GAZETENİZİN üçüncü sayfasında, ‘‘Onuncu Köy’’de bir akrabam yaşar benim.
Adı Bekir Coşkun.
Akrabalığımız çocuklarımızdan gelir.
Ben yeryüzündeki bütün kedilerin, köpeklerin, ördeklerin, leyleklerin, ayıların, pandaların, ceylanların, kuğuların... Bütün hayvanların annesiyimdir, Bekir Coşkun babası.
Siz bunu da yanlış anlarsınız şimdi, ben annesiyim, o dayısı diyeyim bari.
Her sabah kapımdaki sepetten gazeteleri alır, hemen Hürriyet'i açar bakarım, akrabam ne yazmış.
‘‘Ne bir kelime eksik, ne bir kelime fazla mı olur her zaman?’’ derim.
Her seferinde ama her seferinde, hemen telefon açıp tebrik etmek isterim. Ama o kadar az yapabilmişimdir ki bunu. Günlük hangámeden... Hani o fırsat vermeyen mühim(!) işlerden...
Ama biz onunla yazılar eliyle haberleşiriz.
Ben ‘‘Leylekler gitti’’ derim, o içini çeker; o Pako'suna mektuplar yazar, benim gözlerim dolar.
En son Kuğu'yu yazmış.
Kanadı iyileşmiş ama yüreği yaralı Kuğu'yu...
Uzun boynunu uzatıp, kafasını yana yatırıp, bir umut, giden arkadaşlarının arkasından küçük küçük seslenen Kuğu'yu...
Demiş ki:
‘‘Boynumu uzatıp Kuğu gibi ötmesem bile, böyle küçük küçük yazılar yazar, sonra boynumu büker, bir yanıt, bir ses beklerim.’’