Reha Erus

Antalya, Venedik’i gölgede bıraktı

30 Ekim 2008
1984 yılında beri Venedik Film Festivali’ni izlerim. Zaman zaman da Cannes, San Sebastian gibi Avrupa’daki diğer festivallere katılırım. Bu yıl Venedik Film Festivali’nden hemen sonra Antalya Film Festivali’ne davet edildim. Hemen ilk izlenimimi söyleyeyim. Zaten kan kaybetmekte olan Venedik’le kıyaslanınca, Antalya Film Festivali çok daha enerjik ve kaliteli göründü gözüme...

Venedik’in festival başkanı Marco Müller, son dakika çaresizliği ile Joel kardeşlerin "Burn After Reading"ini açılış galasına getirtti. George Clooney şöyle bir kendini gösterdi ve hemen kayboldu. Charlize Theron ve Anne Hathaway’in de Clooney’den farkı yoktu, sadece şöyle bir göründüler, o kadar... Yani meydan daha çok İtalyan filmlerine kaldı.

Peki Venedik Film Festivali’ni kim kurtardı dersiniz? Ünlü moda tasarımcısı Valentino ile ilgili bir belgesel ve 70 yaşındaki şarkıcı Adriano Celentano’nun "Yuppie" adlı 70’li yıllarda çevirdiği filminin tamir edilip dijitale dönüştürülme töreni...

Pardon bir de Antalya Film Festivali’ne de katılan Mickey Rourke ve emektar köpeği Loki var!

Bakın, benim kaldığım otel, festivalin altıncı gününde neredeyse boşaldı. Çünkü ortada bir şöhret kalmamıştı. Mickey Rourke’a "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü kazandıran "The Wrestler" (Güreşçi) filmi ise festivalin sonunda yarışacaktı. Yani Venedik Film Festivali’ni o sarhoş denilen, botokslu, çaresiz, mutsuz, bitik Mickey Rourke kurtardı!

Antalya ise bambaşka geldi bana... Venedik’te ünlü konukların yanına yaklaşamazsınız. Gazeteciyseniz, basın toplantısına gider ve ancak orada görürsünüz. Organizasyon, paparazzilerden ve hayranlarından korumak için ünlüleri neredeyse odalarına hapseder, kapılarına da iki, hatta üç koruma diker. Partiler ise VIP davetlilerin dışında kimselerin gidemeyeceği küçük adalarda yapılır.

Oysa Antalya’da durum farklı... Hillside Su Otel’deki sabah kahvaltınız sırasında, büfeden kendi tabağını dolduran, kendi kahvesini alan Kevin Spacey, Adrien Brody, Matthew Modine, Danny Glover, Michael York ya da Marisa Tomei ile yan yana gelmeniz olasılık dahilindedir. Plajda aynı ünlülerle yan yana güneşlenmek veya partide birlikte dans etmek de mucize sayılmaz!

Venedik’te festival sırasında her şey yüzde yüz pahalanır: Otel ve restoranlardan tutun da ulaşıma kadar...

Antalya’da ise konukların rahat etmesi için her şey düşünülüyor. Bakın İstanbul’dan döndüğümde, Roma Film Festivali için havalimanında kurulan irtibat masası portatifti ve bir ayağı kırıktı. Bilgilendirme dışında hiçbir hizmet de vermiyordu. Roma Film Festivali, bu yıl onur konuğu olarak sadece Al Pacino’yu getirebildi üstelik... Çünkü festival doğmadan ölmüştü.

Bu bakımdan Antalya uluslararası alanda emeklemeden hızla yürümeye geçti. Elbette eksiklikler var. Öncelikle bir sinema sarayı kompleksi şart... Bir de Cengiz Semercioğlu’nun önerdiği gibi ulusal ve uluslararası yarışma final gecesini ayırmak lazım...

Ayrıca ödül adaylarını sahneye yakın oturtmak ve fotoğraf çekimlerini basın toplantıları öncesinde yapıp toplantı sırasında konuşmacının flaşlardan rahatsız olmasını önlemek de var. Tabii bunlar zamanla giderilebilecek küçük kusurlar, detaylar...

Zaten bütün bu ayrıntıları AKSAV sorumlusu Erol İşbilir ile konuştuk.

Son söz: Bence Portakal, Altın Aslan’ı gölgede bıraktı.
Yazının Devamını Oku

Mancini’ye hediye

28 Kasım 2007
MANCINI’ye 43. yaş günü hediyesi... Fenerbahçe’de, Brezilyalılar durunca, Inter İstanbul’daki maçın rövanşını rahat aldı. Vederson, Deivid ve özellikle kaptan Alex, maçı seyredince, grup lideri Inter, attığı gollerle, ikinci tur için vizeyi bir maç öncesinden aldı.

Oysa, Brezilyalıların kötü oyununa karşın, ilk yarı dengeli geçmiş, kalecilere top bile gelmemişti. Alex’in kaçırdığı inanılmaz golden sonra, ev sahibi Inter bir seri hatanın sonucunda ilk golü attı. Bundan sonra Fenerbahçe’de ne oyun disiplini, ne de kademe anlayışı kaldı. Ibrahimoviç’in golünde Roberto Carlos’un da put gibi durması ve filelere giden gol, ev sahibi ekibi bir hayli rahatlattı.

Hatalar zinciri

Aslında bütün gözler, bir saat önce biten CSKA-PSV maçındaydı. Eğer bu maç istenildiği gibi bitseydi belki de iki takım, daha da rahat bir şekilde sahaya çıkacaktı. PSV kazanınca, gerek Inter gerekse de Fenerbahçe, sahaya daha temkinli ve kazanmak için çıktı ama Deivid, Alex ve Vederson’un çok kötü olması, Aurelio’nun dakikalar ilerledikçe sönmesi, Roberto Carlos’un ikinci goldeki hatası ile maç Fenebahçe için kötü geçerken Inter Teknik Direktörü Roberto Mancini, 43. yaş gününü talebelerinin kendisine hediye ettiği bu galibiyet ile kutladı.
Yazının Devamını Oku

'Soykırımı tanıma' sinyali yorumu

16 Mayıs 2007
Önce hemen bir hatırlatma. Eurovision Şarkı Yarışmasının kurucu üyelerinden İtalyan uzun zamandan beri bu dev festivale katılmıyor.

En son 17 yıl önce Peppino di Capri ile birinciliği kazanan İtalya,  siyaset oyunlarının sanat performansı  ilkesini geride bıraktığını öne sürerek sessiz sedasız çekildi ve  42 ülke arasında mücadele etmenin  müzik adına bir anlamı olmadığı inancı taşıdığını hep hatırlattı.
  
Geçtiğimiz cumartesi akşamına dönersek. Helsinki’de yapılan 52'nci Eurovision Şarkı Yarışması'nda Kenan Doğulu  gerçekten  kulağa hoş gelen, koreografisi kusursuz, ayrıca rahatlıkla ezberlenebilecek, yaz aylarında plajlarda, diskolarda özellikle gençleri havaya sokacak kanlarını kaynatacak dinamik bir şarkıyı içtenlikle söyledi. 

Beklenti ilk üç arasına girmekti. Ama Kenan Doğulu eski Doğu Blok’u, yani büyük ölçüde Slav ırkının masa başı oyunlarına takıldı. Baltık Denizi’ne bakan ülkelerden Türkiye’ye tek puan çıkmadı. Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’dan da beklenmiyordu zaten. Daha bir kaç yıl önce birbirlerinin gözlerini oyarak dağılan eski Yugoslavya ülkeleri birbirlerini öyle kolladılar ki Sırbistan henüz sonuçlar açıklanmadan uzak ara köşeyi döndü. 
 
“Al Gülüm, ver gülüm.” Buna karşı Kenan Doğulu mucizevi puanlar alarak elde ettiği dördüncülükle gelecek yıl Türkiye’nin doğrudan finale katılmasını sağladı.

Gelelim şimdi bizim oy verme politikamıza.  Birinci olan Sırbistan’ı es geçtik. Belki  Maria’nın lezbiyen olduğunu yarışma öncesi açıklaması Ankara’yı rahatsız etti. Ama öyle bir jest yaptık ki fol yok yumurta yokken Ermenistan’a 12 tam puan verdik. Bakın bu jest benim İtalya’daki çevremde nasıl karşılandı: Önce Roma’daki Ermeni meslektaşım Armen aradı. Armen, “Eninde sonunda soykırımı tanıyacağınızın ilk mesajını siyaset meydanında değil sanat  festivalde verdiniz sağ olun” dedi. 

Bir başka İtalyan arkadaşım da gaza gelerek, “Ermenistan’a mı yoksa AB’ye mi şirin görünmeye çalıştınız bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Siz yağ çektiniz galiba” yorumunu yaptı. 

Yazının Devamını Oku

Haklı çıktım

9 Eylül 2006
3 Haziran’da "Lazaroni nereden çıktı?" başlıklı bir yazı yazarak Brezilyalı Hoca’nın Trabzonspor’a teknik direktör olmasını şiddetle eleştirmiş, yönetim kuruluna da bu isyanımı dokundurmuştum. Maalesef önce yönetim kurulu üyeleri, sonra da Trabzonlu taraftarlar yazıma büyük tepki göstererek, beni tehdit ettiler. Yazımın sonunda da Lazaroni yönetimindeki bordo mavililerin kupa hayallerini mutlak bir başka bahara taşımaları gerektiğini belirtmiştim. Yazımda; Lazaroni’nin 1990’dan kalan demode taktiklerle, kokuşmuş futbol anlayışıyla, saha dışında da söz sahibi olan emektar ve yerli futbolcularına disiplin kurabilecek karizmadan yoksun olmasıyla Trabzonspor’a yakışmayacağını da yansıtmıştım.

Bir fiyasko daha

Hatta daha da ileriye giderek Fiorantina’da neredeyse taraftarlarca sopayla kovalandığını da hatırlatmıştım. Sonuç ortada. 25 yılda 20 takım çalıştıran Sebastiao Lazaroni bir fiyasko daha yaşadı. Sanırım o yazıma tepki gösteren yöneticiler ve taraftarlar şimdi bana hak veriyorlardır. Üstelik 4’i Lig, 2’si kupa olmak üzere toplam 6 maç için bu ’ahı gitmiş vahı kalmış’ sözde futbol adamına tam 735 bin dolar tazminat ödendi. Yazık, çok yazık...
Yazının Devamını Oku

Sopayla kovalandı

4 Haziran 2006
BEN Trabzonspor’un yeni yönetim kurulunu; dinamik, dengeli, mantıklı ve takıma yararlı olabilecek adamları tanır bilirdim. Ta ki, Halilhodziç’ten boşalan teknik direktörlüğe Brezilyalı Sebasteao Lazaroni’yi getirmelerine kadar...

Gerçekten de nereden çıktı bu isim? Düşünün Lazaroni bugüne kadar tam 20 takım çalıştırmış. Yani önce sözleşme imzalamış sonra kulüpten ayrılıp kendisine başka bir takım bulmuş. Hadi diyelim 25 yıldır da antrenörlük yapıyor. Demek ki neredeyse 500 günde bir takım değiştirmiş.

Demodeydi

Ben Lazaroni’yi İtalya’dayken izledim. Fiorentina’nın başındayken neredeyse sopayla kovaladılar. Bari’de de tekrarı yaşandı. Kendisini Fenerbahçe’den tanıyoruz. Elbette orada da iz bırakmadı. Floransa’daki meslektaşlarıma sordum, "Lazaroni’yi nasıl bilirdiniz?" diye. "Demodeydi. Oyunu okumasını pek bilmezdi. Oyun sistemini kendisine sadık oyuncuların üzerine kurmaya çalışırdı" dediler.

Başka bahara

Eğer Trabzonspor yıllardır şampiyonluğu düşlüyor, planını, programını, transferlerini buna göre yapıyorsa; ben Brezilyalı futbol adamının(!) 1990’lardan kalan taktikleriyle, futbol anlayışıyla, saha dışında da söz sahibi olan emektar ve yerli futbolcularına gerekli disiplini kurabilecek karizmadan yoksunluğu ile "Bordo mavililer kupa hayallerini mutlak bir başka bahara taşımak zorunda kalır" derim.
Yazının Devamını Oku

Shevchenko farkı

24 Kasım 2005
ÖNÜMDEKİ İtalyan gazetesi Shevchenko üçüncü golünü atınca ayağa kalkarak ‘İşte şampiyon, işte şampiyon’ diye hararetle bağırdı. Dün geceki maçın özeti buydu. Milan’ın şampiyonları vardı. Fenerbahçe’nin de yabancıları vardı. İki takım arasındaki fark da buydu. Ardından Shevchenko dördüncü golünü de attı. Ve Fenerbahçe seyircisi alkışladı.

Daum, Anelka’yı deneyimli Milan savunmasının içine tek başına gömerken, maçı zaten başlamadan kaybetmişti. Anelka, dün hiçbir şey yapamadı. Pas almadı, verdiği tek pas da kalemize gol olarak sonuçlandı. Fenerbahçe Alex’i çok aradı, ama Alex de olsaydı sonuç değişmezdi. Milan çok iyi top çeviriyor. Fenerbahçe ise orta sahada biraz Tuncay’ın gayretiyle, biraz da Appiah’ın top kovalamasıyla bir şeyler yapmaya çalıştı. Sadece çalıştı... Volkan iki defa mucize olarak Shevchenko’nun ayağından topları almasaydı, Milan tarihi farka giderdi.

İyi niyet mesajı

F.Bahçe’den bu kadar. Sanıyorum Alex dışında, Luciano ve Marco Aurelio da olsa sonuç değişmezdi. Milan çok mu iyi oynadı? Yoo, sadece topları çok iyi kullandı. Rakibine iyi bastırdı, orta sahada topu iyi döndürdü. Ve alkışlanarak Şükrü Saracoğlu Stadı’nı terketti. Terkederken 3 altın puanı buldu.

Daha bir hafta önce aynı statta oynanan Türkiye-İsviçre maçından sonra bu maçtaki atmosfer, yenilgiye rağmen harikaydı. Fenerbahçe seyircisi olgunluğunu gösterdi. UEFA ve FIFA’ya olgunluk ve iyi niyet mesajını verdi. Bu galibiyete en çok sevinen Angelotti oldu. Uğursuz olarak görülen İstanbul kabusu Milan için sona erdi.
Yazının Devamını Oku

Milan sancılı

23 Kasım 2005
MİLAN, İstanbul’a kolu kanadı kırık geldi. Juventus’un Roma’yı deplasmanda 4-1 yenmesinden sonra Milan’ın Fiorentina’ya 3-1 mağlup olması, ligde puan farkını 5’e yükseltti. Milan ayrıca Cafu’yu sakatlığı nedeniyle kaybederken, Stam’ın cezalı olması nedeniyle savunmasında ciddi zorluklar yaşayacak. Milan Kulübü Türkiye-İsviçre maçından sonra UEFA’dan can güvenliği garantisi istemiş ve bunun içinde hukukçu bürosundan iki elemanını Cenevre’ye göndermişti. Ancak UEFA, F.Bahçe’nin sıkı güvenlik önlemleri alacağını söylemesi ardından da iki Başbakan Silvio Berlusconi ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Samsun’daki görüşmeleri sırasında konu gündeme getirilmiş, Türk Başbakan da ‘Merak etmeyin her şey kontrol altında’ demişti.

İlk dakikalar önemli

Oynanacak maçın teknik analizine gelince... Milan için kabus, ilk maçta yaşlı savunmasını hallaç pamuğu gibi atan Anelka’ydı. Anelka’nın oynamamasına en çok teknik direktör Ancelotti sevinecek. Ama bu arada F.Bahçe’de Aurelio gibi forveti sürekli besleyen ve savunmanın uzunu Luciano yok. Bunlar da Daum’un handikapları. Milan’da en çok marke edilmesi gereken oyuncu İtalyan futbolunun büyük umudu Gilardino. Hemen hemen her maçta gol atan Gilardino’nun hemen arkasında, ilk maçta 3 dakikaya iki gol sığdıran Kaka var.

Mutlak 3 puan alması gereken F.Bahçe, maçın ilk dakikalarında gol bulursa Milan’ın moralini bozabilir. Ancak Milan’ın da şiddetle puana ihtiyacı var. Her iki takıma da birer puan yetmeyebilir. F.Bahçe seyircisini arkasına alarak PSV Eindhoven maçındaki gibi oynarsa, kolu kanadı kırılmış, morali bozulmuş, ligde Juventus’un egemenliğine boğun eğen Milan’ı yenebilir.

Dileğim Carlo Ancelotti’nin ‘Maça miğfer giyip çıkacağız. Çünkü maç Saracoğlu’nda oynanıyor. Biz de aynı körükten geçeceğiz. Aynı soyunma odasını kullanacağız. Umarım maç centilmenlik içinde geçer’ demesine karşın olayların çıkmaması. F.Bahçe taraftarının sağduyusu.
Yazının Devamını Oku

Milan'ın kabusu

14 Eylül 2005
<B>MİLAN</B> için <B>‘İstanbul kabusu’</B> maçın son bölümünde, üstelik çok kötü oynarlarken sona erdi. Milan ile Fenerbahçe arasındaki farkın adı <B>Kaka</B>’ydı. Fenerbahçe’de tek eksik Şampiyonlar Ligi maratonunu uzun süre sırtlayabilecek yıldızların olmaması. Tamam Anelka, Alex, Appiah iyi yabancı oyuncular, ama sadece Türkiye Ligi için yeterliler. İşte dün akşam Milano’da birkez daha gördük ki, deneyimli yıldızlar topluluğu ve derin kadrosu olan Milan, Şampiyonlar Ligi’nde yine favoriler arasında yer alacak.

Aslında Ancoletti, 25 Mayıs’ta İstanbul’da Liverpool karşısında yaşadığı kabusu tekrarlamamak için oyuna ürkek başlamıştı. Ama Fenerbahçe, Milan’ın ürkekliğine rağmen, adından çekinerek üzerine gitmemekle ekmeğine yağ sürdü. Bu arada Kaka, harika bir gol attı ve Milan biraz rahatladı.

Yıldız farkı

Ama ikinci yarıda 40. dakikaya, Milan’ın ikinci golüne kadar Fenerbahçe oyunu çok akıllı götürdü. Golden önce bir de penaltı kazanarak, oyunda beraberliği sağladı. Ama Anelka’nın yorulduğunu bir türlü göremeyen Daum, çok çalışan, ancak yorulan Tuncay’ı da oyundan almayınca, kale önünde kaptırılan toplar kalemize gol olarak döndü.

Fenerbahçe çok büyük bir fırsat kaçırdı. Çünkü Milan İstanbul fobisiyle gerçekten kötü oynadı. Ama dediğimiz gibi Milan’ın yıldızları vardı. Ve o yıldızlar Fenerbahçe’yi devirdi. Böylece Ancoletti’nin ‘İstanbul kabusu’ 4 ay sonra Kaka’nın olağanüstü golleriyle son buldu.
Yazının Devamını Oku