
Unutmayalım ki İzmir Türkiye’deki egemen kültüre göre “istemezükçü” bir kent. Yıllardır bir sürü şeye itiraz etmekte İzmir. Bu yüzden İzmir’e kızanlar var. “Bu kent ne demek istiyor acaba?” diye sormak yerine!
NEREDE BU GENÇ ŞAİRLER?
Salı günü akşam saatlerinde şöyle bir turladım İzmir Kitap Fuarını. Çıkanların elleri doluydu. İçerisi kalabalıktı. Epeyce de genç vardı. Sadece dershane kitaplarına ilgi göstermediklerini umuyorum tabii. Kitap okumaya niyetli olmaları bile sevindirici.
Aktivist Sanatçılar Birliği’nin düzenlediği “Dünya Barışına Kanat Olmak” temalı şiir dinletisine katıldım daha sonra. Salon yarı yarıya doluydu. Bu yıl nedense geçen yıl aldığım keyfi almadım. Belki şiir havasında değildim. Belki de şiirler o kadar kucaklayıcı değildi bu kez.
İrkildiğim anlar oldu ama. Azime Yazıcı, eşi Halim Yazıcı’nın koğuştaki ranzasından yazdığı şiirleri okurken mesela... Şair bir ruhun dört duvarla mücadelesi ustaca aktarılmıştı dizelere.
Bir ara salondan “hep böyle sen, ben, bizim oğlan mı şiir okuyacak?” mealinde bir ses yükseldi. Programdaki şairler arasında genç şairlerin olmaması bana da garip geldi aslında. Onca öykü, roman, senaryo yazan gençler şiir de yazıyor olmalıydı…
Şans mı tanınmıyordu, yoksa gençler mi ilgisizdi böyle dinletilere?
“Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” diye mırıldandım gayri ihtiyari.
Tam da o anda okunan şiirlerden rahatsız olan gençten bir dinleyici “Allahın dediği olur” diye söylenerek salonu terk ediyordu. İroni işte!
ARZ MI, TARZ MI?
Son zamanlarda yeni yapılan inşaatlarla ilgili reklamlar belirgin biçimde çoğaldı. Televizyonda, radyoda, gazetelerde… Bu neyin işareti?
Bir ihtimal satılık bina stoku şişiyor. Satmak durumunda olan reklama yükleniyor.
Zaten on yıldır hızlı büyüyoruz. Son bir kaç yıldır inşaat sektörü aşırı heyecanlandı ve arzı patlattı. Talep yeterli değil.
Şimdilik fiyatlar gerilemiyor ama aşağı baskı giderek kendini daha çok hissettirecek. Zaten dünya gayrimenkul piyasaları da iyi değil. Malum, ABD kökenli bu krizin tetikleyicisi aşırı kredilendirilmiş konut piyasasıydı.
Farklı görüşte olanlar da var ama. Onlar “günümüzde inşaat şirketlerinin iş yapma tarzı değişti, artık tanıtıma önem veriliyor, tanıtım olmadan satış olmuyor” diyorlar. Bu reklamların bu yüzden patladığını söylüyorlar. Arz talep dengesinin o kadar da bozuk olmadığını da iddia ediyorlar.
Kimin haklı olduğunu sonbaharda anlarız.
Haftanın tiviti: “Maçlardan önce Türkiye’de insanlığın ölümü için bir dakikalık saygı duruşu yapılmalı.” Kerem Akbaş
Haftanın dersi: Irkçı değilmişiz hiç birimiz!
Paylaş