ÇOCUKLUĞUMDA "Hakkımı istiyorum" diye dayatanlara, "Hak değirmende olur!" derlerdi. O zamanlar değirmene öğütülmek üzere buğday götürüldüğünde, değirmenci elde edilen unun bir bölümünü ücret (hak) olarak kendine ayırırdı.
Delikanlılığım boyunca, Demokrat Parti iktidarı döneminde, bir "İspat Hakkı" tartışması vardı. DP’liler muhalefetin bu isteğiyle "İspat hakkı, İsmail Hakkı" diyerek dalga geçerlerdi.
Kullandığım 2008 Nazım Kültür Ajandası’na göre "İnsan Hakları Haftası" da bugün başlıyor.
"Hak, haklar!" deniliyor ve bunlar kutsallaştırılıyor, ki doğrudur! Ama hakkın ve hakların bir kaynağı, yasal kaynağı, bu yok ise törel ve geleneksel bir dayanağı bulunması gerekir.
BİLMEDEN SÖYLÜYORLARDI
Türkiye-Avrupa Birliği müzakereleri başlar başlamaz herkes hiza ve istikametine Kopenhag Kriterleri’nden bakmaya başladı. Türkiye’nin AB’ye girmesi için Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirmesi gerekmekteydi.
Kriterlerin hepsi bir madde dışında doğru tercüme edilmiş ve yorumlanmıştı. "Anadillerin öğrenilmesinin önündeki bütün yasal engellerin kaldırılması" idi bu kriter.
Bu kriteri bile bile, kasıtlı olarak, "anadilde öğretim (öğrenim)" diye çevirmişlerdi.
O sıralar, çok moda olan, münevver, aydın, entel ve entelektüeller, álimler ve muallimler, muharrir ve yazarlar, mütefekkir ve düşünürler tarafından haftada bir yayınlanan ortak bildirilerde, Kürtlere anadilde öğrenim hakkı mutlaka yer alıyordu.
"Kopenhag Kriteleri" denince akan sular durduğu için dönemin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Genelkurmay Başkanı, bakanları, milletvekilleri, iktidarı ve muhalefeti, gerçek anlamını bilmeden "anadilde öğrenim hakkı"ndan söz ediyorlardı. Ama "anadili özgürce öğrenmek hakkı"ndan söz ettiklerini sanıyorlardı.
ÖNCE ASKER FARK ETTİ
O zaman (8-9 yıl oluyor) ortaya atılıp "Durun beyler, ’anadilde öğrenim hakkı’ başka, ’anadili özgürce öğrenme hakkı’ başka diye yazdım ve anlattım: Anadilin özgürce öğrenilmesi için yasal bir engel varsa bu engel kaldırılır; yasa ya da yönetmelik değişikliğiyle okullara, (resmi dil dışında kalan) anadil dersleri konulur. Bu dersler seçmeli olur, isteyen öğrenir. Yani Kürtçe dersi zorunlu değil, isteğe bağlı olabilir. Günümüz Türkiyesinde bu türden önlem ve girişimler son derece faydalı olur, diye yazılar yazdım. Ve ardından açıklıyordum:
Bir ülkede bütün okullarda öğretim yapılan dil, devletin resmi dilidir. Bu dilden başka bir dilde eğitim-öğretim yapılamaz. Zaten Anayasa’nın 42. maddesinde "Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz, öğretilemez" diye yazmaktadır.
Aradaki farkı Türkiye’ye anlatabilmek için yıllarca uğraştım ve bunu ilkin askeriye fark etti.
’PARANOYA’ YORUMLAR
Anayasa’nın 42. maddesi "okutulamaz" diyordu, ama kimileri, o "anadil olarak okutulamaz dil"in bir bölgenin eğitim sisteminde öğretim dili olmasını istiyordu. Bunun bir anlamı olmalıydı. O anlamı da açıkladım: Anadilde öğretim hakkı istemek, özerklik, federasyon ve giderek bağımsızlık (bölünme) istemek anlamına gelir.
O zamanlar insanlara "paranoya" gibi gelen yorumlarım artık televizyonlarda bol bol söylenir ve gazetelerde yazılır oldu. (Yarın devam edeceğim.)