Paylaş
1-Bir kere öncelikli olarak ‘biz’ ve ‘diğerleri’ olarak ikiye ayırmayı çok severiz.
2-Başka şehre gittiğimiz zaman, İzmirli olduğumuzu her fırsatta belli edecek hareketler yaparız. Sanki memleketi düşman işgalinden kurtarmış gibi övmelere doyamayız: “İzmir’de şöyle, ay bunu İzmir’de yiyeceksin, İzmir’de bu saatte dışarda olurduk. İzmir’de insanların damarlarından kan yerine alkali su akar bla bla bla.” İzmir’e dönünce ise “Öff bu ne ya, köy gibi. İki adım şehir mi olur” diye burun kıvırırız.
3-Evden çıkıp vapura gidene kadar, sevgilinin eski sevgilisi, eski sevgilinin yeni sevgilisi, borçlun, çocukken asansöre işerken seni yakalayan komşunun oğlu; kısacası herkesle karşılaşma ihtimalin çok yüksek. O yüzden hep anlatacak bir hikâyen, dramatik hale getireceğin olayın vardır. İstanbul’da nerdeee! Eski sevgilimle karşılaşmam için evinin kapısının önünde nöbette beklemem gerekiyor.
4-Kendimizi seviyoruz. Beğenmekten bahsetmiyorum yalnız. Sevmekle beğenmenin arasında çok büyük fark var. Kendimizle dalga geçmeyi seviyoruz. Başkasına bu fırsatı bırakmamak için. Dünya etrafımızda dönsün istiyoruz. Öfff o da yani, işi ne, dönsün etrafımızda ne var!
Çılgın İzmirli arkadaşlarım bizim evdeki hali
5-Şortu nerede nasıl giyeceğimizi biliriz. Güneşi gördüğün gibi giyeceksin, kural bu yani amma abarttılar şort mevzuunu. Karşıyaka-Bostanlı dolmuşunda bacağının o deri koltuğa yapışması, dizinin arkasından sinsice damlayan tere rağmen dünyanın en rahat kıyafeti. Hava ısındığı ilk gün, tişört, ikinci gün şort, üçüncü gün askılı...
6-Siyasi görüşümüz bellidir. En liberali, en dincisi, en fanatiği bile İzmir il sınırını geçtiği gibi “Keşke bileğime Atatürk imzasını dövme yaptırsaydım” diye düşünür.
7-Gece hayatı anlayışımız farklı. Loca, şişe açtırma, şampanya patlatma bu korkunç şeyleri ilk gördüğüm zaman “Pavyon mu ya burası” diye kalp krizi geçirecektim. İstanbul’da utanmasalar punk mekânlarda bile garson elinde şampanyayla fırlayacak. O ne be, o nasıl bir kekomançiliktir. İzmir’deyken gece dışarı çıkıyorsak, ne bileyim yan masadaki insanlarla eğlenebiliriz. Orada tanışabiliriz. Piyasa olmak zorunda değil. ‘Grupça eğlenme’ diye bir hadise var mesela, kızlı-erkekli arkadaş gruplarının olduğu. Zaten gecenin sonu, Kırçiçe-
ği’nde ya da boyozcunun önünde biter. Vapur saati gelene kadar beklersin, sonra gidersin. Burada öyle olmasının imkânı var mı? Sokağa çıkmamız, nefes almamız, yemek yememiz her şeyin altında yatan seks ve çiftleşme umudu gibi.
8-Çeşme’yi sevmeyiz. Ama gideriz, el mecbur. Zaten çoğumuzun babası zamanında ucuz diye oradan bir ev almıştır. Kiminin de Foça’dan. Çok pahalı, çok İstanbul, çok kalabalık. Zamanında su yok, yolları mıcırlı diye sadece Murat Dalkılıç’ı izlemek için gittiğimiz yer için şu an insanlar birbirini öldürüyor.
9-Kol kıllarımız hayatta en son sorun edeceğimiz şeydir. Zaten sarıdır. Ben bunu ilk Ankara’da görmüştüm. Ağdacı, kızın koluna yapıştırınca “Arkadaşıma ne yapıyorsun” diye çığlık atmıştım. Tütsülenmiş tavuk gibi, “Üşümüyor musun” diye sorup durmuştum. Meğer Ankara’da kaş aldırmak kadar doğalmış.
10-Genelde neşeli oluruz. Bütün arkadaşlarımı düşünüyorum orada, her türlü karakter özellikleri aklıma geliyor, sinir gelmiyor. Kavga ederken bile sinirlenmeyiz ama inanılmaz gıcık oluruz. Gözlerimizi dikip, gülümseyerek karın boşluğuna vururuz. Sonra da ‘senin iyiliğin için’ der, arkamıza bile bakmayız.
11-Güzel içeriz. Ayy bu “Güzel içeriz” cümlesinden de nefret ediyorum. Üstelik ben tam bir yüz karasıyım. O yüzden, kendimi çıkartıp konuşmak gerekirse diyet listesinde sadece ‘alkol yok’ kuralına uymayız.
12-İstanbul’u gözümüzde çok büyütürüz. Çocukluktan itibaren, tek muhabbet “İzmir’de iş yok yae, İstanbul’a gitmeliyiz!” Akmerkez’in önünde fotoğraf çektirip, albümüne koyan arkadaşlarım vardı benim. Bize Tatilya’yı bir anlatırlardı, Disneyland yanında Orhan Gazi İlkokulu! Tek amacımız, İzmir’den kurtulmaktır. Öyle ya da böyle bir şekilde İstanbul’da bir süre yaşarız. Sonra ağlaya ağlaya geri dönmek isteriz. Döndüğümüz zaman sıkılırız. Emekliliği bekleriz, beklerken ise insanlara İzmir virali yapmaya devam ederiz.
NOT: Bu kadar İzmir’den bahsetmişken, 19 Nisan’da memleketime dönüyorum, 19 Nisan Pazar, İzmir Kitap Fuarı’nda imza günümde buluşalım mı?
Paylaş