Paylaş
Her kadın hayatının bir aşamasında sevdiğinin hayatını yaşamak adına kendi kimliğini değiştirmiyor mu?
Din, konuşulması inanılmaz zor bir mevzu. Sivri köşeleri olan, yoruma açık olduğu halde yorumlanması oldukça büyük suç sayılan bir konu. Herkesin inancı kendisiyle Allah arasında olsa bile, bu başkasının inancına karışmayacağız anlamına gelmeyen tek konu.
Tuğçe Kazaz denince akla gelen ilk tasvir ‘din değiştirmesiyle ünlü bir mankenimiz.’ Bu, kalıplaşan bir dalga konusu haline geldi. Ama ben dalga geçmek için yazmıyorum bu yazıyı, zaten oradan yeterince malzeme çıkartıldı. Ben hak verdiğimi söylemek için yazıyorum. ‘Din’ konusunda değil tabii. Her kadının hayatının bir aşamasında kafasının karıştığı bir dönem oluyor. Tuğçe’nin o dönemi hiç bitmiyor sadece olay bu.
Hepimiz hayatımızda en az bir kere Tuğçe Kazaz durumundan geçmişizdir. Erkek arkadaşına ya da o an girdiği ortama göre şekil değiştiren insan konumuna düşmüşüzdür. Tabii bizim geçişimiz büyük ihtimalle Tuğçe’nin yarı yaşında kadar olan hallerimizde oldu, orası ayrı mevzu.
Sevgilinin peşinden ikinci üniversite
Bir kimlik oturtmaya çalışırken, kendimizi tanımaya, eksiklerimizin farkına varıp, diğer insanları bizden değerli gördüğümüz anlarda biri hayatımıza girdi ve onun doğruları dünyanın en mantıklı şeyi gibi göründü. Ben bu olayı, metal müzikle yaşamıştım. Sarı saçlarımı mavi siyaha boyayıp, ortadan ikiye ayırıp sadece burnumu gösteriyordum. Boynum kolyelerden geçilmiyordu. Her yanımdan gümüşler fışkırıyordu. Panda gibi makyaj yapıp, sürekli baygın baygın etrafa bakmaya çalışıyordum. Bir de konserlere falan gidiyordum. Allah’ım yaşarken işkence resmen. Bir başım ağrıyor, o müzik beynimin içinde çalıp duruyordu. Eve gidip, gizli gizli Sezen Aksu, Tarkan falan dinliyordum. Sonra baktım ben ne kadar değişirsem değişeyim, onun istediği gibi biri olamıyordum. Çünkü ben değildim.
Bir arkadaşımın sevgilisi başı kapalı değil diye onu terk etmişti. Yeniden beraber olmak istiyorsa kıza kapanması şartını sunmuştu. Kız da böyle ciddi ciddi düşünüyordu. Bir de hayatının o döneminde bu tip şeyler çok mantıklı geliyor. Zaten kendine uygun bir kimlik arıyorsun. “Ne kaybederim” diye düşünüyorsun. Bir de böyle işin içinde maneviyat olan seçenekler olunca otomatik olarak, yanlış olan senmişsin gibi bir psikolojiye giriyorsun. Sonra kız, adamın kendisini 500 kez farklı kızlarla aldattığını öğrenince tabii olayın kendisiyle ilgili olmadığını anlamıştı.
Bazen kötü olaylara da gebe oluyor bu kimlik arayışı. Sevgilisi sayesinde uyuşturucuya başlayanlar da mevcut. Ona ayak uydurmak adına, bir de tabii ‘normali o’ gibi gelen ortamlarda bulununca kendinden uzaklaştığın evreler... Sen kendinden vazgeçip, beynini yakarken, aaa bir bakıyorsun, kızın biri gelmiş, senin adamı ‘bataklığından çıkartmış.’ Sense orada onlara el sallarken buluyorsun kendini. Bazen de iyi şeyler oluyor. Mesela ben ikinci üniversitemi sevgilim sayesinde okumuştum. “Annemler iki üniversite bitirmiş gelin istiyorlar” dememişti tabii. O kazanınca, onu orada yalnız bırakmak olmaz. Ben iş hayatına atılacağım, o finallerde ders çalışmak adına karı, kızın evinde kalacak. ‘Ya hep ya hiç’ diyerek peşinden gittim. Sonuç, hayatımın en uykusuz, en zor, o korkunç yıllarını yaşadım. Geceleri çalışıyordum, gündüz okuldaydım. Bir süre sonra baktım çocuğu görmez olmuşum. Aaa, ayrılmışız. Aaa o yine gidip, o kızlarla çalışıyor.
Yani demem o ki, Tuğçe Kazaz’ı anlıyorum. Anlamasına anlıyorum da biraz geç kalmış sanki. Her durduğu durağı bu derece benimseyip, onunla ilgili ahkâm kesecek kadar bilgisinin nereden geldiğini sorgulamıyorum bile. Senelerdir araştıran, konuşan, öğrenmeye çalışan insanlar onun kadar konuşmamıştır. Bakalım bundan sonra olan evrede nasıl bir Tuğçe Kazaz çıkacak karşımıza...
Paylaş