Adniya bi baş!

1950’lerin başında, Mersin Gümrük Alanı’nda Mersin-Adana arasında çalışan dolmuşların çığırtkanı ‘Adniya bi baş! Adniya bi baş!’ (Adana’ya bir baş yani Adana’ya bir kişi!) diye bağırırdı. Dolmuşların içinde kimse olmasa da böyle bağırırlardı.

Yolcu adayı, binmeden önce çığırtkanın ağzını arardı:

‘Ne vakıt gideciyk yegenim?’

‘Dolunca giderik emmi!’

Yolcu adayı dolmuşa binmez, cep ağızları işlemeli şalvarının cebinden Yenice paketini çıkartır, bir yassı cüvere yakardı.

Derken, dolmuşun yanına ipek gömlekli, boynu mendilli, yumurta topuklu seyil (sahil) adamı yanaşıp Yenice’sini içen yolcu adayına Orhan Kemal’in romanlarında olduğu gibi gürlerdi:

‘Ulan Allahsız, ulan Deveci Mamıt, gene nereye böyle, gene Adniya mı?’ diye takılırdı.

TÜRKÇECİNİN FIRÇASI

Mersin-Adana konuşmasını, özel sözcükleri, sözcük gruplarını (‘Şi şi’, ‘Gal neymiş! De kak lan!’) anımsadığım zaman gözümün önüne Mersin Lisesi’nin bahçesinde bir sahne gelir. Türkçe öğretmeni Burhan Bey ve çevresinde biz orta iki öğrencileri. Galiba halkevinde bir gösteri izlemeye gideceğiz. Sabırsızlanıp Burhan Bey’e soruyorum:

‘Hocam ne zaman gideciyk? Ne zaman gidiyoruk?’

Burhan Bey kızmış,

‘Dilini eşek arısı soksun. ‘Ne zaman gi-de-ceğiz? Ne za-man gi-de-ceğiz!’ Söyle bakiim!’ demişti. O andan sonra bir daha Mersinli gibi konuşmadım.

O zamanlar, Adanalıların şivesi bizimkinden daha ünlüydü. Mersin, onlara göre daha kibar (!) ‘galiyürdü’.

19 yaşımda, Ankara’da Salim Amca’nın (Salim Şengil) Seçilmiş Hikáyeler dergisinde ilk kez karşılaştığım zaman, Attila İlhan:

‘Sizler ‘Bir karpuz alak, kesek, yiyek!’ dersiniz’ diye dalga geçmişti ‘benlen.’

DİLİMİZİ TIRAŞ ETTİLER

Şimdi, radyo ve televizyonlar dümdüz ettiler şivemizi greyderler gibi, sesin tepelerini tıraş edip çukurlarını doldurdular.

Eski sesleri özlüyorum. Topuğuna basılan yemenileri özlüyorum.

Ressam Doğan Akça’nın sabah-sabah telefon açıp ‘Ülek havaca, kiyf halek, tayyip inşalla?’diye hal hatır sormasına bayılıyorum.

Ya da Kerka ile Türkay Saltık’ın Gölköy-Türkbükü arasında arabalarını üzerime sürüp ‘Havaca önüne bak, burası Mersin’in Yoğurt Pazarı değil!’ diye takılmaları, dört-beş yılda bir bile olsa mutluluk veriyor bana. Bu satırları yazdıktan bir saat sonra Mersin’de, kaldığım otelin lobisinde rastladım Kerka ile Havaca Türkay’a...

‘Havaca’, ‘Mösyö’nün Mersinlicesi.

ANA KUCAĞIM MERSİN

Dün akşam üzeri ‘seçim löportajı’ yaptığım çocukluk arkadaşlarımdan Uğur Yürekli’nin eşi Aysel gerçek bir Mersinli olarak ve tehdit ederek beni yemeğe davet etti.

‘Gelirsen sana, mumbar yaparım!’ dedi.

Mumbar’a ‘bumbar’ diyenler de vardır.

Mersin’de, Adına’da, Hatey ve Antekye’de anamın kucağında olduğum kadar mutluyum. Torosların öte yakasında, Anadolu’da, Urumlular oturuyor.

Yarın ‘Adniya bi baş!’ diye bağıran çığırtkanın çağrısına uyup Adana’ya gideceğim. Nihat Ziyalan’ın, Yılmaz Pütün’ün (Yılmaz Güney’in), Demirtaş Ceyhun’un, Fevzi Yetiker’in, Kadir Pencaplıgil’in görünmez elleri boğazımı sıkıyor. Adana’mızı da yazmalıyım.

Daha sonra Antekye’ye gidip, diş protejimin arasına kaçmasını göze alarak ‘Ası kenarında habbe habbe gudama!’ yemeliyim. ‘Gudama’ yani ‘Leblebi.’
Yazarın Tüm Yazıları