Paylaş
Nasıl mı?
Yukarıdaki soruları direkt Prof. Mihaly Csikszentmihalyi’ye sordum. İş dünyasının örgütsel sorunlarına yaratıcı çözümler üreten K2C firmasının sahipleri Erhan Feridun ve Güneş Ufuk, Csikszentmihalyi’nin Türkiye ortakları.
Prof. Mihaly ile Budapeşte’de ödüllü yazılımları Fligby kullanımı üzerine ortak bir program tasarladıklarını söyleyince, ben de uçağa atladım ve onlarla programa katıldım. Bu kapsamda, Prof. Mihaly Csikszentmihalyi ile sohbet etme ve sorularımı sorma şansım oldu.
İŞİN ZORLUĞU VE BECERİ
Prof. Mihaly, keşfediyor ki kişinin ‘becerisi’ ile yaptığı işin ‘zorluğu’ arasındaki ilişki, kişinin o işten aldığı ‘keyfi’ belirliyor. İşin zorluğu kişinin becerisinin çok üstündeyse, kişi o işi yaparken endişe duyuyor. Bu uzun süre devam ederse ‘öğrenilmiş çaresizlik’ başlıyor.
İş, kişinin becerisine göre çok kolaysa bu sefer de kişi o işten sıkılmaya başlıyor. Bir süre sonra da o işi bırakıyor.
Ama yapılan işin zorluğu, becerinin biraz üstündeyse, kişi o işten keyif almaya başlıyor. Prof. Mihaly de buna ‘AKIŞ ALANI’ diyor.
ZAMAN DURUYOR
Kişi akış alanına girince o işten inanılmaz keyif alıyor. Zaman ve yer algısı kayboluyor. Peki, böyle bir alan neden var?
İnsanın hayatta kalması için belirli becerileri kazanması gerekir. Beceri kazanma sürecinin keyifli olması gerekir ki insan sürekli kendisini geliştirsin.
Peki, çocuklar okullarda ne kadar akış alanına girebiliyor?
ORTALAMA BECERİ
Maalesef çok az. Çünkü çocukların beceri seviyeleri bilinmiyor. Dersler ortalamaya göre işleniyor. Dolayısıyla ‘yüksek becerikli’ çocuklar sıkılıyor, ‘düşük becerili’ çocuklar da öğrenilmiş çaresizlik yaşıyor.
Birçok üstün zekâlı çocuğun okuldan soğuduğunu biliyoruz.
ÖDEVLER
Aynı şekilde ödevler de ortalamaya göre tek tip veriliyor. Düşük becerili çocuk yapamıyor, dersten soğuyor, yüksek becerili çocuk da sıkılıyor, yapmak istemiyor.
Zaten asıl sorun, bizim eğitim sistemimizin ‘beceri’ üzerine kurulu olmaması. Sistem, bilme ve ezber üzerine kurulu. Okullardaki rekabet de çocukların akış alanına girmesini engelliyor. Çocuğun seviyesinden bağımsız olarak, herkes en yüksek seviyeye ulaşmaya çalışıyor. Ulaşamayacağını düşünenler çalışmayı bırakıyor.
SEÇME HAKKI
Ayrıca insanlar yapacağı işleri kendileri seçtiklerinde, akış alanına girmesi kolaylaşıyor.
Bizim okullarda da çocukların çok az seçme hakkı olduğu için akış alanına girmeleri zorlaşıyor.
GERİBİLDİRİM
Akış alanına girmenin bir koşulu da geribildirim. Geribildirim, kişinin ne kadar geliştiğini gösteren bir mekanizma.
Okullarda çok az geribildirim olduğu için çocuklar akış alanına giremiyor. Okullarda not veriliyor. Notlar, bir geribildirim değil, değerlendirme aracıdır.
AKIŞ ODAKLI SİSTEM
Kısacası bizim okullarda beceri odaklı ders olmadığı, herkesin kendi seviyesinde eğitim yapılmadığı ve seçme özgürlüğü ile geribildirim olmadığı için çocuklar okuldan sıkılıyor. Müfredat, beceri odaklı yapıldıktan sonra ‘farklılaştırılmış eğitim’ prensibi ile sınıf içi etkinlikler ve ödevler verilmeli. Ödeve not değil, düzenli geribildirim verilmeli.
Ancak o zaman çocuklarımız okulu sever.
ÇOCUKLAR NEDEN OYUNLARA BAĞIMLIDIR?
ÇOCUKLARIN oyunlara bağımlı olmasının bir sebebi ‘akış alanı’na girmek. Çocuklar gerçek hayatta ve okulda, gelişim ihtiyaçlarını karşılayamadıkları için bu ihtiyacı karşılayacak farklı mekanizmalar arıyor. Bunların en önemlisi de oyunlar. Oyunlarda çocuklar kendi seçimlerini (özerklik) yaptıktan sonra, yine kendi seviyelerine göre ilerler, seviye atlar ve anlık geribildirimler alır. Yani, akış alanına girmiş olurlar.
Çocukları oyun bağımlılığından kurtarmanın bir yolu, çocukların elinden bilgisayarı almak değil, ‘gelişim’ ve ‘özerklik’ ihtiyaçlarını gerçek hayatta karşılamaktır. (Tabii ki tek ihtiyaç bu değil. Diğer ihtiyaç da ilişki ihtiyacı. Ailesiyle ilişkisi zayıf olan çocukların bağımlı olma ihtimali daha yüksek.)
İNSANLAR NEDEN TELEVİZYON İZLER?
TELEVİZYON insanları akış alanına sokmaz. Peki, insanlar akış alanına girmek istiyorsa neden televizyon izler? Bunun birçok sebebi var ama Prof. Mihaly’in yaptığı araştırmaya göre akış alanı sağlayan etkinlikler aynı zamanda kaygı yaratıyor. Çünkü başlangıçta seviyeniz düşük ve yapamıyorsunuz. Kaygısını yönetemeyen veya başarısızlık korkusu olan insanlar, bu sürece girmekten kaçınıyor. Çoğu insan, en başta yaşadığı kaygıyı yönetmekten korkuyor. Onun yerine bizim toplumda olduğu gibi kaygılandırmayan TV gibi ‘pasif eğlence’ araçlarını seçiyor. Zaten kaygılı dönemlerde birçok uygarlık bu yöntemi kullanmıştır. Örneğin, Roma İmparatorluğu çöküş zamanında insanların endişelerini azaltmak için seyircili sirkler ve gösteriler düzenlemiştir. Aynı şekilde Lidyalılar, Bizanslılar ve Mayalar toplumun kaygısını azaltmak için benzer yöntemler kullanmışlardır. Toplum olarak barış ve sevgi dili geliştirirsek, kaygılarımızı yeneriz ve böylece de insanlar enerjilerini televizyona değil, üretime ve ilişkilerine harcar.
Paylaş