KİMSEYE salak olduğumu söylemeyin, onlar beni akıllı zannediyor.
Durumum böyle özetlenebilir.
Evet, aslında pek akıllı sayılmam fakat imajım öyle. İnce ince geçirdiğim kanaati var çoğu insanda. Oysa ben gayet safiyane bir laf ediyorum, lafın gide gide nereye varacağını hesap falan etmeden...
Fakat benim yazarken asla kurmadığım bağlantıları, okuyanlar kuruyorlar. "Al başına belayı" durumu oluşuyor haliyle.
Şu da var:
Herkesin içinde, "mesele" haline getirdiği bir şeyler oluyor mutlaka. "Yumuşak karın" mı denir hani... Tetikteyiz hepimiz. Alınmak için bekliyoruz. Tam "buluttan nem kapma" hadisesi yani.
Ahmet Hakan da benim "Sonradan görme" benzetmeme takılmış mesela.
Aslında, evet, "sonradan görme"ninsözlük anlamı hoş değil. Ama onun esas takıldığı şey bu değil. O, kendisinin de sık sık dile getirdiği ve hakikaten birçok kişinin de çok üstüne gittiği, şu meşhur "değişme" konusuyla ilişkilendirmiş söylediğimi.
Onun da hassas olduğu konu bu demek.
Haklıdır.
Fakat benim bu konuyla hiç işim olmaz. Olsaydı bugüne kadar beklemezdim.
Benim yaptığım, sadece ve sadece HERHANGİ BİR ERKEĞİN, çok kısa bir sürede, arka arkaya, birçok ünlü kadınla adının anılmasına karşılık, aklım sıra yaptığım bir espriydi.
Fakat belki de yanlış bir benzetmeydi. Onun yerine "kıtlıktan çıkmış gibi" deseydim maksada daha uygun olacaktı.
Evet, evet... Benim demek istediğim tam buydu. Bir arkadaşa "Ne o oğlum kıtlıktan çıkmış gibi!" takılmasıydı.
Bu kadardı. Ötesi yoktu.
Anlamam çünkü ötesinden.
Hangi kafe kimin "kale"sidir, kimlerin "kurtarılmış bölge"sidir...
Benim için bütün kafeler sadece yeme içme yeridir. Başka anlamlar yüklemem. Ne kendimi, ne o mekánları kategorize ederim.
Sözde karşı çıktıkları bölünmelerin álásını gündelik hayatlarında gerçekleştirme çabası içerisinde olanları da çok gülünç bulurum...
Hayatımda "biz", "siz" diye bir şey olmadığından "oradan gelenler", "buradan gidenler" diye birileri de olamaz.
Bu sebeple Ahmet Hakan da sadece Ahmet Hakan’dır benim için.
Ha, onu öfkelendiren yazıdaki "öteki taraf" sözü de benim değil kadınların olası düşüncesiydi. Çünkü Ahmet Hakan’ın "bir yerlerden geldiği" konusu var ortalıkta, yok diyemeyiz. Ama benim konum değil bu, tekrar altını çizeyim.
"Düşes miydin?" diye soruyor Ahmet Hakan.
Yok... "Satendüşes"im!
Ne düşesi be Ahmet’cim... Bir kere düşes olmak için önce bir dük lazım ki benim bırak dükü "sade" bir kocam bile yok:
"Kökümüz Osmanlı Sarayı’na dayanıyor" desem ne yazar hem?
Diyenleri kurcalayıp baksan Saray’ın ya "arabacıbaşı"sı çıkacak ya "çeşnicibaşı"sı.
Kimin kime soyluluk taslayacak hali var bu memlekette?
"Hepimiz sonradan görmeyiz" diye pankart açsak yeridir.
Başka ne diyeyim Ahmet’im Hakan’ım? Keşke, "Sana ne benim gönül işlerimden" diye çıkışsaydın. Yerden göğe haklı olurdun, "gık" demezdim vallahi.
DOBRA DOBRA
DOBRA Dobra iki sene önce yayın hayatına başladığında tarzının ilk örneğiydi. Sonra televizyon dünyasında ádet olduğu üzere benzerleri geldi. Ama Dobra Dobra hep birinciydi.
Geçen yayın döneminin sonlarına doğru ben de dahil oldum kadroya. Yaz boyunca da haftada bir yazlık Dobra Dobra’yı yaptık.
Fakat ne yazık ki magazinin neredeyse olmazsa olmazı haline gelen hırgür, tartışma, bağrışma gibi şeyler zaman içerisinde bizi de etkisine aldı. İstesek de istemesek de.
Ama çabuk toparlandık.
Yeni yayın döneminde bütün bunlardan arınmaya, programımızın rotasını daha iyiye, güzele doğru çevirmeye sıvandık.
Dün sabah ilk bölümünü seyretmiş olmalısınız. Konuklarımız Uğur Dündar ile Beyaz’dı. Sonra İzel de şarkılarıyla katıldı.