Ötekilerin zamanında televizyon icat edilmemiş olduğundan mecburen edebiyata konu olmuşlardı.
Bilmiyoruz, imkán olsaydı belki Leyla da çıkıp ‘‘Adam olup alamadı beni bir türlü’’ diyecekti. Mecnun da, ‘‘Kafamı attırmasın şimdi’’ diye cevap verecekti. Bu arada ahali de Leyla'cılar ve Mecnun'cular olarak ikiye ayrılacaktı.
*
O zamanki kuşaklar şanssızmış. Sıcağı sıcağına vakıf olamamışlar meselelere. Biz şanslıyız. Şükür. Olan bitenden saati saatine haberdarız.
Seren, Allah çenesine daha da kuvvet verir inşallah, Guiness Rekorlar Kitabı'na girdi girecek.
İyi ki sadece bir sene sürdü evliliği. Bu sayede mahşerden önce bitebilecek anlattıkları.
*
‘‘Ozan'ın nesini severdiniz en çok?’’ diye sordular bir yerde. ‘‘Parmaklarımı sıkmasını’’ dedi, ‘‘Bunu hiç unutamam herhalde’’ diye de ekledi.
E, bir adamın parmak sıkmaktan başka unutulmayacak bir meziyeti yoksa o adamla evlilik de bir sene sürer tabii. Hiç olmazsa ayak parmaklarını da sıksaydı ilaveten... Belki bir sene daha idare edebilirlerdi.
Seren'in bu cevabından sonra ben de düşündüm. ‘‘Ozan'ın nesini unutamam?’’ diye. İtmesini unutamam.
Kaç defa gördüysem televizyonda, Seren'i itiyordu. Seren de onu. İtişiyorlardı yani.
Yok canım, kavga değil. Oynaşma. Kedi yavruları gibi. Onlar da dövüşür gibi oynaşırlar ya.
Seren'i her kaktığında ‘‘Ah canım, ne çok seviyor karısını’’ diyordum. Nazarım değdi.
*
En çok üzüldüğüm husus birbirlerini seve seve ayrılıyor olmaları.
Gerçi Seren, ‘‘Cibiliyetsiz’’, ‘‘Ramazan davulcusu’’, ‘‘Bir sene boyunca ben baktım’’, ‘‘Beni dövdü’’ falan diyor ama, konuştuğu kadar da hıçkırıyor. İki gözü iki çeşme. Zaten ‘‘Köpeklerim kadar olamadı’’ dedikten hemen sonra, ‘‘Hakkında kötü konuşmak istemiyorum’’ dedi. Bilmiyorum artık, almış başını giderken birisi masanın altından dürtüklemiş de olabilir.
Ozan ağlamıyor. Erkek olduğundan... Az konuşuyor bir de. Yine erkek olduğundan olabilir.
Hal böyle olunca televizyoncular da pek itibar etmiyorlar Ozan'a. Biz de tek tarafın anlattığıyla yetinmek zorunda kalıyoruz. Bu durumda sağlıklı muhakeme edemiyoruz tabii.
Ozan'ın bir tek ‘‘Neresi morarmış göstersin’’ dediğini duydum ki, bu yazıyı yazdığım saate kadar Seren yaptığı harcamaların faturalarından başka bir şey göstermemişti.
Ha bir de ‘‘Seren Serengil parasız adamla evlenir mi?’’ dediğini duydum. Lakin buradan da bir sonuca varılmaz. İş mikrofonu tutan muhabire kalmış.‘‘Evlenir’’ dese, Ozan parasız olacak.
*
Her şeye rağmen bu duruma Seren adına sevinmiyor da değilim. Kızcağızın ufku genişledi. Eskiden duyduğumuz,
‘‘Biz çok zenginiz.’’
‘‘Ay çatlıyoruz zenginlikten.’’
‘‘Yani zenginliğimiz anlatılır gibi değil’’den ibaretti.
Bir de Reha Muhtar'a yaradı bu durum. Sayelerinde asrın esprisini yaptı, ‘‘Biz özel hayata karışmayız’’ dedi.
‘‘Neden bulaştın bu Seren'le Ozan mevzuuna?’’ diyeceksiniz. Hiç aklımda yoktu. Zapladığım dokuzunca kanalda da Seren'i görünce birden káğıdı kalemi almışım elime. Düşünmeden. Refleks olarak.
Ve refleks olarak bu satıra kadar gelmişim. Siz bu yazıyı okuduğunuzda memlekette Seren ile Ozan diye bir mevzu kalmamış olabilir.
Barışmış olabilirler.
Bayatlamış olabilirler.
İnanılır gibi değil ama Seren susmuş olabilir.
Kusuruma bakmazsınız artık.
mış muş
Manavgat'ın bir köyünde kadınlar kocaları köye su getirene kadar sevişmeyeceklermiş.
Erkeklerin bin yıllık karıları değil mi bu boykotu yapanlar? O su kolay kolay gelmez o köye.
Saddam'ın Irak'la arasındaki aşkı konu eden roman müzikal oluyormuş.
O romandan çıksa çıksa cenaze marşı çıkar.
Hande Ataizi ‘‘Üç çocuk istiyorum’’ demiş.
Çocuk isteyen basına koşuyor nedense.
Tayyip'in kabadayı kimliği puan kazandırıyormuş.
Vatandaş enflasyonu döve döve düşürecek birini arıyor.