Biz duymuyoruz ama elektronik kirlilik bas bas bağırıyor ve bizi hasta ediyor
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Pek çok şeyi görüyoruz ama duyamıyoruz. Hatta sırf bu yüzden birçok şeyi tamamen sessiz zannediyoruz. Belki de sesini duymadığımız için birçok şeye yeterince önem de vermiyoruz.
Örneğin, cep telefonu, mikrodalga fırın, dijital telsiz telefon, bebek monitörü, telsiz gibi aletler, dalgalar yaymakta. Vücudumuzda kullandığımız tüm metaller (sutyen teli, ayakkabı bağı, kemer, yatak yayları vs.) ise anten görevi görmekte. Seslerini duysaydık onlara bakışımız değişir miydi? Duyulmayan sesleri nasıl duyurulur hale getirebiliriz?
Örneğin öğretmeniniz beş duyu organıyla bir elma ağacını incelemenizi isteyen bir ödev verseydi, ne yapardınız? Şüphesiz görmeleri için ağacın fotoğrafını ve ona dokunmaları için de dalından bir parçayı sınıfa götürebilirdiniz. Meyvesini yiyerek ağacı tatmak da mümkün diyebilirsiniz. Onun için eskiden yaptığımız yerli malı haftalarında olduğu gibi ‘yerli malı yurdun malı onu herkes kullanmalı’ deyip sınıfa elma getirip dağıtabilirdiniz. Ama onu nasıl duyuracaksınız? Büyük kızım Amerika’da üçüncü sınıfa giderken benzer bir ödev için bu soruyu bana sormuştu. ‘Şimdi vaktim yok’ deyip kurtarmıştım ama soru sonra hep aklımı kurcaladı durdu.
EVİMİZİN İÇİNDEKİ SES KİRLİLİĞİ
İngiltere’de yaşayan kuzenim Ümran Altunkaya’nın anlattıklarına göre artık sessiz ve zararsız sandığımız şeylerin de sesleri duyulur hale getirilmiş. Ümran’ın anlattıkları kısaca şöyle:
Londra’nın göbeğinde Gina Lazenby’nin evindeyiz. Gina uluslararası bir yazar. İngiltere’deki ilk Feng Shui okulunun kurucusu ve Feng Shui kitapları yazarı. Şimdilerde Sağlıklı Evler (www.TheHealthyHome.com) üzerine araştırıyor ve kitaplar yazıyor.
Değişik milliyetlerden bir grup sağlıklı yaşam takipçisi oturma odasında dikkatle Gina’nın küçük bir aygıtı kutusundan çıkarmasını izliyoruz. Gina aygıtın düğmesini açar açmaz kulakları tırmalayan sesler odayı dolduruyor. Kulaklarımızı tıkıyoruz. Ses inanılmayacak derecede rahatsız edici. Bu sesin beş metre karşıdaki komşu evin telsiz telefonundan geldiğini öğreniyoruz. Hepimiz şaşkınız! Cep telefonunun bu tür etkilerini duymuştuk ama masum bir telsiz ev telefonunun bu kadar rahatsız edici olabileceğini hiç düşünmemiştik.
Gina mutfağa girip sadece ‘konvansiyonel pişirme’ fonksiyonunu kullandığı mikrodalga fırının ‘mikrodalga’ fonksiyonunu çalıştırıp mutfaktan kaçarcasına çıkıp kapıyı kapatıyor. Bu defa odayı vınlayan cızırtılar dolduruyor. Uzay istasyonunda algılanan garip sesler gibi. Gina aygıtı elektrik düğmesine yaklaştırıyor. Yine huzursuz eden garip sesler. Ardından cep telefonlarının istasyon ararken çıkardıkları tırmalayıcı cızırtılar ve derken bilgisayardan gelen korkunç sesler. Gina’nın elindeki, insan kulağının duyamadığı, yani bizim frekansımızın altında veya üstündeki sesleri duyabileceğimiz hale çeviren bir aygıt. Odadakiler olarak bizler bu durum karşısında dehşete düşüyoruz, çünkü biyo-manyetik bir sistem olan vücudumuz inanılmaz bir saldırıyla boğuşuyormuş meğer.
Bu güne kadar hepimiz hayatımızı tehdit eden en önemli unsur olarak zavallı ‘ozon deliği’ni filan görmüşüz. Odak noktamızı tamamıyla dışarıya döndürmüş ve en çok vakit geçirdiğimiz evimizin, ofisimizin içindeki tehlikeleri hiçbir zaman bilmemişiz. İçerideki kirlilik dışarıdakinden çok daha tehditkár hale gelmiş!
Teknolojik gelişmeyle birlikte insanlık doğal ortamından, onun vücudunun ihtiyaç duyduğu topraktan uzaklaşmış. Toprakla aramıza önce beton döküp yerkürenin şifalı mıknatıs etkisini kesmişiz. Sonra o da yetmiyormuş gibi araya ve duvarlara elektrik kabloları döşeyerek etrafımızda insan yapımı ve insana zararlı elektromanyetik bir alan, yani elektro kirlilik (Electro Smog, Electro Pollution) yaratmışız. Duvarlarımızı kimyasal boyalarla boyamışız, zeminleri doğal olmayan maddelerle döşemişiz.
VÜCUDUMUZ SESİNİ NASIL DUYURUR?
24 saatimizin neredeyse hepsini kapalı ortamlarda geçiriyor, havayı bile taze soluyamıyoruz. Birçok modern (!) plazada cam açılmıyor, taze hava gelmiyor, zemin ve tavan elektrik kablolarıyla örülmüş, her taraf bilgisayarlarla donanmış. Halılardan, boyalardan, mobilyalardan ve elektrik kablolarından yayılan kimyasal zehirleri soluyoruz. Ofislerde her metrekareye dünya standartlarına göre çok daha fazla sayıda insan yerleştirilerek zaten az olan oksijen daha da azaltılıyor ve oksijen eksikliğine bağlı olarak baş ağrısı, yoğunlaşma eksikliği, stres, depresyon artıyor, mite’lar yaşamak için daha elverişli ortama kavuşuyor. Daha az kira ödeyelim derken iş kaybı artıyor.
Ofisten eve gelince değişen bir şey yok. Evimiz de zararlı ışınlar ve duyamadığımız sesler yayan TV, mikrodalga fırın, cep telefonu, dijital bebek alarmı, telsiz telefon, bilgisayar gibi elektronik kirlilik saçan eşyalarla dolu. Bunlar sizde yoksa bile komşunuzda var ve etki alanları içindesiniz. Mesela, güçlü bir cep telefonu baz istasyonundan veya yüksek gerilim hattından kaçamazsınız.
Kısacası vücudumuzu iyileştirici doğal etkilerden uzaklaştırıp, zarar veren etkenlerin içine atmışız ve sonra da ‘neden hastalıklar arttı?’, ‘ilaçlar artık işe yaramıyor’ diye dövünmeye başlamışız. Tehlike korkunç boyutlarda! Evimizdeki/ofisimizdeki kirlilik bizi hasta ediyor!
Kızım elma ağacına bir odun parçasını sürterek çıkarttığı sesleri teybe kaydedip ödevini yapmıştı. Duymasak da kesilip yok edilen ağaçların da çığlık atan bir sesi var... Peki, vücudumuz sesini nasıl duyuruyor?