Paylaş
Çetenin faaliyetleri ve marifetlerinin ömrümüzü kısalttığını, bizi erken yaşlandırdığını, şekerden kansere pek çok kronik hastalığa da zemin hazırladığını gösteren delillerin sayısı her geçen gün artıyor.
Bu üçlü çeteden -ki üçü de karbonhidrat grubu besinlerdir- kaçmak da olanaksız ve başarılması güç bir iş. Elinizi sürdüğünüz her şeyde, adımınızı attığınız her yerde, ağzınıza götürdüğünüz her yiyecek-içecekte bu çetenin en az bir üyesi mutlaka var!
İster süpermarketten alışveriş yapın, ister evinizde yemek hazırlayın, isterseniz ayaküstü fastfood dükkanlardan birinde ya da çok özel bir restoranda kendinize mükellef bir ziyafet çekmeye bakın, bu üçlü çete peşinizi asla bırakmıyor.
Paketlenmiş yiyeceklerin sayısının artması, fastfood kültürünün yaygınlaşması, evde yeme alışkanlığının azalması, ayaküstü atıştırmaların sıklaşması ve daha pek çok şey çetenin faaliyetlerini kolaylaştırıyor, onlara adeta çanak tutuyor.
BAĞIMLILIK YAPIYOR
Dahası da var... Bu üçlü bizi bıraksa bile biz onları bırakmıyoruz. Yani adeta bağımlılık yapan bir çete ile karşı karşıyayız! Bir şekilde dönüp dolaşıp her gün birkaç defa bu organize örgütün kapısını çalıyoruz.
Çünkü (maalesef) beyinlerimiz bu maddeleri, yiyecekleri tüketirken müthiş bir zevk deryası içinde dalgalanıp duruyor, deyim yerindeyse adeta “zevkten dört köşe” oluyor! Her üçü de “yedikçe yediren, yendikçe sevilen” besinler. Nedeni şu...
Bu üçlü beynimizde mutluluk hormonu serotoninin seviyesini artırıyor, hatta zaman zaman ona tavan yaptırıyor. Reçel, pekmez, bal, şekerleme, açma, poğaça, kurabiye, börek, üzerine tereyağı sürülmüş sımsıcak bir dilim beyaz ekmek, kızarmış patates, pirinç pilavı, sorbe, dondurma, baklava ya da makarna gibi besinlerin bizi “yedikçe çıldırtması”, neredeyse “dört değil altı köşe” yapması, beynimize pompalanan aşırı serotoninin doğal ve beklenen bir sonucu.
Kısacası bu üçlüden, bu güçlü üçlü çeteden kaçmak, uzak durmak, onlara bağımlı hale gelmeden, seviyeli bir ilişki kurmak öyle sanıldığı kadar kolay değil.
NE YAPMALI
BİR ÇÖZÜM
Şeker, un, nişasta çetesi ile nasıl savaşacağız ya da savaşı nasıl kazanacağız?
Bu yaşlandırıcı, hasta edici çeteyle nasıl mücadele edeceğiz?
Bunlarla mücadele etmeden obezite-şişmanlık, diyabet salgınlarıyla, kanser tehditleriyle, sindirim sistemi problemleri, bellek sorunları ve daha pek çok şeyle baş etmemiz mümkün olmadığına göre nasıl bir yol izleyeceğiz?
Bu çeteden uzak durmanın bazı yollar, çareleri muhakkak ki var: Beslenme konusunda bilgilerimizi artırmak bunlardan ilki.
Unu, şekeri, nişastayı yavaş yavaş azaltmak, özellikle şekerli yiyeceklerden elimizi ayağımızı sistemli bir biçimde çekmek ikincisi!
Ayrıca ne yapıp edip en kısa zamanda; bir, doğal mutfağa dönmek; iki, ev yemeklerine yeniden merhaba demek; üç, hazır yiyeceklerden mümkün olduğu kadar uzak durmak; dört, besin seçimlerimizde her daim adeta bir “şeker-un-nişasta müfettişi” gibi davranmak, yani besin etiketlerini büyük bir dikkatle okumak ve bu üçünün bulunduğu yiyeceklerden ya uzak durmak ya da daha düşük oranda şeker-un-nişasta içerenleri satın almak gerekiyor.
3’LÜ ÇETENİN MARİFETLERİ
ÖNEMLİ
Un, şeker ve nişasta neler yapıyor?
- Kilo aldırıyor
- Cildi kırıştırıyor
- Belleği bozuyor
- Kemik ve kasları güçsüzleştiriyor
- Diyabeti kolaylaştırıyor
- Bağışıklığı zayıflatıyor
- Kansere zemin hazırlıyor
- Kan-yağ dengesini bozuyor
DR. Evren ALTINEL
Paylaş