Can Dündar 9 Ocak 2004 tarihli Milliyet gazetesinin Popüler Kültür ekinde, İbrahim Tatlıses'in Yılmaz Güney'in nasıl izinden gittiğini yazıyor.
İzleyen İbrahim Tatlıses, izlenen Yılmaz Güney... Can Dürdar'ın mukayese yapmaya niyeti yok gibi ama her nedense bir mukayese duygusu da uyanmıyor değil.
İbrahim Tatlıses bir filminde İstanbul'a bakıyor ve şöyle konuşuyor:
‘‘Beni yutamayacaksın İstanbul... Bir gün o kadar büyüyeceğim ki, bana ‘İbo’ diyemeyeceksin, ‘İbrahim Bey’ diye sesleneceksin.’’
Yılmaz Güney ise son eşi Fatoş Güney'e gönderdiği bir mektupta şunları yazıyor:
‘‘Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u aldığı zaman 21 yaşındaydı. Ben de 21 yaşında İstanbul'a geldim. Tünel'de bir pansiyon odasını zaptettim. ‘Merhaba İstanbul şehri. Hemen teslim ol, beni uğraştırma’ dedim. Beni dinlemedi.’’
Hemen bir düzeltme yapalım: Yılmaz Güney'in mektubunda‘‘Merhaba İstanbul şehri. Hemen teslim ol, beni uğraştırma’’ diyen kişi Çirkin Kral Yılmaz Güney değil öykü yazarı Yılmaz Pütün'dür.
Yılmaz Pütün'ün Yılmaz Güney'e dönüşümünü en iyi Atıf Yılmaz bilir, çünkü bu dönüşümün faili Atıf Yılmaz'dır.
Benim bildiğim, Yılmaz Pütün'ün Atıf Yılmaz onu sinema oyuncusu yapana kadar herhangi bir sinema tutkusu yoktu. Adana'da Dar Film şirketinde, sinema tutkusu yüzünden değil bulabildiği en iyi iş olduğu için çalışıyordu.
Yılmaz Pütün, lise öğrencisiyken İngilizce öğretmeni olmak istiyordu. O sırada Adana Öğretmen Okulu'nda okuyan bir kıza aşıktı. Liseyi bitirince 1956'da Ankara Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu. Fakülte kimliğini ve ders kitaplarını ben alıp gönderdim Adana'ya.
Ankara Hukuk Fakültesi'ni bırakıp İstanbul'da İktisat Fakültesi'ne yazıldı (1957-1958). Çünkü İstanbul'daki Dar Film'de çalışırken İktisat Fakültesi'ndeki derslerini de izleyebilecekti. Bir önlem olarak yazayım: Yukardaki tarihlerde ancak bir yıl oynar.
Bundan sonrasını en iyi Atıf Yılmaz bilir.
Yılmaz Pütün 1958 yazında bana telefon etti. O sırada Ankara'da Gazi Eğitim Enstitüsü'nün kitaplığında kütüphaneci olarak çalışıyordum.
Kızılay'daki Piknik'te buluştuk. Sonra, oradan Hergele Meydanı'ndaki Cihan Palas oteline kadar yürüdük. Yolda bana, tam Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin önünde söyledi: Atıf Yılmaz'ın yönettiği Bu Vatanın Çocukları ve Alageyik filmlerinde başrolü oynayacaktı.
Kulaklarıma inanamadım. İnanamadım, çünküDar Film'deçalışmak dışında sinemayla en küçük bir ilişkisi yoktu. Ama her zamanki gibi işini ciddiye aldı ve hayal kurmaya başladı: Nihat Ziyalan ile beni de sinemaya sokacaktı.
Öğle yemeğini film ekibiyle (Mayk Rafaelyan, Danyal Topatan...) birlikte yedik. Atıf Yılmaz ve eşi Nurhan Nur'la o sıralarda yükselişe geçen İkinci Yeni şiir akımını konuştuk. Sohbet hoşlarına gitmiş olmalı ki, Nurhan Nur ile Atıf Yılmaz benim de film ekibine katılmamı ve Kapadokya'ya gelmemi, filmde rol almamı istediler. O sırada bir sınava hazırlandığım için daveti kabul edemedim.
Demek istediğim şu: Yılmaz Pütün, İstanbul'a Çirkin Kral Yılmaz Güney olmak için değil, İktisat Fakültesi'ni bitirmek ve edebiyat dünyasına kendini yazar olarak kabul ettirmek için geldi. Bunun böyle olduğunu benim kadar ancak Nihat Ziyalan bilebilir. Yılmaz'ın 1954, 1955 ve 1956 yıllarında Yeni Ufuklar dergisinde öyküleri yayınlanmıştı ama önemli olan İstanbul Yazarlar Dükalığı'nın üyesi kuşakdaşları tarafından yazar olarak kabul edilmekti. Ama Boynu Bükük Öldüler adlıromanı ilk Orhan Kemal Roman Ödülü'nü alıncaya kadar edebiyat yazarı sayılmadı.