Sıcak yaz günlerinde ısı ile nemin birleşimi ölümlere sebep olur. Örneğin, ABD’de 1936-1975 yılları arasında 20 bin kişi hayatını sıcak hava dalgalarından dolayı kaybetmiş. 2003 Ağustosu’nda Fransa ve İspanya civarında sıcak hava dalgaları nedeniyle yaklaşık 35 bin kişi ölmüş. Türkiye’de ise sıcak hava dalgalarının tetiklediği ölümlerle ilgili yeterli veri yok. Yani bu konu kayıt dışı!
KAMUOYU UYARILMALI
Sağlık riski, yalnız yaşayan yaşlılar, depresyondakiler, yatağa bağlı yaşayanlar, kliması olmayan ve şehirlerde apartmanların üst katlarında yaşayanlar, şeker, kalp, damar, böbrek ve solunum yetmezliği, Parkinson, obezite gibi kronik sağlık sorunu olanlar, bebekler ve özellikle dört yaşın altındaki çocuklar için daha yüksek.
Yüksek sıcaklıklar ve nem, insan vücudunun kendi kendini soğutmasını zorlaştırır. Böylece ısı, insan vücudunu sınırlarının ötesine zorlayarak ölümlere neden olur. Normal şartlar altında vücudun iç termostatı ter üretip buharlaştırarak vücudun soğumasına neden olur; ancak aşırı sıcak ve yüksek nemde buharlaşma yavaşlar ve vücudun normal sıcaklığını korumak için daha çok çalışması gerekir. Bu durum en azından ısı bitkinliğine neden olur. Isıya bağlı diğer hastalıklar, aşırı sıcaklık en az iki gün sürünce ortaya çıkar.
Hissedilen sıcaklıklar 40.6 santigratı aştığında buna “sıcak hava dalgası” denir. En az iki gün süreceği belirlendiğinde kamuoyuna meteorolojik uyarı yapılır. Hava sıcaklıkları normal değerinden 6 santigrat yüksek olduğunda “aşırı yüksek hava sıcaklığı” olarak adlandırılır.
KENDİ ÖNLEMİNİZİ ALIN
Maalesef ülkemizde bu tür kriterlerin kullanımı yok ve afet yönetimine de bilimsel bakılamıyor. Deneme ve yanılma yöntemi, el yordamı, ezberlerimizle çalışıyoruz. Hâlâ deprem, sel gibi afetleri kapsayan bir “Ulusal Afet Müdahale Planı”mız bile yok. Bu durumda “Sıcak Hava Dalgaları”nı afet ve acil yardım planları kapsamında ele almak yerine klasik genelgelerle idare etmek zorunda kalıyoruz.
Tarih meteorolojist ve meteorolojik şartların savaşların kaderinde oynadığı rolün örnekleriyle dolu. Meteorolojinin askeri operasyonlar açısından önemi çok eskiden beri de bilinmekte. Örneğin, MÖ 500 yıllarında Çin Generali Sun Tzu “Yeri bil, havayı bil, o zaman zaferin tamam olacak” diyerek konuya dikkat çekmiş. O zamandan bu yana sonuçlarına meteorolojik hadiselerin etki ettiği pek çok olay yaşandı.
AKILLI SİLAHLAR HAVA KOŞULLARINDAN ETKİLENİYOR
Eskiden klasik silahlar, sadece hava şartları ve iklimin şekillendirdiği fiziksel çevreden etkilenirdi. Şimdi ise elektro-optik silahlar tüm çevre ve atmosferik şartlardan etkilenmekte. Diğer bir deyişle “akıllı silahlar” hava şartlarına daha bağımlı. Örneğin, lazer güdümlü bombalar bulutlu, yağışlı ve sisli havalarda verimli kullanılamıyor. Bu nedenle lazer güdümlü bombalar yerine istenilen hedefi gece veya gündüz ve her türlü hava şartında vurabilmek için GPS (Arz Konumlama Sistemi) güdümlü bomba ve füzeler geliştirilmekte. Bununla beraber, 1991 Martı’nda bir güneş fırtınasının bir GPS uydusunu tamamen, bir çoğunu da geçici olarak devre dışı bıraktığı unutulmamalı.
Gelişen teknolojiyle ilerleyen askeri meteoroloji, savaşlarda komutanlara daha büyük avantajlar sağlamaya başladı. Bu nedenle, ABD’de Hava Kuvvetleri’nin 2025 yılında “Havaya Sahip Olmak” hedefi savaşlarda havayı da kullanmayı, askeri avantajlar sağlamak için askeri operasyonlara entegre etmeyi amaçlamakta. Havayı kazanmak için silah operatörleri ve meteorolojistler artık hem kendilerinin ve hem de düşmana ait silah sistemlerinin hava şartlarına bağlı olarak değişen performansını tahmin etmek zorunda. Silah ve hava şartlarının etkileşimini anlamak askerlere “savaş için doğru havayı seçme” ve “havaya sahip olma” avantajlarını getirecektir.
DESTEK KUVVET OLABİLİR
Ne zaman ve nerede askeri operasyonlara çıkılacağına karar verirken düşmanın meteorolojik bilgilerine de ihtiyaç var. Bu nedenlerden dolayı savaşan ülkeler, savaş anında meteorolojik bilgi ve hava tahminlerini gizli tutar. Bu durumda her ülke kendi yaptığı gözlemlere, barış anında yaptığı bilimsel çalışmalara ve hava durumu istihbaratına göre askeri operasyonlara karar vermek zorunda. Bu nedenle günümüzde, Sun Tzu’nun da söylediği gibi, Askeri İstihbarat = Hava + Düşman + Arazi formülü geçerli. İstihbarat bu şekilde tarif ve organize edilmekte.
Özetle günümüzde meteorolojik bilgileri değerlendirme ve hava şartlarından yararlanması, düşmana karşı düzenlenecek olan operasyonların başarısını belirlemekte. Eğer düşmanın meteorolojik bilgileri analiz edip değerlendirme yeteneği yoksa, her türlü hava şartına göre plan yapmak zorunda kalır ve hava şartlarından yararlanması mümkün olmaz. Diğer taraftan, hava şartlarını anlayan taraf onları etkin bir şekilde kullanırsa, güçlü bir dostun yardımını kendi tarafına çekmiş olur.
Sakin olunca ismi “hava” olan şeffaf ve renksiz şeye, hareket edince “rüzgâr” diyoruz. Dalgalanan çimenler, sallanan ağaçlar, gökyüzünde gezinen bulutlar, denizde köpüren dalgalar, yağmur getiren alçak basınç merkezleri, evlerin köşelerinde vınlaması ile hep onun varlığını iş başındayken yani eylem yoluyla bize haber verir. Böylece hava, dört element içinde en uçarı olanıdır ve sevinçli olduğumuzda (uçaklar, kelebekler, kuşlar, kuru bir gül yaprağı, saçlar, yele, gibi) hep havalarda uçmak isteriz...
HİSSEDİLEN SICAKLIĞI RÜZGAR VE NEM ETKİLER
Rüzgar kabadayılaşıp fırtına şiddetinde estiği zaman, elektrikler kesilip, çatılar uçabilir, kafanıza dal veya tabela düşebilir, trafik kazaları meydana gelebilir, kara, deniz ve hava ulaşımı aksayabilir, iş yeleri ve okullar da tatil edilebilir. En kötüsü de “Soba zehirlenmesi” denilen karbon monoksit zehirlenmesidir. Bu nedenle rüzgârın kabadayı hallerine fırtına diyoruz ama rüzgarın pek çok yararı da var. Örneğin, bizi serinletip konforumuzu artırır, deniz ve havadaki kirleticileri dağıtır...
İnsan ve hayvanlar, havanın nemine ve esen rüzgârın şiddetine göre termometreden farklı olarak hava sıcaklıklarını hisseder. Yükselen binalar ve düşük rüzgâr hızları nedeniyle, dışarıdaki soğuk havanın hareketleri tutulduğu için şehrin havalandırılması ve şehir içindeki hava sıcaklığının düşürülmesi mümkün olamamaktadır. Sıcak, nemli ve lodoslu günlerde şehir çok bunaltıcı bir hal almaktadır. Böyle günlerde giyim kuşamımızı rüzgâr belirler.
RANDEVU VERİRKEN DİKKAT
Genelde ulaşımda ekonomi, düzen, mal ve can emniyetinin sağlanabilmesi, karayolu, demiryolu, denizyolu ve havaalanlarının planlanması, işletilmesi ve bu yollardaki seyrüseferin her aşaması rüzgara bağlıdır. Örneğin, uçakların, helikopterlerin kalkış ve inişlerinde maruz kalacağı rüzgârın hızı, yönü önemlidir. Benzer şekilde, “Denizleri köpük köpük dalgalandıran rüzgar” da deniz trafiğini etkilemekte. Kara yollarındaki trafik akışında ve trafik kazalarında da, şiddetli rüzgârlar etkili oluyor. Öyle ki rüzgâr, asma köprüler ve gökdelenler gibi meteorolojik şartlara çok duyarlı bina ve tesislerde hayati önem taşır. Bu nedenle bir yere gidecekseniz rüzgâra bakmadan randevu vermemelisiniz.
İSTANBUL’UN YÜKSEK BİNALARI RÜZGARI YÜZDE 25 AZALTTI
“Nereden geliyorsun, otur dinlen baş ucuma, belli ki çok yorgunsun” şarkı sözü sanki şehirlerin üzerinde esen rüzgarlar için söylenmiş. Şehirlerdeki yüksek binalar aynı zamanda hava akışını da keserek rüzgarı değiştiriyor. Büyük şehir yüzeyinin düzgün olmayışı nedeniyle rüzgâr hızı şehirlerde azalıyor. Tahminen şu anda İstanbul merkezinde rüzgârlar, kırsal kesimlere göre yüzde 25 azalmış. Düşük rüzgâr hızları nedeniyle, şehrin havalandırılması ve şehir içindeki hava sıcaklığının düşürülmesi artık mümkün değil!
Son günlerde evlerimize giren, ya da ummadık yerde karşımıza çıkabilen yılanların haberleri arttı. Hatta vatandaşın biri yılan girdi diye kendi evini; diğeri ise yurdun ormanını yakmış! Acaba yılan sayısında mı artış var? Yoksa bu günler yılanlar için en uygun hava şartlarını mı sağlıyor. Merak edip araştırdım.
1956 yılında resmen dünyanın tıp sembolü haline gelen yılan, birçok mitolojik hikayede ve dinlerde geçtiğine göre düşündüğümden de önemli bir hayvanmış. Tevrat’a göre Adem ile Havva’yı kendilerine yasaklanmış olan bilgi ağacının meyvesinden yemesi için kandıran da yılanmış. Günümüzde de anlaşılan insanları ev ya da ormanları yakmak için kandırmaya devam ediyor!..
Bu yıl geçen yıllara göre biraz daha yağışlı ama sıcak günler geçiriyoruz. Sıcak ve nemli havaları yılanlar da çok severmiş. Yani kapalı ve yağışlı günlerden sonra gelen güneşli havaları sadece insanlar değil; kene, yılan, vb. çok hayvan da seviyor. Böyle günlerde kırlara misafirliğe giderseniz orada ev sahibi olan kene, yılan, vb. hayvanların olduğunu da unutmayın. Sakın ha! Ev sahiplerine kabalık yapıp onları öldüreyim filan da demeyin! Aslında zehirli dahi olsa yılan, çevreye ve doğaya insandan çok ama çok daha fazla yararı olan bir canlı! Yılanlar; böcek, fare, vb. kemirgenlerin sayısını dengeleyerek hastalıkların artışını ve ekinlerin yok edilmesini engellerler.
GÖRÜRSENİZ YAVAŞÇA YANINDAN UZAKLAŞIN
Yılanlar genellikle insanları elleri ve ayak bileklerinden; köpekleri de burunlarından ısırır. Aslında yılanlar doğal olarak saldırgan değildir; aksine geri çekilirler. Yılan görürseniz yakalamaya ve yakınına gitmeye filan çalışmayın. Yavaşça yılandan uzak bir güvenli yere gidin ve onu rahat bırakın. Bütün hayvanlar gibi yılanın da özel ve güvenli bir mesafesi var. Bu mesafe onların kırmızı çizgisidir; tehlikeye maruz kalmak istemiyorsanız uzak durun! Yılanın evinizden uzak durmasını istiyorsanız; fare, kertenkele, böcek, vb. onun beslendiği hayvanları barındıracak ot, odun yığını, vb. çer çöp şeyleri eviniz etrafından kaldırın.
Geçen hafta bir kutup gözlem istasyonundan dünya için çok kötü bir haber geldi: Havadaki karbondioksitin (CO2) miktarı sembolik seviyesi olan 400 ppm’in üzerine çıkmış. Böylece güvenli CO2 seviyesi olan 350 ppm önemli ölçüde aşılmış oldu. Başka bir hesaba göre son 800 bin yılın en yüksek CO2 seviyesine de el birliğiyle ulaştık! Sonuçta dünyanın hava sıcaklığındaki artışı yani küresel ısınmayı 2 santigrat derecede tutma hayali suya düşmek üzere.
SERA GAZI ARTIŞIYLA ENERJİ BAĞLANTISI
Türkiye’nin sera gazı emisyonları (SGE) 1990’dan beri yüzde 100’ün üzerinde rekor bir hızla artıyor. Sadece toplam SGE’de değil; kişi başına düşen SGE’de de dünya ortalamasının üzerindeyiz. Yani artık ülke olarak SGE konusunda masum değiliz! Avrupa Birliği Genel Sekreterliği’nin bir açıklamasında, Türkiye ile AB arasındaki katılım müzakerelerinin en zorlu geçen konularından olan “Çevre” başlığında çok sınırlı ilerleme kaydedildiği ifade ediliyor. Yani ülke olarak bir şeyler yapmalıyız.
Türkiye’de sektörlere göre toplam sera gazı emisyonlarının dağılımına baktığımızda yaklaşık yüzde 80’nine enerji sektörünün neden olduğunu görürüz. Türkiye enerjide yaklaşık yüzde 75 oranında dışa bağımlı. Türkiye’nin ekonomide yaşadığı cari açığının yaklaşık yüzde 80’ni yurtdışından aldığı fosil yakıtlarından kaynaklanıyor. Özetle dünyanın her yerinde aşırı borçlanma gibi yöntemlerle gerçekçi olmayan ekonomik büyüme hedefleri ekonomik krizlerin ve iklim değişikliğinin başlıca nedeni olarak görülmekte.
BİNALARA DİKKAT
İklim değişikliği ve onun sosyo-ekonomik etkilerini dikkate almadan sürdürülebilir kalkınma gerçekleştiremeyiz. Genç nüfusu, tamamlaması gereken sanayileşmesi dikkate alındığında enerji, sanayi, tarım, atık gibi sektörlerden Türkiye’nin SGE tasarrufu yapması zor. Bunun için Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği’nin açıkladığı gibi binalarımıza ve yerleşimlerimize de dikkat etmeliyiz. Çünkü onlar CO2 salınımının yüzde 40’ından sorumlu!..
Bu nedenle Küçükçekmece Belediyesi’nin Türkiye’nin doğa sertifikalı ilk yeşil kamu binasını tasarlayıp yapması çok önemli. Bu yeşil kamu binasının en önemli özelliği enerji tüketimini minimuma indirmesi. Doğal aydınlatma, doğal havalandırma ve minimum karbondioksit miktarının sağlanabileceği bir yapıda tasarlanan yeni bina tamamlandığında bu özelliğiyle Türkiye’deki ilk doğa dostu kamu binası olacak.
YÜZDE 50 TASARRUF
Kene denince aklıma Ömer Seyfettin’in Kaşağı öyküsü gelir. Çocuklara yalan söylemenin zararlarını anlatan bu güzel öyküdeki kaşağı, hayvanların derisini temizlemek için kullanılan kaba bir tarak. Günümüzde veterinerler de hayvanların keneden korunması için en iyi yollardan birinin tüylerinin taranması olduğunu söylüyor. Ya biz ne yapalım?
ÇAMAŞIR MAKİNESİ KENEYİ ÖLDÜRMEZ
Uzmanlar “kırda pantolonu çorabının içine sok, uzun kollu giy, eve dönünce üstüne bak, eğer kene varsa önce üstüne yağ dök sonra koparmadan V şeklinde kesilmiş ince bir karton ya da PVC kullanılarak sök” diyor. Kırdan dönünce elbisenizi yıkamak yetmez; çamaşır makinesi ve su keneyi etkilemiyor ama kurutucu içindeki sıcak ve kuru havada 15 dakika beklemesi yeterli oluyor.
Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) adlı hastalık ilk kez 1944 yılında Kırım’da daha sonra 1969 yılında Kongo’da tanımlanmış, Başta, Sovyetler Birliği; Doğu Avrupa, Akdeniz, Asya, Afrika ve Ortadoğu’da geniş bir alanda görülmekte. Ülkemizde ise en çok bahar ve yaz aylarında Tokat, Yozgat, Sivas gibi orta-kuzey Anadolu civarında görülüyor. Bu bölgelerde KKKA’nın yaygın olarak görülmesinin nedenleri iklimi, bitki örtüsü ve yüksek riskteki kişilerin bu bölgelerde toplanması olabilir. Yani kene yoğunluğu yerel hava, flora ve fauna ile bağlantılıdır ve bir avlu içinde bile bir noktadan diğerine önemli ölçüde değişebilir. Keneler nemli ortamları tercih eder. Bu nedenle, sıcak ve kuru havalarda daha az aktiftirler.
KÜRESEL ISINMA YAYGINLAŞTIRIYOR
Kene insanları 4 şekilde hasta ediyormuş: kene ısırması, kenenin ezilmesi, enfekte kişinin kan ve vücut sıvıları veya enfekte hayvanın kan ve dokuları ile teması. Keneler, daha çok otlak, çalı, su kenarları, gür otların bulunduğu ve kırsal alanlarda yaşıyor. Bulaşma şekli nedeniyle yüksek riskte olan kişiler; çiftlik çalışanları, kasap, çoban, hayvancılık, tarımla uğraşılan, bu bölgelerde çalışan sağlık personeli. Genellikle kırsal kesimlerde piknik, kamp yapma, bisiklet, tırmanma gibi etkinlikler kenelerin aktif olduğu nisan - ekim arasında riskli.
KKKA’nın her yıl daha erken ve çok görülmesi, küresel iklim değişikliğiyle ilgili. İklim değişikliği kenelerin sadece daha erken aktif olmasına değil; aynı zamanda daha önce iklimi uygun olmayan yerlerde de ortaya çıkmasına neden oluyor. Örneğin, Ankara’da geçen yıllarda görülmeyen virüs taşıyan türden 3 ergin kenenin saptanmış. Yani, ileriki yıllarda İstanbul’daki kenelerde de KKKA olmayacağının garantisini kimse veremez.
KARBONDİOKSİTLE AVINI BULUYOR
Amazonlar’da 2012 orman yangını mevsiminin orta şiddette geçmesi bekleniyor. Bana ne, demeyin. Bu haberde iki önemli konu var: Birincisi orman yangını mevsiminin nasıl geçebileceğine dair bilimsel tabanlı tahmin yapılması. Bu tahminlere göre geçici orman işçilerinin işe alınması gibi bir çok iş önceden planlanıp önlem önceden alınabiliyor. İkinci önemli nokta, bahsedilen yağmur ormanları tüm dünyanın akciğeri. Yani oradaki gelişmeler bizim havamızla da yakından ilgili.
Yeni araştırma uydu Ölçümlerini, iklim modellerine yaklaştırdı: Eee ne olmuş yani, diyebilirsiniz. Meteoroloji uydularıyla yapılan hava sıcaklığı ölçümleri, “küresel iklim değişikli yok” diyenlere her zaman malzeme olmuştur. ABD Başkanı oğul Bush başta olmak üzere bu ölçümleri kullanarak “yok böyle bir şey” diyen çoktu. Şimdi uydu ölçümlerinin kalibrasyonu doğru yapıldığında mevcut sıcaklık gözlemleri ve tahminlerine çok yakın bir değerde olduğu görüldü. Küresel iklim değişimine karşı çıkanlar büyük bir kozu kaybetti.
TEHLİKELİ İŞARET
Kuzey Buz Denizi’ndeki buz kaybı bir tesadüf değil: İklim bilimcileri için buradaki buzulların süre gelen çekilmesi bir işaret. Havamızın ciddi şekilde zehirlediğini gösteriyor. Bu yeni çalışma da bölgedeki buzulların erimesinin tesadüf olmadığını, atmosferdeki sera gazlarının artışıyla bağını net bir şekilde ortaya koydu.
Teksas’da büyük rüzgar türbinleri, gece havanın ısınmasına neden oluyor: Bu, yenilenebilir bir enerji kaynağı olan rüzgar enerjisini kötülemek için değil; doğru yer seçimine yardımcı olması için dikkate alınması gereken bir haber. Ülkemizde de sayıları hızla artan rüzgar çiftliklerinin yer seçimi Allah’a emanet. Ne doğru dürüst bir ölçüm var ne de doğru dürüst bir çevre etki değerlendirmesi. Dikkat! Hava sıcaklıklarında neden olacakları değişiklikler yüzünden bir çok bağ, bahçede ürün alınamaz ya da göl ve barajlarda artan buharlaşma nedeniyle su kalmayabilir.
BU YAZ BÖCEK VE SİNEK ARTACAK MI
İngiltere’de erken ölümlerle hava kirliliği arasında ilişki bulundu: Bence bu çalışma Türkiye’nin havası kirli şehirleri için de çok önemli. Bu çalışmaya göre İngiltere’de kirletici kaynaklardan otomobil ve kamyon egzoz emisyonları yılda 3 bin 300 kişinin erken ölümüne neden oluyor. Bu sayı, trafik kazasında yılda ölen 3 bin İngiliz’den daha fazla. Karayolundan kaynaklanan kirleticilerden sonra, deniz ve havayollarından kaynaklanan emisyonlardan dolayı erken ölenlerin sayısı bin 800 kişi olarak hesaplanmakta. Neden olduğu hava kirliği ile yılda bin 700 kişinin erken ölümlerde rol oynayan fabrikalar üçüncü sırada yer alıyor.
Twitter’da “Kendisi fasulyeden küçük fakat zararı filden daha büyük olan canlının adı nedir” diye sordum. Bilen pek çıkmadı. Biri “mercimekten küçük olsaydı kene derdim” dedi. Aslında o da sıcak bölgelerde ve tarla, su ve çayırlık alanlarda çok görülen bir haşeredir. Onun sürülerine ilkbaharla sonbahar ayları arasında rastlanır ve bu mevsimlerde büyük hasarlara sebep olurlar. Neden oldukları afet ise uluslararası problem haline gelmiştir. Bulutları radarla gözlenir ve uçaklarla onlardan korunmaya çalışılır.
AYDA 3500 KİLOMETRE YOL ALABİLİYORLAR
Aslında tek tek zehirsiz ve zararsız canlılardır. Birlikten kuvvet afet doğar sözü sanki bu küçük canlı için söylenmiş! Yoksa söylenmemiş mi? O zaman ben söyleyeyim... Bugün üzerinde pek durmadığımız, boyu küçük ama binlercesi bir araya geldiğinde etkisi çok yıkıcı olabilen “çekirge istilalarına” aslında hiç yabancı değiliz. Onların yıkıcı istilaları yüzünden Anadolu’da birçok çekirge adlı mevkii, şarkı ve oyun bulunmakta.
Örneğin şarkıların bazıları; Hop hop hopla çekirge/ Zıp zıp zıpla çekirge/ Benim canım çekirge/ Pıtı pıtı pıtı çekirge. Bazıları da; Eğri butlu, sivri butlu çekirge/ Malımın ortağı mısın çekirge/ Canımın ortağı mısın çekirge / şeklindedir. Malımıza ortak olan, canımızı yakan çekirge Afrika’dan gelen sürü halinde çöl çekirgesidir.
Çöl çekirgeleri Asya ve Afrika çöllerinin kıyısında yetişir. Büyük bir çekirge sürüsü 100 milyar çekirgeden oluşabilir ve 1000 kilometre karelik bir alanı kaplayabilir. Bir ay içinde 3500 kilometre yol alabilirler. Her bir çekirge bir günde kendi ağırlığı kadar ot yediğine göre, büyük bir çekirge sürüsü bir günde 100 bin ton bitki tüketebilir.
FAO TAHMİNLERİNE DİKKAT EDİLMELİ
İlkbahar, yaz ve kış yağmurlarını takip eden üç farklı çekirge üreme mevsimi var. Örneğin, Adana civarına yerleşen bir alçak basınç merkezi bazen çöllerden toz ve kum bazen de çekirgeleri Güneydoğu Anadolu’ya getirebilir. Temmuzdan itibaren Hamsin ve Sam Yeli olarak adlandırılan güneyli rüzgarlar ülkemizde esmeye başlar. Yani çöl çekirgelerinin Türkiye’ye taşınma ihtimali bu günlerde biraz artmaktadır. Her halde çekirge sürülerinin geçtiği yerlerde kıtlık oluştuğu ve onlarla doğru bir şekilde mücadele edilmezse insanların da açlıktan ölebileceğini söylemek gerekmez. Bu yüzden, Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Türkiye dahil bir çok ülke için hava şartlarına bağlı olarak aylık “Çöl Çekirgesi Tahminleri” yapıyor. Buna da biraz olsun dikkat edelim lütfen.
YAĞIŞ AZALINCA NÜFUSLARI ARTIYOR