Ancak hiçbir zaman kulise, yani röportaj odasına alınmamıştım. 86’ncı Oscar ödül töreni için 2 Mart’ta “Back Stage” denen sahne arkasındaki röportaj odasında benim gibi çok şanslı ama az sayıda meslektaşlarımla birlikte yer alacağım ve heykelciği taze kazanmışlara soru sorabileceğim. İlk yorumlarını alabileceğim. Onların sahneden indikten sonraki ilk izlenimlerini dinlerken mutluluk hareketlerini doyasıya seyredebileceğim. Bu anı tam 18 yıldır beklemiştim. Nihayet gerçekleşecek. Elbette heyecanlanıyorum. Çünkü bir tür “Upgrade” oldum akreditede! Yani sınıf atladım onca yıl sonra.
Tahminlerim de var. Kim alır, ya da kim almalı diye. Belli başlı dallarda sıfır çektiğimde oldu, hepsini bildiğimde. Kişi tahminleri duygusal da olabiliyor. Örneğin “En İyi Kadın Oyuncu” dalında Cate Blanchett “Blue Jasmine” ile kesin favori. Ama benim gönlüm Sandra Bullock’tan yana. Venedik’te “Gravity” (Yerçekimi) için röportaj yaparken “Heykelcik için beklentiniz var mı?” diye sormuştum. “Kim istemez ama şansım olmadığını biliyorum” demişti. Aday gösterildi Meryl Streep, Judi Dench, Amy Adams gibi. Bullock bütün filmi tek başına götürdü. Ama önünde bir Cate Blanchett gerçeği var.
“En İyi Erkek Oyuncu” dalında Leonardo Di Caprio şeytanın bacağını kıracak mı? “”The Wolf of Wall Street”te kendini aşıyor. Jüri belki bu kez kendisine insaflı davranabilir. Ama diğer yandan da olağanüstü bir Chiwetel Ejiofor karışında dimdik duruyor “12 Years Slave”deki (12 Yıllık Esaret) nefis oyunu ile.
“En İyi Yönetmen” olarak “Gravity” filminin Meksikalı Alfonso Cuaron’u ile “12 Yıl Esaret” in yönetmeni Steve Mc Queen sanki ile at başı gidiyorlar.
“En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” dalında Jennifer Lawrence “American Hustle” ile ikinci kez arka arkaya heykelciğe ulaşması bekleniyor. Burada da duygusal davranılacak olursa “Ye, Dua Et Sev” filmi için Roma’da yaptığım röportajda beni kucağına oturtmak için davet eden Julia Roberts’i seçerdim.
Doğuştan liderdi. Bunu çok iyi kullanmasını bildi, izcilik onun dünyasıydı. Toscano bölgesinin izci takımının beyniydi. Zaten kendisine üç çocuk veren eşi Agnese’yi de burada tanıdı. İzci selamı ile evlendi.
Tam bir komitacıydı. O dönemlerde ailesinden gelen gelenekle Merkez Sağ eğilimliydi. Sonra Hukuk Fakültesine yazıldı. Çok başarılı bir üniversite öğrencisi oldu. Öğrenci birliği başkanlığını hiçbir dönem başkalarına kaptırmadı.
2004 yılında birden saf değiştirdi. Başbakanlığa soyunan Merkez Sol lideri Romano Prodi’nin seçim kampanyasına gönüllü katıldı. Ürettiği inandırıcı sloganlarla yerel alanda çok etkili oldu.
Floransa’nın gazetesi “La Nazione”ye siyasi makaleler yazmaya başladı. Vilayette danışmanlık yaptı. Halkın sesini dinleme, çevrecilik ve atıkların geri dönüşüm projesi ile ön plana çıktı.
Bir Tony Blair hayranıydı. Ama kalktı ABD’ye gidip Demokrat Parti’nin kongresine katıldı. Bir Barack Obama hayranı olarak İtalya’ya döndü.
Dar alanda sıkışıp kalmak istemedi. Demokrat Parti’den Floransa Belediye Başkanlığına aday oldu ve yüzde 58 oyla kazandı. Temiz yüzü, yakışıklılığı da ek oy getirdi şüphesiz.
Rönesans geleneklerinin aristokrat tutumuna karşın çok rahat hareket edip Floransalıların hayranlığını elde etti. Kentte bisikletle dolaşıyor, sıkı blucin giyiyor, meşin ceketten vazgeçmiyordu. Mecbur olmadıkça kravatta takmıyordu. Protokol onun için bir angaryaydı.
Demokrat Partinin içindeki kutuplaşmaları, liderlik eksikliğini fırsat bildi. Merkez Sol’un D’Alema, Bersani, Fassino, Francheschini gibi dinozorlardan kurtulması gerekiyordu. Zaten yoklukta “Yoldaş” Cumhurbaşkanı Giorgio
Hele ikinci yarıda uzatmada yediği gol dışında Juvertus’a “Mamma mia” (Aman anneciğim) dedirtti. Gerçekten yazık oldu.
Conte Şampiyonlar Ligi’nde Galatasaray’a elenme duygusu ile sahaya Türk takımına karşı tam takım çıktı. Olcan’ın suratına patlayan sol kroşe ile Juventus, Osvaldo’nun şanslı bir gollüyle öne geçti. Sonrasında Trabzonspor rakibinin borsa değerine kafa tutan bir oyunu sergilemeye başladı.
Bu maç boyunca sürdü. Ve o an! 72. dakika maçı canlı yayınlayan SKY TV Sport’un arka arkaya gösterdiği pozisyonda topun dörtte üçünün çizgi dışında dörtte birinin çizgi içerisinde olduğunu itiraf edip “Bu bizim için iyi bir karar” yorumu Trabzon’un beraberliğinin yenmesinin bir itirafıydı. O uzatmada gelen gol olmasıydı Trabzonspor umutlu dönecekti. Ama Trabzon’da koca 90 dakika var.
Özellikle İtalya’da orta yaşına karşın pek çok aksesuar ve kozmetik ürününün tanıtım yüzü olan Moore, Hollywood’da adı dedikodulara karışmayan, örnek eş ve yine örnek anne imajını fazlasıyla taşıyan star olarak bilinmekte ve hayranlıkla sevilip, sayılmakta.
Kendisi ile geçmişte üç kez röportaj yaptım. Türkiye’yi çok sevdiğini sık sık tekrarlarken İstanbul’un mistik görüntüsünden etkilendiğini, antik tarihini ve geçmişini fazlasıyla araştırdığını söylemişti.
Dört kez Oscar’a aday gösterilen Julianne Moore Türkiye’nin tanıtımı için gerçekten doğru bir seçimdir ve mutlak meyveleri alınacaktır.
Elbette karşı çıkanlar olacaktır. Ama ben çok yakından tanıdığım aile dostum olan tanıtım eserinin mimarı büyük tasarımcı, sanat elçimiz Emrah Yücel’in Julianne Moore’u Türkiye’nin yeni kültür ve turizm yüzü olarak seçmesi öncesinde çok geniş kapsamlı bir araştırma yaptığını biliyorum.
Özellikle Türkiye’yi fazla tanımayan Amerikalı turistleri Julianne Moore’un o kibar yüzü ve etkileyici sesiyle ikna edebileceğine inanıyorum.
Ayşe Nana Roma’da 50’li yıllarının sonunda ve 60’lı yıllarda esen “Tatlı Hayat” rüzgarının baş kahramanıydı. Büyük tabuları yıkarak ve sosyete önünde soyunarak “La Dolce Vita” yı resmen başlatmış, ilham perisi olmuş Federico Fellini’nin o ünlü filmi ile özdeşleşmişti.
O gece Rugantino lokalindeki göbek dansının aniden erkek davetlilerin yoğun tahrikleriyle striptize dönüşmesi belki o gün kendisine şöhreti getirdi ama kısa zamanda adeta sanat dünyası tarafından aforoz edildi ve adı kötü kadına çıkınca iş bulmakta güçlük çekti. Hayatı boyunca.
29 Ağustos 1998’de Ayşe Nana ile ilgili “Hürriyet Tatil” ekinde çıkan yazımı aşağıda okuyabilirsiniz:
HAYATI TATLI OLMADI
Nana, 1984 yılında kendisiyle röportaj yapan Reha Erus'a ‘‘Vatansızlar’’ diye bir kitap yazdığını ve ‘‘ASALA sempatizanı’’ olduğunu söylemişti. Şimdilerde ise tamamen inzivaya çekildiği, ‘‘Rugantino’’ skandalından sonra bir daha kendisini toparlayamadığı ve sakinleştirici ilaçlarla yaşadığı söyleniyor.
Tatlı Hayat 40 yaşında... Usta yönetmen Federico Fellini'ye ilham kaynağı olan, Roma'daki sosyete yaşamı, çılgınlıklar, savurganlıklar, hırçınlıklar, delice eğlenmeler 5 Kasım 1958'de başladı...
Tereddütsüz “Pizza Ciro” adını veririm. Pizzaları ve diğer Napoliten yemekleriyle Akdeniz mutfağının damak tadının simgesidir bu mekan. Çok geniştir. İç içe salonların duvarlarını, Vezüv yanardağının ve Napoli rıhtımının, Santa Lucia kalesinin fotoğrafları süsler. Napoliten şivesiyle konuşan sıcakkanlı, misafirperver garsonlar vızır vızır etrafınızda dolaşır, masaları donatırlar. Taze balık ve deniz mahsullerinde üzerine yoktur. Fiyatı da makuldür. Avantajı da şehir merkezinde İspanya Merdivenlerine yüz metre mesafede bulunmasıdır.
Aynı zamanda Parlamento, Senato ve Başbakanlık Sarayı'na yakın olduğundan öğle yemeklerinde aşına siyasetçilere rastlamak sürpriz olmaz. Birçok kez bakanlarımıza hatta görevle gelen heyetlere bile önermiştim Pizza Ciro’yu ve memnun kaldıklarını söylemişlerdi. Her salonda dev ekrandan ısmarladığınız pizzanın hamurunun yapılışını ve odun fırında pişirilişini izlemek ayrı bir keyif verir müşterilere. Özellikle de kapısında kuyruk olan ve sabırla sırasını bekleyen yabancı turistlere.
En son geçenlerde bir Ankaralı dostumla gitmiştim Pizza Ciro’ya. Dev tabak içerisinde getirilen deniz mahsullü spagetti her zamanki gibi muhteşemdi.
Geçtiğimiz Çarşamba sabahı haberlerde ekrana yansıyan tanıdık Pizza Ciro’nun mekanının önündeki Carabinieri yani jandarma polislerini ve araçlarını görünce şaşırdım. Tanıdık garsonları çıkartıyorlardı tek tek. Sonra da mühürlediler kapısını.
Meğer bizim Pizza Ciro, Napoli mafyası “Camorra”nın kara para aklama merkeziymiş. Baba Ciro ve oğulları Antonio ile Luigi Righi’nin Roma’da tam 28 pizza salonu, restoranı, barı ve şans oyunları mekanı varmış. Toplanan haraçlarda buradan Napoli’ye mafyanın kuryeleri ile elden sevk ediliyormuş.
Camorra’nın Napoli banliyösünde “klan”ı bulunan Righi ailesi restoran işletmeciliği bahanesiyle kara parayı bir güzel aklayıp, paklayıp devlet ihalelerine bile giriyormuş. Baba Ciro’ya ait mekanlarının kasalarından eş zamanlı operasyon sırasında tam 250 Milyon Euro nakit para çıktı.
Haftalık “L’Espresso” dergisinin son kapağı bu mafya gerçeğini fazlasıyla özetliyordu.
Los Angeles yakınlarında Valencia’daki otomobil sergisine Filipinlerdeki tayfun felaketine para toplamak için bir hayırsever olarak katılmıştı.
Zaten daha öncede Haiti depremine, yine Şili’ye yardım için gitmişti. Hep başkaları için yaşadığını söyler bu şekilde mutlu olduğunu da itiraf ederdi.
“Fast&Furious-5” için kendisi ile Roma’da röportaj yapmıştım. Donuk lacivert gözleri hep coşku ile gülüyordu. Hollywood’un en efendisiydi. Mormonlar tarikatına bağlıydı. Otomobil tutkusunu anlatırken adeta kendinden geçiyordu.
Hayatımın en rahat ve belki en keyifli söyleşisini yapmıştım Paul Walker ile. Hız, filmlerindeki gibi onun vazgeçilmeziydi. Belki arkadaşının yerine kendisi direksiyon başında olsaydı bu veda yazısına gerek kalmazdı. Partnerin Van Diesel’i zamansız öksüz bırakıp gittin. Güle güle donuk gözlü hayırsever efendi adam.
*
95 yaşında yaşamını yitiren Güney Afrika’nın “Baba” sı Nelson Mandela’yı beyazperdede “İnvictus” (Yenilmez) filminde canlandıran Morgan Freeman, bana Roma’da efsane lider ile nasıl tanıştığını anlatmış ve ne denli onur duyduğunu belirterek “Madiba” nın kendisine “Beni, hep senin canlandırmanı istemiştim. Çünkü sana ve aktörlük yeteneğine güven duyuyorum. Bu isteğim yerine geldi” dediğini hatırlatmıştı.
Yönetmen Clint Eastwood’un Güney Afrika Ragbi milli takımının şampiyon olmasıyla ilgili “Invictus” filmi için konuşan Morgan Freeman “Kendisi benim de kahramanımdı. Çekimler başlamadan yanına gittiğimde, ‘Bir gün hayatımn filmi çekilecekse beni senin canlandırmanı arzu ediyordum. Çünkü sana güveniyorum ve bu isteğim yerine geldiği içinde memnunum’ dedi. Tabii onu canlandırmak için birçok videosunu izledim, konuşmalarını okudum, belgeleri taradım hatta gidip yattığı cezaevinde ki hücresini ziyaret ederek çok etkilenmiştim” eklemesi yapmıştı.
Aynı Morgan Freeman “Batman Begins” (Batman Başlıyor) filmi ile ilgili röportajında yine “Hayatımdaki tek arzum bir gün Mandela’yı canlandırmak olacaktır” itirafında bulunmuştu.
Bir üst tura çıkmayı garantilemiş 2 takımda heyecan vermeden 90 dakikayı tamamlamayı kendilerine bir görev gördüler.Zaten taraftarıyla arası limoni olan Lazio, lige daha önem vermiş olacak ki sahaya yedek futbolculardan oluşan bir kadroyla çıktı.Karşılaşmada ilk yarının son 3 dakikasında Lazio iki defa Onur’un kalesinde heyecan ve tehlike yarattı.Trabzonspor da 65.dakikada Henrique ile gole yaklaştı.Bunun dışında iki kaleci bol bol üşüdüler.Bu maçın amacı grup liderini belirlemekti.Trabzonspor da amacına rahatlıkla ulaştı.