Paylaş
Bu şu anlama geliyor; BM Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesinden 5’i hem daimi üye hem de veto yetkileri bulunuyor. Yani Güvenlik Konseyi’nde alınan ve tüm dünyayı ilgilendiren istedikleri kararları diğer üyelerin görüşlerine bakılmaksızın veto edebiliyorlar. Kim bunlar? Ve, buna ne hakları var?
70 yıl önce, İkinci Dünya Savaşı sonrasında galip gelen devletler; ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin, benzeri bir savaşın tekrarlanmaması ve sorunların diplomasi yoluyla çözülüp, ortak alınan kararların yasallaşması için Birleşmiş Milletler’i kurdular. Buraya kadar her şey iyi, ama bu ülkeler savaş kazanmanın gücüyle kendilerin, de Birleşmiş Milletler’in bir anlamda yönetim kurulu olan 15 sandalyeli Güvenlik Konseyi’ni de kurarak burada kendilerine olağanüstü veto yetkisini de veren daimi üyelik ile zaferlerini taçlandırdılar.
BM, geçtiğimiz hafta Suriye içsavaşının gölgesi altında sessizce 70’incı kuruluş yıldönümünü kutladı. Sadece Erdoğan değil, dünyanın pek çok entelektüeli de özellikle Güvenlik Konseyi’nde reform istiyor. 70 yıl önceki savaşı kaybeden Almanya ve Japonya günümüzün büyük ekonomileri Brezilya ve Hindistan ile birlikte Güvenlik Konseyi’nde daimi üyelikle birlikte veto hakkını da istiyorlar. Bu 4 ülke zaman zaman bir araya gelip yıllardır tartışılan BM reform için izleyecekleri yolu konuşuyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM’yi her defasında eleştirerek “Dünya 5’den büyüktür” diyor ama, neden bu gruba katılamıyor?
Dünya 5’den büyük müdür? ve Türkiye, daimi üye olabilir mi?
Bunu rakamlarla inceleyelim; 2015 rakamlarıyla dünya ekonomisinin büyüklüğü 74.5 trilyon dolar. Güvenlik Konseyi’ndeki 5 ülkenin rakamı ise 35 trilyon.
Evet, Erdoğan haklı. 5 ülke diğer 193 ülkenin toplam ekonomik gücünün 4.5 trilyon dolar gerisinde. Ancak, günün ekonomik trendlerine bakıldığında 2020 yılı sonrası aradaki bu fark kapanıyor. Yani Erdoğan bu tezini 5 yıl daha sürdürebilecek. Dünya’nın gerisi 5 ülkeden daha küçük olacak.
Aslında, BM Güvenlik Konseyi üyeliğinin ekonomik güçle bir ilgisi yok. Askeri güçle ilgisi var. Sonuçta bu ülkeler İkinci Dünya Savaşı’nı kazanarak kendilerini buraya yerleştirdiler. Başka bir yol ile de inmeyecekleri ve onları zorlayabilecek kimsenin olmadığı da ortada.
Peki G20 ne iştir?
2008 küresel krizi sonrasında G8 diye bilinen gelişmiş ülkeler; “Hadi diğer büyük ekonomileri de toplayıp, küresel ekonomik istikrarı sağlamak ve gerideki ülkeleri de kalkındıralım” diye geleneksel G20 zirvesini başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk olarak kendi başbakanlığı döneminde toplanmaya başlanan ve dünya liderleriyle aile fotoğrafına girdiği G20’ye laf dokundurmuyor. Şu da bir gerçek ki “Dünya 20’den küçük”. Küresel ekonomik kriz, yoksulluk, ülkeler arasındaki ekonomik uçurumlara rağmen bir sekretaryası, bağlayıcılığı ve yaptırımı olmayan G20 platformuna gruptaki tüm ülke liderleri sıcak bakıyor. Kim bu aile fotoğrafında yer almak istemez ki. İç siyasette kuşkusuz çok işe malzeme oluyor. Bu yıl dönem başkanı olduğumuz için bu yılki fotoğraf Antalya’da çekilecek.
Aslında biz 1990’lı yılların başında dünyanın en büyük 17’inci ülkesi durumuna yükselmiştik. Türkiye tarihi boyunca da zaten hiçbir zaman 25’incilikten aşağıya inmemişti. Yani bu G20 sınıfına girmemiz bizim için büyük bir olay değil. Sıralamada vardık, ama böyle bir toplantı olmuyordu. Şimdi en baştaki cümleyi ve yukarıda verdiğim rakamları açarak aslında kim kimden büyük inceleyelim;
Türkiye yaklaşık 800 milyar dolarlık ekonomisiyle dünyanın 18’inci büyük ekonomisi. Üzerimizdeki Hollanda (870 Milyar) ve onun üzerindeki Endonezya (888 milyar) var. Bu arada; “Neden Hollanda G20’de yok?” diye sormalısınız. O halde aynı soruyu İspanya (1.4 trilyon dolar) için de sormalısınız.
Açıklaması şu; G20 seçilirken hep Avrupa ülkeleri olmasın, biraz çeşitlilik olsun diye Hollanda ve İspanya listeye alınmayıp, listedeki diğer 19 ülkenin başına Avrupa Birliği konuldu. Yani 19 + 1 oldu. Ne İspanya’dan ne de Hollanda’dan bir itiraz gelmedi. G20’nin Pittsburgh (2009) ve Toronto (2010) zirvelerini yerinde izledim. Büyük bir liderler şovu olarak yansıyor. Ekonomik şeffaflıktan bahsediliyor ama, şimdiye kadar başarabildiği önemli bir şey yok. Rusya, Çin ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin bulunduğu grupta ekonomik şeffaflık zaten nasıl olur?
Dönelim “Dünya 5’den büyüktür” meselesine. Hayır, dünya 5’den büyük değildir. Bu 5 ülke diğerlerinden büyüktür. Ve, bunu da ne ekonomik dengelerle ne de bir oylamayla değiştirmezsiniz. BM için sözü geçen “Güvenlik Konseyi Reformu”’nu ise torunlarınız bile göremez. İsteyen istediği kadar bağırsın çağırsın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi İkinci Dünya Savaşı sonunda kurulan bu düzenin değişeceği yok. Çünkü, bu 5 ülke ne onu ne de diğer reformcuları dinlemiyor. Neden dinlesinler ki, Güç bende! diyen bunu başkasıyla neden paylaşsın.
İngilizce P5 (Permanent 5) denilen bu 5 daimi ülke, ABD – İngiltere- Fransa + Rusya – Çin. Yani 3 +2. Batı ve Doğu grubu. Bir de Güvenlik Konseyi’nin ikişer yıllık süreyle, veto yetkisi olmayan Genel Kurul oylamasıyla seçilen 10 üyesi var. Bunları boş verin. Çünkü konsey şöyle çalışıyor; 3+2, yani 5’li gruptan bir taraf, farz edelim Suriye ile ilgili bir karar tasarısı hazırlıyor. Eğer bunu hazırlayan ABD ise, önce İngiltere ve Fransa ile bir odada buluşup tartışıyorlar. Kendi aralarında anlaştıktan sonra, kağıt üzerindeki tasarıyı Rusya’ya gösteriyorlar. Rusya isterse düzenlemeler istiyor veya olmaz diyor. Gerek duyarsa Çin’e de gösteriyor. Çin, 70 yılda sadece 1 defa veto kullandı. Bu işleri onun adına Rusya yapıyor. Diğer 10 ülkenin gerçekten de pek önemi yok. Yoksa Angola veya Litvanya’nın şimdi orada ne işi var? Suriye krizi, ilk başladığında da aynen böyle oldu. Batı grubun hazırladığı tasarı Güvenlik Konseyi’nde oylandı. Geçici üyelerinde onaylamasına rağmen Rusya kararı veto etti. Ve çıkıp şunları söyledi; “Eğer Suriye’ye yönelik bir BM operasyonu olursa, bundan radikaller beslenir. Irak’a benzer.” Buna rağmen yine olanlar oldu. Yüzbinler öldü, milyonlar ülkelerini terk etti. Esat rejimi köşeye iyice sıkışınca bu defa Rusya’dan askeri yardım istedi. Bu BM yönetmeliklerine uygun. Bir ülke başka bir ülkeden kendi sınırlarını savunması için yardım isteyebilir.
Peki “Suriye, Rusya’yı davet etmek için neden bu kadar gecikti?” diye sorabilirsiniz. Neden olsun? Rejim, ülkesinde görmek istemediği diğer etnik grupların çoğundan kurtulmuştu bile. Ama, Şam yine de tehlike altındaydı.
Batı ülkeleri bu aşamada Esat ile uğraşmak yerine hiç beklemediği IŞİD ile mücadele vermek zorunda kaldı. Türkiye ve Katar’ın çok ilginçtir ki baştan beri kararlı bir şekilde dikkatleri IŞİD’den uzaklaştırıp “Esat gitmediği sürece Suriye’de çözüm olmaz “ diye ısrarda devam ediyorlar.
Suriyeli mülteciler Almanya ve Türkiye’nin başına sorun olmaya devam ediyor. Almanya, mültecileri tutması için Türkiye’yi 3.3 milyar dolara razı etmiş görünüyor. Tabii bu paketin içinde Erdoğan’ın AB zirvesine daveti de var. Yani Brüksel’den de yine güzel aile fotoğrafları gelecek.
Çok ilginç, görüyorsunuz, İkinci Dünya Savaşı’nda yenik düşen Almanya, bugün Avrupa’yı mülteci istilasından kurtarıyor. Fransa ise savaşta Almanya’nın işgaline uğrayıp yenik düştüğü halde galip devletler arasında yer alırken, yıllar sonra yeniden bulaştığı Suriye, Paris’in göbeğinde başına bela oldu. Sonuçta terörün sınırı yok. Bazen bir terörist bile dünyayı sarsan katliam yapabiliyor.
Peki Türkiye bu son yaşananların neresinde kaldı? Güneyimizdeki iç savaş, 2 milyon Suriyeli mülteci, Ankara’da yaşanan son terör eylemi, PKK ile yeniden başlayan çatışmalar, Beyaz Toros söylemleri sonrasında AK Parti yeniden tek başına iktidar oldu. Yüzler güldü. Cumhurbaşkanımız dünya lideri ilan edildi.
Peki G20 üyesi ülkemiz, ölümü göze alarak bebekleri kucaklarında kendilerini Ege denizinin azgın sularına atan Suriyeli ya da Afgan sığınmacılara neden cazip gelmiyor? Neden hem Müslüman, hem demokrat hem de gelişmiş Türkiye’de kalmak istemiyorlar? Neden bu insanların hayallerini süsleyemiyoruz?
Mülteciler diyor ki; “Çocuklarımızın geleceğini düşünüyoruz. Biz kaybettik, onlar kurtarsın” . Bakınız, Türk çocuklarının geleceği Suriyelilere hiç cazip gelmiyor. Ülkemizin başka toplumların hayallerine girebilmesi için, sadece güçlü ekonomi, kalkınmışlık ve G20 aile fotoğrafı yetmiyor. Bunun için sağlam demokrasi, kişisel özgürlükler ve kaliteli bir eğitim sistemi gerekiyor. Dünya Liderliği ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyeliğinden geçiyor. Hatırlayın; tam bir yıl önce Türkiye, geçici üyelik için aday olmuş ve Suriyeli mültecilere yönelik inanılmaz yardımlarımıza rağmen İspanya ve Yeni Zelanda gibi rakiplerinin çok gerisinde oy toplayarak bu seçimi kaybetmişti. Çok ilginçtir ki; dünya ülkeleri, İspanya ve Yeni Zelanda’yı G20 üyesi Türkiye’ye tercih etti. Oylamanın son turunda Türkiye’nin sadece 63 oy alabildiğini hatırlarsak; dünya liderliği ne ekonomik büyüklükle ne de jeopolitik güçle geliyor. Ya yukarıdaki 5 ülke arasında olacaksınız, ya da güçlü demokrasi, istikrarlı dış politika ve tarafsızlığınızla kendinizi tüm dünyaya inandıracaksınız.
Paylaş