Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu

Şehir trafiğinin su ve buz halleri

14 Mayıs 2012
Trafikte daha çok orman kanunlarının geçerli olduğunu düşünürüz. Aslında “Murphy Kanunları” da iş başındadır. Onları bilmeden asla trafiğe çıkmamalı!

ABD Hava Kuvvetleri mühendisi Edward Murphy’nin 1949 yılında ortaya koyduğu kanunlar yaygın olarak “Ters gidebilecek her şey, ters gider” şeklinde ifade edilir. Özellikle en kötü zamanlarda ortaya çıkan birçok sorun bu kanunlarla açıklanır. Aslında onlar, analitik ölçüt olarak hataları önleme stratejisi olarak kullanılan bilimsel kurallardır.

TRAFİĞİN MURPHY KANUNU’NU YAZDIM

Bu kanunlar trafiğinin su gibi akarken bazen birden bire neden buz gibi katılaştığını da açıklar. Ayrıca bu kanunlar trafik canavarı, maganda, makasçı, tacizciyi de anlamamıza yardım eder. Ruh sağlığınızı korumamıza yardımcı olur. Derlediğim Murphy’nin Sürücü Kanunları’na ait bazı örnekler şöyle:
- Değiştirdiğin şerit açılır, girdiğin şerit tıkanır!
- Hızlı da gitsen yavaş da gitsen, o kırmızı ışığa yakalanırsın!
- Sakin bir sokağa park yeri aramak için girdiğinizde arkanızda otomobil konvoyu oluşur!
- Önünüzdeki araçla aranıza güvenli mesafe bırakırsanız birisi gelip oraya girer!

Yazının Devamını Oku

Gökkuşağı sizin için ne anlama gelir

7 Mayıs 2012
Dibinde bir küp altın olduğu düşünülen yedi renkli kemer, Türkçede gökkuşağı, alkım, ebemkuşağı, yağmurkuşağı, eleğimsağma ve alaimisema diye isimlendiriliyor. Peki hakkında ne biliyoruz?

Gökkuşağını görebilmek için güneşi arkanıza alarak yağışa doğru bakmalısınız. Yani bu renk cümbüşünü sadece sabahları batıya, akşamları ise doğuya baktığımızda görebiliriz. Bir Kızılderili atasözü “Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip olamaz” diyor. Gökkuşağının oluşması için havada da mutlaka yağmur olmalı.

HER ULUSUN BAKIŞI FARKLI

Gökkuşağı sadece seyirlik bir şey mi? Yoksa doğada bizim henüz bilmediğimiz bir anlamı mı var? Aslında din kitaplarına da girmiş bir olaydır! Örneğin, Tevrat’taki bir hikâyeye göre, Nuh Tufanı’nı sona erdikten ve Allah dünyadaki yeni yaşam için Hz. Nuh’a öğütler verdikten sonra gökyüzünde mucizevi bir gökkuşağı oluştu. Tevrat’a göre tufandan sonra gökkuşağı, Hz. Nuh’un elindeki “yayı” yere bıraktığına ve dünyanın bir daha sellerle yok olmayacağına dair bir işaretti.
Buna benzer şekilde gökkuşağı ile ilgili dünyada pek çok hikâye var. Bir çok ulus gökkuşağını dev bir köprü ya da bir kapıya benzetir. Örneğin, Ruslar, Avusturyalılar ve Japonlar, gökkuşağını ölenlerin ruhlarının cennete gitmek için kullandıkları köprü olarak görür. Yeni Zelanda yerlileri de ölen kabile şeflerinin yeni evlerine gitmek için kullandıkları yol olarak düşünür. Güney Afrika’nın Zulu yerlilerine göre de kraliçenin kemeridir. Almanlar çifte gökkuşaklarındaki ikincil gökkuşağını, şeytanın işi olarak görür ve ikinci gökkuşağını şeytanın Allah’a karşı üstün gelmek için yaptığını söyler.
Sibirya civarında yaşayan Moğollar ve Şiroki Kızılderilileri de onun Güneş Tanrısı’na ait paltonun eteği olduğuna inanır. Bu ortak inanç, Moğollar ile Kuzey Amerika yerlilerinin akraba oldukları düşüncesini de kuvvetlendiren bir delil. Bazı Budistler ise gökkuşağındaki renkleri yedi gezegen ve dünya üzerindeki yedi bölge ile ilişkilendirir. Araplar, Allah’ın veya bulutun bir yayı olduğunu düşünür. Hintliler ise tanrıçaları Indra’nın, Yunan tanrısı Zeus gibi, gökkuşağını mızrak olarak kullanılan yıldırımla birlikte yay gibi yanında silah olarak taşıdığına inanmakta.

DENİZCİLERE İŞARET

Ülkemizde de gökkuşağı ile ilgili inanç ve hikâyeler bulunmakta. Örneğin, “gökkuşağının altından geçen erkekler, kız; kızlar da erkek olur.” Gökkuşağı ile ilgili inançları tartışmamız mümkün değil, ama cinsiyet değiştirme gibi hikâyeler doğru değil. Yoksa günümüzde ameliyat olmak yerine uçaklarla aslında daire şeklinde olan gökkuşaklarının içinden geçerek acısız ve sancısız cinsiyet değiştirebilirdik. Gökkuşağı ile ilgili en doğru gözlemler denizcilere ait. Denizciler gökkuşağını sabahleyin görürlerse o gün olası bir fırtınadan dolayı endişe duyarken; akşam görürlerse bir sonraki gün havanın güzel olacağını bilirler ve mutlu olurlar. Bu meteoroloji bilimine göre de doğrudur.

Yazının Devamını Oku

Hayatımızdaki haleler ve laleler!

30 Nisan 2012
İlk defa bir partinin ilçe başkanlığına gittim. “Etrafınızı saran işe yaramaz tiplerden arkadaki ormanı göremiyorsunuz” dedim. Bana “Onlar siyasilerin halesidir” dediler!

Siyasilerin halesi ile atmosferdeki hale arasında nasıl bir benzerlik olabilir? Meteorolojide iki tip hale, yani ışık halkası var: Gelen güneş ya da ay ışınlarını, havadaki kurşun kalem gibi altı yüzlü çubuk ve kolon şeklinde olan, buz kristallerini yandan 22 derecelik bir açıyla ya da ucundan 46 dereceyle kırarak (eğerek) aşağıya doğru yoluna devam ettirir. Böylece güneşe ya da aya doğru bakan kişi, onların önünde daha çok 22 derecelik haleyi; nadiren de 46 derecelik haleyi daire ya da yay şeklinde görür.
Halk arasında ise daha çok hale, melek ve aziz tasvirlerinde kafalarının etrafında çizilen beyaz halka olarak bilinir ve haale gibi a’sı uzatılarak okunur. Aslında halenin geçmişi ta eski Mısıra dayanır ve güneş tanrısını sembolize eder. Sonuçta gördüğünüz gibi melek ve aziz halesi de güneşle ilişkilidir. Böylece, bir de “kutsal ışık” denilen “Heiligenschein” yani “Alman Halesi” de var. Bayan Hale’ler de var ama onlar burada konumuz değil!
Haleler gökyüzündeki buz kristallerine işarettir, dünyanın her yerinde ve tüm yıl boyunca görülebilirler. Bu buz kolonları bulundukları bölgedeki hava sıcaklığının -22 ila -50 C derece arasında değiştiğini gösterir. Haleler bazen daire; bazen de yay şeklinde de görülse, gökyüzündeki konumuna bakılmaksızın her zaman aynı büyüklüktedirler. Kutuplarda ise hale, yalancı güneşle birlikte görülebilir. Haleyi görmek için (güneşe direkt bakmadan!) parmaklarınızı bir karış açın ve güneşin üzerine başparmağınızı yerleştirin. Hale, küçük parmağınızın ucuna yakın bir yerde olacaktır…
Haleler, ilerleyen bir cephe sisteminin önündeki “cirrostratus” bulutları nedeniyle de oluşabilir. Bu nedenle, haleler genellikle yağmurun bir işareti olarak görülür. Böylece pek çok dilde hale ve yağmur ile ilgili atasözleri var. Örneğin, Meksika ve ABD’de “Güneşin çevresinde hale var ise, yağmur yakındır” denilir. Fakat, halelerin çoğu cephe sistemleri ile ilişkili olmadığı için güvenilir bir tahmin aracı değildir; bazen de yaklaşan fırtına yön değiştirebilir veya yağmur üretmeden de geçip gidebilir.

GÜÇ SAHİPLERİNE UYARLAYINCA

“Ay veya diğer parlak cisimlerin etrafında oluşan daire şeklindeki ışık” olarak haleyi basit bir şekilde tanımlarsak güç sahiplerine uyarlamamız kolay olur. Yani her devirde siyasi, vb. güç ve makam sahibi kişiler, etrafını saranlar “lale” diyebileceğim kişilerce parlatılıyor! Haleli de, etrafında hale oluşan laleler de mutludur. Fakat güç sahibinin etrafında oluşan halenin ömrü, onların koltukta oturma süresine eşit. Sonra onu zifiri bir karanlık sarar. Fakat hale oluşturan lalelerin büyük kısmı parlatılacak yeni birini bulur! Giden ağam gelen paşam durumu bu tür haleler ve laleler için de geçerlidir.
Güçlü kişilerin halelerine de bakarak tahmin yapılamaz. Yani bu tür haleler de hiç güvenilir değil! Yüzümüze karşı hiçbir şeye “hayır” demediklerini, hatta hep duymak istediklerimizi söyleyip kebap filan da ısmarladıklarını ama kendi bildiklerini okudukları çok görülür. Yani güç sahibi kişilerin halesine bakarak onlardan bir şey beklemeyin. Güneş ve ay, birer tane ama etraflarında hale oluşturan buz kristallerinin sayısı çok. Güç sahibi insan halelerinde ise hem güneş ve ay, hem de onların etrafında hale oluşturan güç ve menfaat düşkünü laleler çok fazla sayıda. Maalesef güç sahipleri etraflarında lalelerden oluşan haleden bir süre sonra ne gerçeği, ne de kendini görür hale geliyor...

Yazının Devamını Oku

3 bin yıllık Aydıntepe yeraltı şehri keşfedilmeyi bekliyor

23 Nisan 2012
Bayburt’taki erken Hıristiyanlık dönemine ait yeni bir yeraltı şehri birkaç yıl önce tesadüfen bulundu. Ortaya çıkarılan 3 bin yıllık tarih hazinesi artık ziyarete açık.

Bayburt şehri başlı başına bir tarih, kültür hazinesi. En önemli zenginliklerin biri Bayburt’un kuzey batısında, merkeze 25 kilometre uzaklıktaki mütevazı Aydıntepe (Hart) ilçesinin Aydıntepe Yeraltı Şehri’dir.
Aydıntepe Belediye Başkanı Orhan Eraslan’la yeraltı şehrini gezerken onun sanat, tarih ve arkeoloji bilgisine hayran kaldım. Bu işe o kadar çok gönül ve mesai vermiş ki bu konularda adeta uzmanlaşmış. Bana anlattıklarına göre; Aydıntepe Yeraltı şehri, kent yerleşkesinin hemen altında. Dehliz şeklindeki mekanların varlığını halk daha önce de biliyordu, fakat içine girilmemişti. 1988’de inşaat kazısı sırasında tesadüfen gün yüzüne çıkarılan yeraltı yerleşimi Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu’nca koruma altına alınmış.

TEK TAŞA OYULMUŞ

2008’den sonra Koruma Kurulu’nun onayıyla ilçe belediyesi tarafından, Müze Müdürlüğü’nün denetiminde yapılan çalışmalarla gezilebilir alan 850 metreye çıkarılmış. Karadeniz Teknik Üniversitesi ile yapılan sismik taramalar neticesinde, şehrin güneydoğu kesiminde de başka dehlizlerin olduğu tespit edilmiş. Bu kısımlar da daha sonra yapılacak çalışmalarla ortaya çıkarılacak.
Yeraltı şehri hiçbir yapı malzemesi kullanılmadan tüften oluşan tek ana kayaya oyulmuş. Koridorlar, sağ ve solunda odalar, yer yer geniş alanlar, aydınlatma için lamba yerleri, havalandırma delikleri bulunmakta. Hemen üstündeki tepede bir yerüstü kalesi var. Kale eteklerindeki arkeolojik kazılarda yaklaşık 4 bin yıllık mezarlar tespit edilmiş. Bu da Aydıntepe’nin eski adıyla Hart’ın ne kadar eski bir yerleşim olduğunu göstermekte.

TOPLANTI SALONU HAVUZU BİLE VAR

Yeraltı şehri içindeki duvar figürleri 3 bin yıllık bir tarihi işaret etmekte. Bu mekanlar zamana bağlı olarak, Hıristiyanlar ve Müslümanlar tarafından da kullanılmış. Kullanım amacının genel olarak sığınmaya yönelik olduğu düşünülüyor. Yani halk tehlike durumunda buraya sığınılıp, sonra dışarıda yaşamına devam ediyormuş.

Yazının Devamını Oku

YGS’de hangi sorular iptal edilmeli

16 Nisan 2012
Meteoroloji profesörü olarak bu yıl Yükseköğretime Geçiş Sınavı’na (YGS) girseydim coğrafyadaki bazı iklim sorularını yapamazdım. Yanlış anlamayın, konuyu bilmediğimden değil; tam aksine doğrusunu bildiğim için!

Maalesef coğrafyadaki meteoroloji konularında “Dünya gider Mersin’e biz gideriz tersine” bir durumumuz var. Dünyada bağıl nem, “verilen bir sıcaklıkta havanın içerdiği aktüel buhar basıncının, aynı koşullarda içerebileceği maksimum su buharı basıncına oranı” olarak tanımlanır. Türkiye’de ise bazı coğrafyacılara göre bağıl nem, genellikle “belirli bir sıcaklıkta havada bulunan nemin, havanın o sıcaklıkta taşıyabileceği neme oranı” olarak yanlış bir şekilde tarif edilip YGS’de de sorulup durulmakta.

BU FORMÜLLE ASLA BAĞIL NEM HESAPLANMAZ

18’inci yüzyılda ortaya çıkan Dalton Kanunu’na göre, havada bir molekülün başka bir molekülü taşımadığının bilindiğini söyleyerek bu “taşıma“ ifadesinin çok yanlış olduğunu hep anlattım durdum. Bunun bir sonucu olarak en son (MEB 9. Sınıf Coğrafya Kitabı’nda) bağıl nem, “herhangi bir sıcaklıkta hava içinde bulunan nem miktarının aynı sıcaklıkta o havanın bulundurabileceği nem miktarına oranı” olarak tanımlandı.
Fakat hâlâ oksijen havadaki moleküllerini su buharının hamalı sanan “taşıyıcılar”, bağıl nemin formülünü hâlâ (mutlak nem / havanın taşıyabileceği nem) x100 olarak vermekte. Mutlak nem ölçülemediğine göre bizim coğrafyacıların bu yanlış denklemini kullansaydık bağıl nemi asla hesaplayamazdık! Ayrıca bağıl nemin, yüzde 100 olmasının havanın nem bakımından doyduğunun ve bunun yağışın başlayacağının bir göstergesi olarak kabul etmekteler. Son Coğrafya kitabında ise sadece “taşıyabileceği” ifadesi kaldırıldı. Fakat “havanın bulundurabileceğinden fazla nem yüklendiği zaman yoğuşur ve yağış olarak yeryüzüne düşer” denilerek bizdeki şok, şok durumunu devam ettirdi.

AKLA VE BİLİME ZİYAN İKİ SORU

İşte bu yüzden ÖSYM 2012-YGS Basın Kitapçığı’nın 22 ve 24’üncü Coğrafya sorusu bilime ve akla ziyan bir sorudur. Örneğin, 24’üncü soruda K’dan P’ye  kadarki merkezlerdeki hava sıcaklığı maksimum ve mutlak nem miktarları verilmiş ve aşağıdakilerden hangisi yanlıştır, diye sorulmuş. Cevap şıklarından a’da sanki bağıl nem, mutlak nemin maksimum neme oranı şeklinde hesaplanırmış gibi bir rakam verilmiş. Sanki bağıl nem yüzde 100’den fazla olunca da yağış olurmuş gibi, b ve c şıklarında da tespitler yapılmış. Diğer d ve e şıklarında ise buharlaşma ve yoğuşma sorgulanmakta. Bir yerdeki buharlaşma ve yoğuşma sadece oradaki yüzeyin buhar basıncı ile havanın buhar basıncı arasındaki farka bağlı olduğu için bu soruda verilenler ile bu konuda da bir şey söylenemez. Sonuç olarak bu soruda bir şık değil; tüm şıklar yanlış. Yani soru yanlış!..

TÜRKİYE NASIL LİDER ÜLKE OLACAK

Soruyu hazırlayan coğrafyacı aslında bu soruda kendi ezberi ile de ters düşünmüş. Hani “havanın bulundurabileceğinden fazla nem yüklendiği zaman yoğuşur ve yağış olarak yeryüzüne düşer”di. Sorudaki M noktasında mutlak nem 15, maksimum nem 10 olarak verilmiş! Akla ziyan bir durum bu! Hani mutlak nem, hiçbir zaman maksimum nemden fazla olamazdı ve hemen yağış olup yeryüzüne düşerdi...  22’nci soru ise başka bir dert!

Yazının Devamını Oku

Tüm il afet ve acil durum müdürlükleri çöküp, kapanıp, tutunmalı

9 Nisan 2012
Afetlere hazırlık konusunda yılları boşa heba ettik. En basitinden birey olarak deprem anında nasıl davranmamız gerektiğini hiç bilmiyoruz ya da çok yanlış şeyler öğrenmişiz.

“Şu anda deprem olsa bulunduğunuz yerde ne yaparsınız” diye sordum Twitter’da. Gelen cevapların bazıları: “Çocuğu kapıp dışarı fırlayacağım! Hanım başının çaresine bakacak! Moda’da trafikteyiz arabadan inmek gerekir mi? Donup kalırım. Sağlam bir eşyanın yanında yaşam üçgeni uygularım, mutfaktaysam bu buzdolabı olabilir. Yatakla gardırop arasına çömelirim. Giriş kattayım ya camdan ya kapıdan dışarı atlarım. Kafana yastık alıp kaçacaksın, başka çare var mı? En üst katta oturduğum için dışarı kaçmaya çalışmam, masanın altına girer Ayetel Kürsi okumaya başlarım; ateistlik oraya kadar...” Görüldüğü gibi maalesef hâlâ deprem anında çok yanlış şeyleri yapmaktan bahsediyoruz.

BU ÜÇLÜYÜ UNUTMAYIN

Deprem anında binaların tamamen yıkılıp yassı kadayıf şeklini alması kabul edilemez bir durum. Bu tür binalardan canlı çıkmak da şansa bağlı. Binalarımızın yüzde olarak büyük kısmı yassıkadayıf olmadığı için sırf bu tür binalara bakarak depreme maruz kalan tüm yapılarda geçerli olmak üzere üçgen, yat-uzan şeklinde de bir kurul da konulamaz. Hasarlı veya hasarsız binalarda ölüm ve yaralanmalara daha çok eşyalar, camlar gibi yapısal olmayan riskler neden olmakta. Bu nedenle depremden korunmanın evrensel olarak kabul edilen tek davranış şekli “Çök-Kapan-Tutun”dur. Bu öğreti, ABD’de FEMA, Red Cross, NWS; Türkiye’de İTÜ, BÜ, KIZILAY, AFAD Başkanlığı, İstanbul AFAD Müdürlüğü, İBB, TDV gibi belli başlı tüm kurum ve kuruluşlarca başta deprem, hortum, yıldırım olmak üzere hedef küçültüp bir çok afetten korunmak için tavsiye edilmekte. Fakat her ne akılsa, Türkiye’de birkaç tane sandviç olmuş binada arama kurtarma yapanlar, tüm dünyadaki üniversiteler, kurum ve kuruluşlardan daha bilgili hale geliveriyor. Birkaç yıkık binaya bakıp yıkılmamış tüm binalarda da geçerli olacak şekilde kafalarına göre bir korunma kuralı oluşturup halka öğretebiliyor.

PROVA HATAYI AZALTIR

Deprem anında eğer iş yerinde veya okuldaysanız ÇÖKüp bir sıranın veya sağlam masanın altına girin. Pencerelerden, kapılardan, cam bölmelerden, kitaplık, kütüphanelerden, lambalardan, tablolardan, asılı çiçeklerden, saksılardan, dolaplar ve diğer düşebilecek cisimlerden uzak durun. Özellikle sırtınızı pencerelere dönük bir şekilde KAPANıp kafanızı ve ensenizi düşen cisimlerden koruyun. Sarsıntı sona erene kadar sallanan masayla beraber hareket edebilmek için masanın bacağına TUTUNun. Masanın bacağını tutan kollarınızın üzerine yüzünüzü koyarak uçuşan cisimlerden gözlerinizi ve yüzünüzü koruyun. Eğer bir sıra veya masa yakınınızda yoksa iç duvarların dibine ÇÖKüp, KAPANarak kafanızı ve ensenizi kollarınızla koruyun ve olduğunuz yerde savrulmadan TUTUNup sarsıntının geçmesini bekleyin. Eğer dışarıda açık alandaysanız binalardan, duvarlardan, ağaçlardan, direklerden, tabelalardan ve elektrik tellerinden uzak durup, yere ÇÖKüp, KAPANarak kafanızı ve ensenizi kollarınızla koruyun ve olduğunuz yerde savrulmadan TUTUNup sarsıntının geçmesini bekleyin. Eğer araç kullanıyorsanız, dikkatli ve yavaş bir şekilde aracı yolun en sağına çekerek durun. Durduğunuz yer köprü ve enerji nakil hatlarının altı veya trafik ışıklarına yakın olmamalı. (Daha fazla bilgi için: www.guvenliyasam.org veya www.dropcoverholdon.org)
Gerçek bir depremde kişilerin paniğe kapılmadan doğru hareket etme şansı, her Çök-Kapan-Tutun egzersizi yapıldığında 2 kat artıyor. Bu bilimsel olarak ispatlanmış. Böylece, afetlere hazırlık evden, tatbikatlarla ve doğru bir şekilde başlatılmalı.

KURAL UYDURUYORLAR 

Yazının Devamını Oku

Şen ol Bayburt, şen ol sende “nem” kaldı

2 Nisan 2012
Enişteleri olmama rağmen Bayburt’a iki kez gidebildim. İlk gidişimde Türkiye’nin ayakta kalan en uzun, en sağlam yer üstündeki muhteşem kalesini görebilmiştim. Bu sefer de yerin altına kale olarak inşa edilmiş ilginç yer altı şehrine şaştım kaldım.

Bayburt’un nüfusu az ve iklimi soğuk, fakat insanları sıcak. “Bayburt dağlarında tabakam kaldım, şen ol Bayburt şen ol, sende nem kaldı” türküsünü duymuşunuzdur. Yine çok bilinen “Kara basma iz olur” da Bayburt bir türküsü. Şimdi değerli Bayburt Valisi Hasan İpek’in valiliğin web sitesinde gösterdikleri Bayburt türkülerini dinliyorum. Bayburt türkülerinde sanki “kar”, “su” ve “dağ” öne çıkıyor...

Bir atmosfer bilimci olarak düşününce küresel iklim değişikliği ile beraber Bayburt’un geleceğinde de su, kar ve dağların çok önemli rol oynayabileceğini gördüm. Evet unutulmuş Bayburt’un doğası ve iklimi onu ileriki yıllarda bir cazibe merkezi yapabilir. Çünkü ilin Anadolu’nun kuzey doğusunda Çoruh Nehri kenarında ve denizden ortalama 1,550 metre yükseklikte kurulmuş olması, ovası, akarsuları, vadileri, etrafını çevreleyen yüksek ve karlı dağları gibi her yere nasip olmayan çok önemli zenginlikleri var...

İKLİM DEĞİŞİMİ AVANTAJ GETİREBİLİR  

Ekonomisi, coğrafik şartlarına bağlı olarak tarım ve hayvancılığa dayalı. Fakat artık ilin tarihi gelişimi içinde değişmeyen bu temel özelliğini küresel iklim değişimi değiştirebilir. Bayburt bitki örtüsü bakımında çeşitlilik göstermesine rağmen zengin değil. Ancak dağlar arasında kalan vadilerin oluşturduğu “mikro-klima” sayesinde bir çok çeşit meyve, ürün yetiştirilebilir. Özellikle linyit termik santralı gibi kirli bir sanayisinin olmaması nedeniyle, temiz topraklarında organik tarım yapılma potansiyeli de çok yüksek.

Küresel iklim değişikliği senaryolarına göre, özellikle Batı ve Güney illerimizde yaz aylarında hava sıcaklıklarındaki artış kuvvetli olacak. Sıcak hava dalgaları nedeniyle de Ege ve Akdeniz kıyılarında yazın yoğunlaşan deniz, kum ve güneş turizmi sekteye uğrayabilecek. Bu durumda dayanılmaz ölçüde sıcak olacak olan yaz aylarında insanlar sağlığını korumak için daha serin olan kuzeydeki yüksek kesimlere gidecek. Sonuç olarak, ülkemizde en fazla yaylaya sahip illerimizden Bayburt’ta yazın yayla turizmi büyük bir ekonomik sektör olabilir.

KALKINMA HAMLESİNDE DOĞA KORUNMALI

Yine küresel iklim değişikliği senaryolarına göre ülkemizde ılımanlaşan ve kuraklaşan kış aylarında Bayburt ve çevresi dahil olmak üzere Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yağış/nem artışı olacak. Dünya 1500 metre irtifanın altındaki kış turizmi tesislerini gözden çıkartmış, 1500-2500 metre arası için de riskler görürken Bayburt’un Kop Dağı gibi 2500 metrenin üzerindeki dağları kış turizmi bakımından çok önemli avantajlara sahip.

Özetle turizmin ana ham maddesi doğadır. Eğer Bayburt’un doğal yapısı korunarak gerekli alt yapı oluşturulursa; Bayburt’ta botanik, dağcılık, gençlik, golf, inanç, kongre, kuş gözlemi, mağara, rafting, sağlık ve yayla turizmi geliştirilebilir. Ayrıca yumuşak hatlı arazisi yelken paraşüt gibi havacılık sporu yapmaya da çok elverişli. Yani sözün özü, her şeyden bir şeyler olsun şeklinde gündelik çıkarları tatmin etmeye yönelik girişimlerle su kaynaklarının, tarım alanlarının, toprağın, dağ ve yaylaların tahrip eden rastgele bir kalkınma çabası olmazsa uzun vadede Bayburt doğası ile öne çıkabilir.

Yazının Devamını Oku

Hapşu: Bahar geldi gök gürledi, sel oldu

26 Mart 2012
Bu sene geç gelip geç giden kışın ardından nihayet baharın gelmesiyle hava ısındı, doğa canlandı.

Yeşilden yoksun kentliler maalesef bu mevsim değişikliğinin farkına ancak artan hapşırık, burun, göz akıntıları, alerji şikâyetleriyle varabiliyor.

Havaların ısınmasıyla ağaçlar çiçekleniyor, çimenler yeşilleniyor, çiçekler açıyor, kuşlar ötüyor. Özellikle de her yaştan çocuklar için dışarıda bulunmak içerde bulunmaktan çok daha eğlenceli. Maalesef alerjisi olanlar için çevre kirliliği ve iklim değişikliğine ilaveten doğadaki bu canlanma son derece rahatsız edici olabilmekte.

RÜZGAR ARTTI ALERJEN HIZLANDI

İlerleyen küresel iklim değişikliği ve dolaysıyla artan şiddetli hava olayları nedeniyle bahar alerjisi gibi rahatsızlıklar daha şiddetli hissedilir oldu. Eskiden (çevre kirliliği bu kadar fazla değilken) sadece baharda çimen, ot, çiçek ve ağaçların çiçek açmalarıyla artan polenler atmosfere yayılır, sonunda ağız, burun, göz ve ciğerlerimize kadar ulaşırdı. Özellikle de sıcak ve rüzgârlı havalardan sonra polenler havaya daha çok dağıldığı için bahar mevsiminde alerjik şikâyetler artardı.
Küresel iklim değişikliği hem hava sıcaklıklarında, hem de neden olduğu şiddetli hava olaylarıyla birlikte rüzgarın hızında önemli artışlara neden oluyor. Bütün bunların bir sonucu olarak da havadaki alerjenlerin (polen, küf, toz, hayvan tüyü, akarlar) sayısı da önemli ölçüde artıyor. İşte Prof. Dr. Elif Dağlı’nın bana “bu makale hepimize çok yararlı olabilir” diyerek gönderdiği EcoHealth dergisinde 2009’da yayınlanmış “Aeroallerjenler, Alerjik Hastalıklar ve İklim Değişikliği: Etkiler ve Uyum” başlıklı makale bu konudaki çalışmaları çok güzel bir şekilde özetliyor.

Yazının Devamını Oku